Burak Küntay

Türkiye-Rusya Yakınlaşmasının Suriye Meselesi Üzerindeki Etkileri

17 Ağustos 2016
Türkiye-Rusya ilişkilerindeki son dönem gelişmeler, Türk siyasi tarihinde birçok kez tekrar tekrar benzer şekillerde gündeme gelmiştir.

Türk siyasi tarihinde defalarca gündeme gelen bu hadisenin ne bugün ne de daha evvel; bir günde ya da bir hadiseyle ortaya çıkabileceğine inanan birisi değilim. Türk-Rus ilişkileri çok ciddi bir boyutta Osmanlı İmparatorluğu’ndan, 15. yüzyıldan günümüze kadar uzanan temellere dayanır. Nasıl 2015 senesine bir günde gelinmediyse ve bir hadiseyle iki ülke arasındaki ilişkiler harmanlanmadıysa, Kasım 2015’te yaşanan ve neredeyse tarihin Türk-Rus ilişkileri bağlamında en gergin hadisesine sebebiyet veren ve ilişkileri neredeyse bir sene boyunca donma noktasına getiren bu hadiseyle de bitmemiştir.

 

Uçak krizi vuku bulduğunda gerek Türkiye tarafından, gerek Rusya tarafından çok sert açıklamalar yapıldı. İlişkilerin bir daha asla eskisi gibi olmayacağı ve ikili işbirliklerin bir daha tesisinin çok mümkün olamayacağı tarafların resmi ağızlarınca  dile getirildi. Bir sene bile tamamlanmadan gördük ki, iki ülke ilişkileri o yaşanan olaylar olmamışçasına çok daha olumlu, verimli ve geleceğe dair iyi sinyaller veren bir noktaya geldi. Bunun en önemli sebebi; dış politika çıkarlarını ve ülkelerin ulusal menfaatlerini doğrudan etkileyen hızlı değişim ve gelişmelerdir.

 

Rahmetli Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in kimi zaman mizaha konu olan -kanaatimce tam anlaşılmamış- fakat çok önemli olduğuna inandığım bir sözü vardır: “Dün dündür, bugün bugündür.” Devlet menfaatlerinde ve ülke çıkarlarındaki değişiklikler ülkelerin gerek iç, gerek dış politikalarındaki tutumlarını daha sert hatlarla değiştirmelerine vesile olur.

 

Peki, Türkiye-Rusya yakınlaşmasının Türkiye açısından tetikleyici sebebi ne oldu? Hatırlamak gerekirse, Türkiye-Rusya arasındaki yumuşama darbe teşebbüsünün öncesine dayanıyor. Türkiye bilhassa turizm noktasında ekonomik bir sıkıntı yaşarken, bir de üstüne aynı anda IŞİD ve PKK terör eylemleriyle uğraşmak zorunda kalınca, dış politikadaki önceliklerini tekrar değerlendirmeye başladı. Bir de üstüne üstlük bu iki terör örgütüne FETÖ’nün darbe girişiminin eklenmesi de Türkiye’yi aynı anda üç terör örgütüyle uğraşır bir duruma getirdi.

 

Yazının Devamını Oku

Bu sefer başka

29 Temmuz 2016
Türk-Amerikan ilişkilerinin geçmişine şöyle bir baktığımız zaman 1950’lerden itibaren gerginlikler ve sorunlarla dolu olduğunu görürüz.

Soğuk Savaş döneminin henüz başlarında Türkiye’nin NATO’ya alınma süreci ardından Küba Misil Krizi, Johnson mektubu, Büyükelçi Komer olayı, Haşhaş krizi ve Kıbrıs çıkarması Soğuk Savaş döneminde Türk-Amerikan ilişkilerini had safhada gerginleştiren olaylar oldu.


90’lardan sonra; Amerika’nın birinci Irak müdahalesinin ardından Türkiye’ye vaat ettiği desteği tam anlamıyla sağlayamaması, çekiç güç süresinin devamlı uzatılması esnasında yaşanan krizler, Türkiye’nin PKK’yla mücadelesinde Amerika’dan yeteri kadar destek alamadığına dair kamuoyundaki söylemler, ikinci Irak müdahalesi öncesindeki teskere krizi, Amerika Birleşik Devletleri’nin Kuzey Irak yönetimiyle olan ilişkileri, Çuval krizi, son yıllarda Suriye’de, Amerika Birleşik Devletleri’nin PYD ve YPG’ye karşı Türkiye’nin rezervlerine rağmen onlara olan tutumu ve daha niceleri...


