Paylaş
Andorra - Türkiye maçını sunan Güntekin Onay'ın bu sözlerini aklınızın bir köşesine yazın. Yani resmi maçlarda sadece bir galibiyet alabilen, rakip ağları sadece 19 kez sarsan, kadrosunda sadece "1", yazıyla "bir" profesyonel futbolcu bulunan takıma karşı Ay Yıldızlı ekip rakibinin atağını kesip, gol bulmak için kontratağa çıkmaya çalışıyor ve onda da başarısız oluyor...
Türkiye, Dünya Kupası'na gitmeye çalışan bir takım. Hasbelkader gittiği turnuvalarda, her nasıl oluyorsa (Hasbelkader buraya da uygun düşer) son yıllarda başarılı sonuçlar da alıyor. Ancak bu takımda 2008'den bu yana ciddi bir sıkıntı var. Önce 2010 Dünya Kupası, peşinden Avrupa Şampiyonası'na 'kesin gidecek' gözüyle bakılan, ancak ikisine de katılamamış bir ülke oluşumuyla karşı karşıyayız. Gol bulmakta zorlanıyor, basit olarak nitelendirilen maçlarda tökezliyor, tökezlemek kalmıyor paldır küldür düşüyor bu takım, Türkiye...
"Milli Takım, kontratağa çıkıyor..." Bu cümleyi Güntekin Onay 30. dakikadan sonra duran topla gelen gol sonrası sarf etti. Yani Andorra, bu kalitesiz (Rakibi aşağılamıyorum, Türkiye karşısında gerçekten 'kalitesiz' sıfatını duymaları kendilerini de kırmaz) ekip bir şekilde topu millilerin ceza sahasına getirmiş ve pozisyona girmeye çalışmış. Hatırlatmak beis görmüyorum, kadrosunda amatör futbolcular ihtiva eden Andorra karşısında Şampiyonlar ve Avrupa Ligi'nde çeyrek final oynayacak 8 Türk futbolcu bulunan ekip karşısında direnmeye çalışıyor... Peki Türkiye ne yapıyor? Açıkçası bunu Abdullah Avcı da dahil olmak üzere 70 milyon (Biraz mübalağadan kimselere zarar gelmez) merak ediyor.
Taktikten bahsetmeye gerek yok... Bu maçta taktikten bahsetmek, diziliş ve taktiklerin 'Kutsal Kitabı'nı yani 'Inverting the Pyramid'i yazan Jonathan Wilson'a hakaret olur zira. Hak veriyorum futbolculara... Dizilişe sadık kalmamaları, antrenman maçından çok daha disiplinsiz oynamaları onların suçu değil sadece. Türk Milli Takımı'nda yer alan futbolcuların en son 15 yıl önce çıktığı, mahalle stadından farksız bir mekanda oynamak psikolojik olarka etkilemiş olabilir. Hatta rakibin kalitesiz oyunu, futbolcuları da bozmuş gibi göründü gözüme. Fakat bu takıma neredeyse hiç şut atma girişiminin olmaması açıklanabilecek bir durum gibi değil, hiç kusura bakılmasın.
Bir duran top ve Arda'nın kişisel çabalarıyla -pek çaba da sarfetmedi ya- oluşturduğu atakla gelen goller beni tatmin etmedi. Kalan maçlarda 5'te 5 yapılsa, tüm istediklerimiz yerine gelse, Türkiye play-off sonrası Dünya Kupası'na gitse bu mentaliteyle Brezilya'da şamar oğlanına çevrileceğimiz aşikar.
Şut çekmekten imtina eden, atak yapmaktan korkan bu takımın hikayesini yazmaktansa, şu yazıyı okunabilir bir alıntıyı koyarsam daha mantıklı olacak sanırım...
"Bir kovboy filminde rol olsaydı, ona, Batı'nın en hızlı ayağına sahip oyuncusu demek doğru olurdu. Daha yirmi yaşını tamamlamadan yüz gole imzasını atmıştı; yirmi beşine geldiğinde ise onu tutacak paratoner hâlâ icat edilmemişti, çünkü sahada yıldırım hızıyla gidiyordu. Nereden geldiği kestirilemeyen Jimmy Greaves bir anda sahanın her yerinde mantar gibi bitiyordu, öyle ki hakemler çoğu zaman onun sahanın dışından geldiğini sanıyorlardı.
- Gol atmayı o kadar çok arzu ediyorum ki, diyordu, sonunda bu bende saplantı halini aldı.
Greaves'in 66 Dünya Kupası'nda şansı pek yaver gitmedi. Hiç gol atamadı. Üstelik sarılık hastalığına yakalandığı için final maçında oynayamadı."
Alıntı Eduardo Galeano'nun "Gölgede ve Güneşte Futbol" isimli eserinden. Neden bunu yazdın derseniz, bu sıkıcı yazı ve sıkıcı maçı biraz renklendirmek daha doğru geldi bana. Hem Jimmy Greaves'in ruhu gelse, Türk Milli Takımı'nı şöyle bir dürtse, Abdullah Avcı'ya bir çift kelam etse fena olmazdı. Ne dersiniz?
Unutmadan, resmi maçlarda tek bir galibiyeti olan, kendisine 3 gol atmayanın arkadaşlar arasında 'Galip sayılmayacağı' bir takımın ağlarına zar-zor 2 tane top sokuşturmak üstüne üstlük "Milli Takım, kontratağa çıkıyor..." cümlesini işitmek beni Macaristan randevusu öncesi biraz üzdü, sindirdi, güvenimi kırdı. Çok sevdiğim Avcı Hoca hiç kusura bakmasın...
Paylaş