Paylaş
Gelişmeleri, tarihiyle, günüyle, saatiyle bilmek mümkün olmasa bile, "trendler"e bakarak, ya da mevcut "dinamikler"i doğru okuyarak ve değerlendirerek "gelecek tahmini" yapılamaz mı?
Önceki yılın sonlarında konuşmacıları arasında yer aldığım, Dubai’deki bir toplantının başkonuşmacısıydı Lord Robertson. Eski NATO Genel Sekreteri. İskoç olduğundan onur duyduğunu her vesileyle ifade etmeyi alışkınlık haline getirmiş, gençliğinde solcu öğrenci lideri, espri nosyonu hayli gelişmiş bir insandır.
Dubai’deki uluslararası toplantıda onun konuşma başlığı “Ortadoğu 2014” idi. Konuşmasına, “Benden 2014 yılı için Ortadoğu tahmini yapmam isteniyor” diye girdi ve arkasından herkesi güldüren şu sözlerle devam etti:
“Büyük iktisatçı John Kenneth Galbraith, tahmincilerin ikiye ayrıldığını söylemiştir. Bilmediğini bilenler ve bilmediğini bilmeyenler. Ben, birinci gruba mensubum. Bilmiyorum.”
Lord Robertson, tarihi insanların yaptığını belirterek, bu nedenle “sürpriz” unsurunun yani hiç hesapta olmayanın, “bilinmezlik” unsurunun önemine değinmişti.
Bu yaklaşımını destekleyecek nitelikte birkaç örnek sıralamıştı. “Örneğin” demişti, “Berlin Duvarı’nın 1989 yılının 9 Kasım günü, o şimdi bildiğimiz şekliyle yıkılacağını kim tahmin edebilirdi? Kim bilebilirdi? Ya da ‘Arap Baharı’nın 2010 Aralık ayında Tunus’ta bir seyyar satıcının kendisini yakması üzerine patlak vereceğini ve bir ay içinde hem Tunus’ta ve hem Mısır’da onlarca yıldır hüküm süren otokratik yapıların arka arkaya yıkılacağını kim tahmin edebilirdi? Kim bilebilirdi?”
Yıl sonlarında “bir bilen” ya da “daha iyi bilen” veya “bilmesi gereken” diye algılanan bazı insanlardan gelecek yıla dair “tahminler” yapmasının istenmesi adettendir.
Kendi payıma, Dubai’de Lord Robertson’un dinleyeli beri, benzer bir soruya ne vakit muhatap olsam, önce “Bilmiyorum, bilemem” cevabını veriyorum. “Geleceğin bilinemeyeceğini” belirttikten sonra, neden bilinemeyeceğinin izahına girişiyorum.
Bu soru sorulmasa bile, eğer “gelecek” üzerine konuşulmasını öngören bir konferans ya da panelde yer almışsam bile, aynı ifadeleri kullanarak, anlatarak söze başlıyorum.
Bu yıl Kopenhag’da yapılan Bilderberg toplantısında moderatörlüğünü General (em.) David Petraeus’un yaptığı Ortadoğu konulu panelin konuşmacılarından biriydim. Bana, “Ortadoğu’da sınırların değişip değişmeyeceği” hakkında bir soru yöneltti.
Ders kitaplarında, coğrafya atlaslarında gördüğümüz haliyle sınırların değişmeyebileceği, ama sınırların içinde ülkelerin –özellikle Irak ve Suriye’nin- ‘fragmante’ hale geleceği, Yemen’den İsrail’e, Libya’dan bölgenin herhangi bir köşesine, geniş alanda değişik biçimlerde aynı durumun söz konusu olabileceği, ama orta ya da uzun vâdede siyasi sınırların da gündeme gelebileceği mealinde bir cevap verdim.
Irak’ta şimdiki IŞİD öncülü olan örgüte karşı el-Anbar eyaletinde başarılı bir stratejiyi yürürlüğe sokmuş ve Irak Savaşı boyunca, ABD’nin çekildiği gün kadar, Irak’ta belki de tek başarılı siyasetinin sorumlusu olarak ün yapmış olan Petraeus’un, cevabımdan pek hoşlanmadığını verdiği “ironik” tepkiden sezmiştim. Daha “pembe” bir tabloyu dinlemek ister bir hali vardı.