Neticede, Türk-Amerikan ilişkileri 1950’ler itibariyle krizlerle ve gerginliklerle dolu dönemlere şahit olmuştur. Bu normaldir. Soğuk Savaş döneminde Rusya’nın sınırında bir Türkiye diğer tarafta batı bloğunun lideri süper güç Amerika, ilişkilerin dönüp dolaşıp kilitlendiği bir hat, Soğuk Savaş parametreleri dahilinde ekseriyetle stratejik ve Rusya’ya karşı hep önlem niteliğindedir.


Gerek Ortadoğu’ya, gerek Rusya’ya sınır, gerekse Akdeniz ve Karadeniz içerisinde bulunan önemli bir NATO ülkesi olarak, Türkiye’nin önemi gücü devamlı olarak Türk-Amerikan ilişkilerinde gerginlik yaratmış ve iki ülkenin farklı çıkar çatışmalarına bu süreçler sahne olmuştur. Bu gerginlikler, Türkiye tarafından gündeme taşındığı zamanlarda her daim Amerika Birleşik Devletleri’nin manevra yapabileceği, geri adım atabileceği ya da olayı üzerinden atabileceği fırsatlar ve açık kapılar olmuştur. Amerikan diplomatların temkinli konuşmaları, hukukun üstünlüğü, demokrasi, Türkiye’nin önemi, ilişkilerin geleceği, stratejik, ticari ve model ortaklık sözlerinin havalarda uçuştuğu ama nihayetinde ilişkilerin rutine dönebilmesi için hep açık kapıların olduğu süreçler yaşadık. Oysa bugün durum çok farklı.


Yazının Devamını Oku

0004

27 Temmuz 2016
Darbe teşebbüsü olduğu günden bu güne kadar her gün yeni bir haberle, yeni gelişmelerle ve bu işin boyutlarını gözler önüne seren bilgilerle karşılaşıyoruz.

Görevden almalar, uzaklaştırmalar, gözaltına almalar hızla devam ediyor. Bunlar şüphesiz devleti zafiyete uğratmak isteyen ve bugün bu işin müsebbibi olan kimselerin cezalandırılması için olmazsa olmazlar. Ama bundan sonraki nesiller için bu hadiseyi ve bırakın buna benzer kalkışmaları; düşünceleri bile ortadan kaldırmak istiyorsak geçmişten itibaren yaptığımız bazı hatalarla yüzleşmek zorundayız.

 

Bu hain terör eylemine imza atanlar ve teşebbüse kalkışanların rütbe itibariyle 1980’lerden itibaren devlete sızdığı söyleniyor. Eğer bu gerçekten böyleyse, o zaman çok acı bir gerçeği kabullenmek zorundayız. 1980’den günümüze kadar Türkiye’de yirmi iki tane hükümet gördük; sağdan veya soldan koalisyonlar yaşadık, çok partili ya da tek partili dönemler gördük. Türk tarihinde önemli iz bırakmış liderlerin başbakanlıklarını ve onların liderliğindeki hükümetleri gördük. Bu hükümetler devlet ve millet için büyük emekler verip önemli vazifeler yapmış olsa da; bugün bu yaşadığımız hadisenin kanaatimce temelinde yatan iki sorunu göz ardı etmişlerdir. Bunlardan ilki şüphesiz ki devlet kadrolarına yapılan atamalar ve tayinlerdir. Çünkü bu menfur saldırıya kalkışanların sayısı ne bir, ne beş, ne on... Devleti çürütmüş bu zihniyet için, on binlerden belki de önümüzdeki günlerde yüz binleri bulabilecek ciddi rakamlardan bahsediyoruz. Bundan böyle Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet kademelerine yapılacak olan her atama, terfi ve işe alımlarda yepyeni bir kriter konulması; doğru bir algı, tayin ve takdir zihniyetiyle devletin yeni nesillerinin vatansever, milletsever doğru ellere teslim edilmesi zaruridir.

 

Ancak beni daha da çok endişelendiren ikinci nokta; otuz altı yıldır belki de gözden kaçan, her şeyden çok felsefi olarak görmezden geldiğimiz fakat  gözümüzün önünde duran bir gerçektir.

