Paylaş
Bu konuda daha çok yazacağız, konuya gelen bilgiler üzerinden daha çok eğileceğiz. Wikileaks patlamasaydı, yazmaya kararlı olduğum yazıyı vakit geçirmeden yazmak istiyorum, çünkü ne kadar gecikirsem, onu hiç yazmaya fırsat bulamayacağımı hissettim.
Türkiye’nin vicdansız hukukunu. Bir başka deyimle, Türkiye’nin “hukuk devleti” olmaktan ziyade bir “kanun devleti” olduğunu.
Bana böyle bir yazı ihtiyacına, son günlerde, üç isim ilham verdi. Biri Pınar Selek, diğeri Doğan Akhanlı, üçüncüsü Ahmet Kahraman.
Pınar Selek...
Pınar Selek, tam 12 yıldır süre gelen ve kendisini tanıyanların “Kapalıçarşı Komplosu” diye niteledikleri bir davanın mağduru. Mağduru, zira Pınar Selek, 12 yıl içinde iki kez beraat kararı verilen davasının Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde beraat kararının bozulması üzerine, Yargıtay Genel Kurulu’nun 9. Ceza Dairesi’nin bozma kararını onaylaması sonucunda, 2011 Şubat’ından itibaren “ağırlaştırılmış müebbet” cezasına çarptırılmak amacıyla tekrar yargılanacak.
Pınar Selek, kendisine isnat edilen suçtan ötürü 2,5 yıl hapiste yatmış olmasından gayrı, ağır işkencelerden de geçmişti. Buna rağmen, Türkiye’de hukukun rafa kaldırıldığı yıllarda dahi, iki kez beraat etti. Gelgelelim, 2010 Türkiye’sinde tekrar “ağırlaştırılmış müebbet cezası” istemiyle tekrar yargılanmasına karar verildi.
12 yıldır tecelli edemeyen bir “adalet” söz konusu. Bu davaya, neresinden bakılsa, yabancı dillerde “adaletin travestisi” gibi bir değerlendirme yapılır.
Unutmayalım, Pınar Selek için verilen beraat kararını bozmuş olan Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Hrant Dink için verilen mahkumiyet kararlarını onaylayan yüksek mahkeme. Ve, o Yargıtay 9. Ceza Mahkemesi’nin kararları, Yargıtay Genel Kurulu’nda onaylanırken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden dönüyor.
Pınar Selek, “hukuk devleti”nin değil, Türkiye “kanun devleti” ve onun, kararları insan hakları açısından uygun görülmeyen yüksek yargı organlarının kurbanı ve mağduru.
Ve, Pınar Selek, Berlin’de yaşamak, ülkesinden uzaklaşmak zorunda bırakıldı.
Pınar, nasılsa, “ağırlaştırılmış” biçimde “ebediyen” hapis yatmayacak. Ama, “Pınar Selek davası”, ebediyen Türkiye’de adalet denildiğinde, bir leke olarak hatırlanacak.
Doğan Akhanlı...
Bir de Doğan Akhanlı var. Yurt dışına gitmek zorunda kalan 12 Eylül mağdurlarından biri. Sürgün yıllarında ağabeyini ve annesini yitirdikten sonra, babasının ölümünü de sürgünde öğrenmemek için herşeyi göze alıp, yurda döner. 10 Ağustos 2010’da. Ve, tutuklanır.
Yargıç karşısına bir hafta sonra 8 Aralık’ta çıkacak. Ama bu arada babasını göremeden kaybeder. Doğan Akhanlı babası birkaç gün önce öldü ve Doğan Akhanlı’nın, önceki gün kaldırılan cenazede babasının tabutunu görmesine bile izin verilmedi.
Bu, zulüm değil midir?
Bu, adalet midir?
Bunun adı hukuk mudur?
Nasıl bir şey olduğunu, insanın böyle bir durum karşısında neler hissedeceğini analarını, babalarını, en yakınlarını kaybetmiş ve onları son bir kez görmelerine, helalleşmelerine izin verilmeyen insanlar pek iyi anlar.
Ahmet Kahraman...
Ahmet Kahraman ile geçen hafta Berlin’de tam 39 yıllık bir aradan sonra tekrar karşılaştık. Ahmet Kahraman, bizim kuşağın çok iyi tanıdığı, başı sıkıştığında haber ilettiği, toplumsal olaylara en duyarlı Ankara gazetecisi idi.
Hakkındaki mahkumiyet kararları yüzünden tam 10 yıldır yurt dışında yaşıyor. “Ankara’yı, İstanbul’u, gazeteciliği özledin mi?” diye sordum. Daldı, “En çok neyi özledim biliyor musun?” dedi, “Çocukluğumun geçtiği Bingöl’ün Karlıova’sının yaylarını. Ata binip şöyle ufka doğru sürmeyi...” Gözleri nemlenmişti.
Vedalaşırken, üstümüzü başımızı kokluyordu. Bir kez daha memleket kokusunu içine çekebilmek, yıllar boyu daha sanki avans alabilmek için.
Ahmet Kahraman, hiçbir vakit şiddete bulaşmadı. Hiçbir vakit, şiddete teşvik niteliğinde bir haber ya da yazmadı; ama Türkiye dışında yaşamaya onu mecbur edecek kadar mahkumiyeti var.
Türkiye’de hukuk düzeninde, kanunlarında, özgürlük alanında çok ama çok ciddi sorunlar, yaralar var.
Wikileaks bilgilerinden, aslında, çok daha tahripkar olan bunlar.
Bunlar durdukça, kim dağdan ovaya iner?
Paylaş