O panelden tam 10 gün sonra, Irak’ın ikinci büyük kenti Musul düştü. Bir ay içinde, IŞİD adını değiştirdi ve Suriye ve Irak topraklarının, bazı Avrupa ülkelerinin yüzölçümünden daha büyük bir bölümünde “İslam Devleti” (İD) ya da kendi kullandıkları tek sözcüklü isimle “hilafet” ilân etti.
2014 yılının ikinci yarısı, tüm uluslararası dengeleri etkileyecek, “tehdit öncelikleri”ni ve dolayısıyla “uluslararası stratejileri” değiştirecek önemde gelişmelere sahne oldu.
David Petraeus’un sorusuna cevap verirken, 10-15 gün hatta bir ay içinde IŞİD’in, Irak ve Suriye topraklarının, Musul’u ele geçirecek, bir yandan Erbil ve Kerkük’e yüklenecek, Bağdat yakınlarından Halep yakınlarına uzanan koca bir alanda “egemen otorite” haline gelecek bir “yeni bölge aktörü” olacağını aklımın köşesinden geçirmemiştim.
Bununla birlikte, gelişmeler, Petraeus’un sorusuna verdiğim cevabı genel hatlarıyla doğrulamış oldu.
Peki, gelişmeleri, tarihiyle, günüyle, saatiyle bilmek mümkün olmasa bile, “trendler”e bakarak, ya da mevcut “dinamikler”i doğru okuyarak ve değerlendirerek “gelecek tahmini” yapılamaz mı?
Genel lâflar ve görüşler serdetmek sorun değil. “Gelecek tahmini” dendiğinde, itirazı mümkün olmayacak genel lâflar değil; daha spesifik şeyler.
Onları bilemezsiniz. Bilmek mümkün değildir.
Dolayısıyla, “Türkiye 2015”i ve “Dünya 2015”i isabetli biçimde tahmin etmek imkânsıza yakındır.
Geri dönüp, 2014’te ne olup bittiğini bir an için hatırlamak bile, söz konusu “imkânsızlık” hakkında ipucu verir. Örneğin, yukarıda sözünü ettiğimiz, IŞİD’in Irak ve Suriye topraklarının bir bölümüne hükmedeceğini, tarihi Mezopotamya ve Levant topraklarının bir bölümünde “hilafet” adıyla Selefi-teokratik bir devlet kurulacağını, bölgeden çekilmiş olan ABD’nin hava kuvvetleriyle de olsa bölgeye geri geleceğini, IŞİD’e karşı bir “uluslararası koalisyon” oluşturacağını, bu “koalisyon”a, ABD’nin bölgedeki tek “formel müttefiki” ve bölgedeki tek NATO üyesi olan Türkiye’nin ayak sürüyen “tek” ülke olacağını, 2013’ün son günlerinde kim tahmin edebilirdi?
2013 yılının son günlerinde (hatta 2014 yılının ilk çeyreği içinde), Kırım’ın Ukrayna’dan kopartılacağını ve Rusya tarafından ilhak edileceğini tahmin edebilen tek bir kişi hatırlıyor musunuz?
Doğu Ukrayna’nın oradaki Rus unsuru üzerinden, Moskova ile Kiev arasında bir çekişme konusu olması yeni bir gelişme değil. Kırım’a dair gelişmelerle birlikte, daha bir ivme kazandı ve daha tehlikeli sonuçlara gebe haline geldi. Asıl önemli olan, Ukrayna sınırlarının –ve tabii onunla birlikte Rusya sınırlarının- değişmesi.
Türkiye’nin güneyindeki ülkelerin siyasi sınırları değişmeden, ülkelerin sınırlarının içindeki egemenlik alanları değişti; bir anlamda iç sınırlar değişti, dış sınırlar anlamsızlaştı. Ama, hiç hesapta yokken, Türkiye’nin kuzeyinde sınır değişiklikleri oldu.
Ve, bütün bunları 2013 sonuna gelindiğinde hiç kimse tahmin etmedi. Edemezdi. 2014 başlarında bile kimse etmedi. Edemedi. Edemezdi.
Yılın sonuna gelip dayandık. Bu yazı, benim imzam altında Radikal’de yayımlanacak olan 2014’ün sondan bir önceki yazısı. Son yazı, yılın son gününde.
2015 bu kadar yakınlaşmışken, bir 2015 tahminim var mı?
Yok. 2015’e dair sezgilerim var.
Basın ve ifade özgürlüğünün başına çok daha kötü şeyler gelmezse –gelebilir de- onları paylaşacak zamanımız olacak.
2014’ün son günü, bu yıl, son kez buluşmak üzere...
Paylaş