 

Yazımın başlığında ifade ettiğim gibi 0004.

 

Yazının Devamını Oku

Türk Dış Politikasındaki Değişimin Temel Sebepleri

23 Temmuz 2016
Türk dış politikasındaki değişimin, ulusal çıkarların küresel konjonktüre ayak uydurmasıyla alakalı olduğu gerçeği gündemimizde kalmaya devam ediyor. Ama her konuda olduğu gibi Türkiye’nin son dönemlerdeki politikalarında yapıcı bir noktaya kayma isteğinin bir katalizörü olduğu gerçeğini unutmamak lazım. Bazen bir, bazen birden fazla...

 

Türkiye, yıllardır mücadele ettiği PKK terörüne ek olarak, ondan tamamen farklı olan IŞİD terörüyle de karşı karşıya. Bir de geçtiğimiz hafta yaşadığımız darbe teşebbüsüyle birlikte Türkiye’yi içten ve dıştan kemiren FETÖ terör örgütünün de bu listenin başını çektiğini düşündüğümüzde, Türkiye kendisini içeride ve dışarıda tarihinde olmadığı kadar büyük bir mücadelenin içinde buldu. Terör, son yıllarda da gördüğümüz gibi sadece bir ülkenin derdi olmaktan çıkıp, küresel bir boyuta taşındı. Eskiden dikey yapılanan terör, artık yatay bir şekilde hücresel yapılanmalarla çok daha kolay ülkelerin huzuruna sirayet edebilen ve ülkeleri terörize edebilen bir hale geldi.

 

Bu noktada terörle mücadele edebilmenin en önemli noktası, başta komşularınızla olan diyaloglarda onlardan destek almak; destek alamıyorsanız da köstek olma ihtimali olan unsurları ortadan kaldırmaktır. Diğer bir deyişle, dostları arttırıp düşmanları dost yapamıyorsanız, onları yansız bir hale getirmek elzem olmuştur. Türk dış politikasındaki son dönemki değişimin önemli bir sebebi de budur.

 

Bu unsur gerek yatırımlar, gerek turizm, gerek ticaret ilişkilerinde bir ülkenin ekonomisini de ciddi anlamda etkilemektedir. Rusya ile yaşanan kriz sonrası Türkiye’nin turizmdeki sıkıntılarını görmemek mümkün değil. Bu hadiseyi sadece Rusya’yla da bağlı tutmamak gerekir.

 

Yıllardır  turizm, yatırımlar ve ticaret konularında Türkiye’nin önemli ortakları haline gelmiş Rusya haricinde AB ülkeleri, Arap ülkeleri ve İsrail ile olan gerginlikleri de ciddi bir şekilde Türk ekonomisini etkilemeye başlamıştır. Terör sıkıntıları başlı başına bir problem yaratırken, bir de ikili ilişkilerin gerginleşmesi turizm ve yatırımlar noktasında ciddi problemler yaratmaktadır. Dolayısıyla bu değişim sürecinin getireceği artılar, artı getirmese bile eksilerin ortadan kaldırılması Türkiye’yi siyasi, sosyal, iktisadi ve güvenlik anlamında rahatlatıp, diğer meseleleriyle daha rahat uğraşabilecek bir konuma getirecektir. Bu hususta takınılan tavır “Bir kere böyleydi” deyip tersini yapmak konusunda çekince göstermek olursa, ülkenin iç ve dış politikadaki manevra olasılığını ortadan kaldırır, ülkeyi kısa ve orta vadede birden fazla problemle mücadele etmeye zorlarsınız. Bu da öngörülemeyen dünya politikasında ve son dönemdeki gelişmelerde Türkiye’yi zorlar.

Yazının Devamını Oku

Sene 2016, Kafa 1960

18 Temmuz 2016
Yıllar yılı darbeleri, başta darbelerle bizzat muhatap olmuş ailemden ve büyüklerimizden dinledim.

Rahmetli dedem İsmail Küntay, 1960 darbesi sırasında Emniyet Müdürü olarak görev yapmaktaydı. Darbenin ilk tutuklananlarından olup Yassı Ada’ya götürüldü. Yassı Ada’da herkes gibi zulme uğradı.

 

Babam, Barlas Küntay 1980 darbesi gerçekleştiğinde Adalet Partisi’nin Genel Başkan Yardımcısı, bakanı ve senatörü idi. Hem annemden hem babamdan Ankara’daki evimize gelen kamuflajlı askerlerin darbeyi bildirdiği anı, babam Demirel ile telefonda konuşurken birden hatların kesilmesini hep dinledim.

 

Bir de tabii ki babamın gazeteci ve milletvekili olarak şahit oldugu iki tane Talat Aydemir darbe denemesi vardı. Hatta babamın birinci darbe girişimi sonrası Talat Aydemir ile Son Havadis gazetesinde yaptığı röportaj hala gazete küpürü olarak evimizde durur.

 

Ben yaş itibari ile o günleri ne gördüm ne de yaşadım. Kitaplardan okudum, aileden dinledim. Bizim yaş grubumuz 28 Şubat gibi, e-muhtıralar gibi süreçleri gördü. Bunlara post-modern darbe dendi ya da başka isimler koyuldu. Bizim yaş grubumuz askerin yolları tutup, TRT’yi alıp, darbe bildirisi okutup “Ordu yönetime el koydu” dediği, Hasan Mutlucan’ın marşlar okuduğu, NATO’ya ve CENTO’ya bağlılıkların bildirildiği bir dönemi hiç yaşamadı. Ne yalan söyleyeyim, hiçbir zaman da bunun olacağına inanmadım. Olmazdı çünkü.

 

Yazının Devamını Oku

Türk dış politikasındaki değişim

15 Temmuz 2016
Türk dış politikasındaki son 10 seneyi hatırlayalım.

İran’la aramızda yaşanan gerginliklere  bakıldığı zaman, İran’ın nükleer kriz esnasında Brezilya Başkanı Lula’da dahil olmak üzere Türkiye’nin aldığı ortak inisiyatifle ilişkiler ısınmıştı. Daha sonraki günlerde daha da iyi noktaya gelen ilişkiler iki ülke liderlerinin yaptığı karşılıklı ziyaretlerle çok olumlu bir hal aldı. Ancak, Arap Baharı sonrasında iki ülkenin ulusal çıkarlarının tezat duruma gelmesi ilişkileri çok ciddi gerilimli bir hale getirmekle kalmadı belli aşamalarda kopma noktasına bile getirdi. Bugün ise durağan bir süreç yaşanıyor.

 

 

Irak’a geldiğimizde, Irak’ın bütünlüğünü 2003’te savunan bir Türkiye vardır. Kuzey Irak Kürt yönetimi ile ters düşen merkezi otorite ile iyi durumda olan bir Türkiye var. Tarık Haşimi’nin Türkiye ziyaretlerinde merkezi hükümete Türkiye’nin desteği had safhadaydı. Daha sonraki süreçte Kuzey Irak Kürt yönetimi ile münasebetler en yüksek seviyede iyileştirilirken merkezi hükümetle gerginlikler üst seviyeye çıktı.

 

 

Suriye’ye gelince durum yine farklı değildi. Yıllarca Hafız Esad’la Türkiye arasında, bilhassa da Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından önceki süreçte yaşanan büyük gerginliklerden daha sonraki dönemlerde oğul Beşar Esad’ın Türkiye ile olan çok iyi münasebetleri ilişkileri yumuşattı. Hatta bir aşamada öyle bir noktaya gelindi ki ticaret, sportif ve kültürel aktivitelerde tarihi anlamda işbirliği patlaması yaşandı. Arap Baharı ile başlayan süreç mezhepsel çatışmaları körükledi ve ikili ilişkiler tarihinde olmadığı kadar gergin bir noktaya geldi.

 

Yazının Devamını Oku

Türkiye - Rusya ilişkilerinde yeni dönem

6 Temmuz 2016
24 Kasım 2015 tarihinde Rus uçağının düşürülmesiyle başlayan süreç, Türk – Rus ilişkilerinde ciddi gerginlikler yarattı.

Bu gerginlikler bazı kimseler tarafından bilhassa yaz döneminde Türkiye’nin güney sahillerinin Rus turistlerden mahrum kalmasına indirgense de; aslında ilişkilerin bozulmasının ve gerginleşmesinin iki ülkeye de çok daha derin etkileri oldu. Şu ana kadar yaşanan tüm olayları; gerginliğin başlayışını ve gelişmesini, daha da önemlisi iki ülkenin bu noktada takındığı tavırları incelemeye kalkarsak asıl noktayı yani sürecin ilerleyişini gözden kaçırabiliriz. Bu vesileyle asıl önemli olan noktaya dikkatimizi çevirirsek; bugünü ve ikili ilişkilerin düzelmesi yolunda izlenecek önümüzdeki günlere dair gelişmeleri göz önüne almak zorundayız.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mektubuyla başlayan bu süreç, Rusya Devlet Başkanı Putin’in mektubu kabul etmesinin ardından dillendirilen olumlu açıklamalarla ümit verici bir noktaya geldi. Bilhassa iki ülke liderinin yapmış olduğu telefon konuşması ilişkilerin daha da müspet bir noktaya ilerlemesi için önemli bir yol açtı. İki ülke Dışişleri Bakanlarının yaptıkları görüşmeler, Rusya’nın Türk işadamları ile ilgili zorluk yaratan problemleri kaldırması ve Rus turistlerin Türkiye’ye gelmeleri noktasındaki kısıtlamaların ortadan kalkmasıyla beraber yeni bir dönem başladı. Buraya kadar gelişmeler beklenenden iyi ve hızlı oldu.

 

Rusya’nın talepleri, uzun zamandır dillendirildiği gibi; Türkiye’nin özrü ve tazminat ödenmesi idi. Farklı lisanlarda farklı yorumlansa da özür işi tamam gibi. Başbakan Yıldırım’ın tazminata yönelik sözleri ise ön şartlardan ikinci kısmın olmayacağına dair. Ancak iki taraf karşılıklı olarak ilişkileri normalleştirme yönünde iyi niyet gösterdikleri takdirde bu şartların karşılanması ya da karşılıklı tavizler verilmesi olasıdır.

 

Bu noktada esas mesele, normalleşme sürecine dair Rusya’nın resmi taleplerinden ziyade  gayri resmi gelişmelerde Rusya ile Türkiye’nin nasıl bir yol haritası izleyeceği hadisesidir.

 

Yazının Devamını Oku

Başkanlığa dair yanlış bildiklerimiz

20 Haziran 2016
Geçtiğimiz hafta iktidar ve muhalefet partileri arasında başkanlık sistemiyle ilgili yaşanan tartışma siyasi gündemi hareketlendirdi.

Bu tartışmanın boyutları ve içeriği öyle bir noktaya geldi ki Amerikan başkanlık sistemi Türkiye’ye adapte edilirse, Türkiye eyaletlere bölünecek gibi bir algı yaratıldı.

 

İnsan ister istemez Türkiye’nin istikbalini bu denli alakadar eden sistemsel bir mevzunun, bu kadar kesin hatlarla çizilmesine ve daha da vahimi bu hatların yanlış bilgiye dayanmasına üzülüyor. Diğer bir taraftan da bakıldığında, tartışma sebeplerinin neden bu noktaya geldiğini anlamak da mümkün. İç politikadaki kaygılar dikkate alındığında sistemin adına Amerikan başkanlık sistemi derseniz, “Vay bunlar Amerikancı!” diyecekler ya da Türk tipi derseniz de milli duracak. “Hükümet Amerikan sistemini getirmek istiyor ve burada eyaletler var, Türkiye bölünecek” derseniz de iç siyasete dönük kamuoyu ve bunun gibi daha birçok iç politikaya dönük yanlış algılar oluşturacaksınız.

 

Tekrar söylüyorum; Türkiye’nin istikbalini belirleyecek, nesillerden nesillere gitmesi mevzu bahis bir sistemden bahsediyoruz. Ancak içeriğinden ve işlevinden ziyade iç politikadaki algısı herkes için çok daha fazla şey ifade ediyor. Böylece bu sistemin neler kazandıracağından ziyade partilerin birbiri üzerinden nasıl oy alacağı ön plana çıkıyor.

 

Başkanlık sistemi bir sistemdir; ABD’deki uygulanışı, Amerika’nın kendi tarihi, kültürel ve sosyo-ekonomik şartlarına göre şekillenmiştir. Arjantin’deki başka, Brezilya’daki başka, Endonezya’daki de başkadır. Yarı Başkanlık mı?  Fransa’da tarihsel, kültürel ve yine sosyo-ekonomik olarak şekillenişi ayrı, Rusya’daki ayrı Portekiz’de ayrı Sri Lanka’da ayrıdır.

 

Yazının Devamını Oku