Pandemi döneminde eve kapanmayla birlikte, muhtemelen sizler de sosyal medyada eskiye göre çok daha fazla zaman harcadığınızı hissediyorsunuz. Hatta daha fazla geçen bu süreler ‘sosyal medya bağımlılığı’ konusunda endişelere neden olabiliyor.
Sosyal medya bağımlılığının detaylarına değinmeden önce, tanım olarak bağımlılığın; hem alkol gibi kimyasal maddeler hem de kumar gibi sosyal davranışların benzer semptomlara neden olduğunu söyleyebiliriz. Bu bağımlılık yapıcı özelliklerin en belirginlerinden biri de bağımlılıkla ilgili nesnelere, görüntülere ve gereçlere yönelik dikkat önyargısıdır. Örneğin sigara bağımlıları, sigara ve sigarayla ilgili diğer uyaranlar konusunda daha dikkatlidir.
Sosyal medya kullanımı ile bağımlılık arasındaki bağlantıyı incelemek isteyen Strathclyde Üniversitesi araştırmacıları, dikkat önyargısının belirgin olup olmadığı üzerine çalıştı. 100 katılımcıya sahte iPhone ekranları sunulan araştırmada, katılımcılardan bir hedef uygulamayı (Siri veya kamera) olabildiğince hızlı ve doğru bir şekilde tespit etmeleri istendi. Yani katılımcılar, ekrandaki diğer uygulamaları görmezden gelmeye çalıştı.
Bazı deneylerde katılımcılara dikkat dağıtıcı farklı uygulamalar gösterilirken, bazılarında Facebook, Twitter, Instagram ve Snapchat gibi sosyal medya uygulamaları gösterildi. Bunun amacı, en yüksek düzeyde kullanım ve etkileşim bildiren kullanıcıların, sosyal medyada daha tipik kullanım düzeyleri sergileyenlere kıyasla, bildirimler olsun veya olmasın, dikkatlerini sosyal medyaya daha fazla verdiklerini gösterdi. Bu çalışma, sosyal medya ile ilgili uyaranlara karşı dikkatli bir önyargı olduğunu ortaya koydu. Bununla birlikte bulgular, bağımlılık yapıcı davranışın temel bir özelliği olan ‘dikkatli önyargının’ varlığını desteklemedi. Örneğin, Facebook'u günde on kez kontrol eden ve gönderi paylaşanların, Facebook hesabını yalnızca haftada bir kez gönderip kontrol eden biriyle benzer bir davranış gösterdiği tespit edildi.
Sosyal medyanın kullanıcıların sağlığı ve davranışları üzerindeki etkilerine dair araştırmalarda ise nispeten farklı görüşler mevcut. Ancak bu çalışma, sosyal medya kullanımının hastalık olarak görülmemesi gerektiğini gösteriyor. Örneğin, sosyal medya kullanımındaki bireysel farklılıklar ile kullanıcıların depresyon ve anksiyete düzeyleri arasında bağlantı görülmüyor.
Ayrıca sosyal medya kullanımının sosyal bağlantıyı güçlendirmek gibi olumlu yönlerini gösteren birçok çalışma da mevcut. Bu araştırma sık sosyal medya kullanımının şu anda geleneksel bağımlılık çerçevelerine tam olarak uymayabileceği görüşünü destekliyor.
Crypto Climate Accord isimli bir grup, kripto para madenciliğinin olumsuz etkileriyle başa çıkmaya çalışıyor. Bu grup, kripto para endüstrisindeki enerji tüketimini, 2030 yılına kadar yüzde 100 yenilenebilir enerjiden karşılayacak şekilde düzenlemeye çalışıyor. Grup, sürdürülebilir blok zinciri ve kripto teknolojisi isteyen CoinShares, ConsenSys, Web 3, Ripple ve Birleşmiş Milletler gibi tarafları bir araya getiriyor.
Kâr amacı gütmeyen Energy Web'in CEO'su Walter Kok, blok zincirinin yeşil enerjiyle çalışır hale gelmesini amaçladıklarını söylüyor. Kripto paralar için artan talep ve bireyler arasında blok zinciri tabanlı çözümlerin benimsenmesi kritik bir konuyu gündeme getiriyor: Teknolojinin artan enerji tüketiminin dünyanın iklimi üzerindeki etkisi.
Kripto paraların daha yaygın hale gelmesi, yenilenebilir enerjiye geçişi zorunlu kılıyor. Energy Web pazarlama direktörü Peter Bronski, Bitcoin'in yılda yaklaşık 136 terawatt saat elektrik tükettiğini söylüyor. Küçük bir kıyaslama yapıldığında Çin, tek başına 2 bin 200 terawatt saat yenilenebilir elektrik üretiyor. Cambridge Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırma ise Bitcoin için yıllık elektrik tüketiminin İsveç'in bir yıl içinde ürettiği elektriğe denk olduğunu gösteriyor. Digiconimist verilerine göre ise Ethereum ağı yılda tahmini 33.6 terawatt saat elektrik tüketiyor. Bu tüketim, Danimarka’nın tüketimiyle aynı seviyede.
Crypto Climate Accord, tüm blok zincirleri dahil olmak üzere kripto para endüstrisi ile birlikte çalışarak, 2030 yılına kadar yüzde 100 yenilenebilir elektrik enerjisi kullanılmasını hedefliyor. Pek çok kuruluş, faaliyetlerini karbondan arındırmak için tek tek adımlar atarken, Crypto Climate Accord endüstri çapında bir koalisyon ve ölçeklenebilir çözümler sunmak istiyor. Bu çalışmalarda en büyük yenilik ise kripto para endüstrisi tarafından ortaya çıkan emisyonların ölçülmesinde kullanılacak, açık kaynaklı standart oluşturulması olacak. Oluşturulacak standart ve geliştirilecek yazılımla birlikte kripto endüstrisindeki karbon ayak izi doğrudan ölçülebilecek. Bu sayede küçük ölçekli gruplarla yapılan ölçümlerin ötesine geçilecek.
Yıllık bazda karbon ayak izi yönünden baktığımızda Bitcoin tek başına Hong Kong ile Ethereum ise Litvanya ile eş değer karbon ayak izine sahip. Kripto para ekosisteminde tüketimler çok yüksek olsa da yenilenebilir enerjiyle desteklenebilme potansiyeli halen yüksek. CoinShares tarafından 2019'da yapılan araştırma, Bitcoin ağının yaklaşık yüzde 74,1'inin Güneybatı Çin gibi bölgelerdeki hidroelektrik santraller sayesinde yenilenebilir enerji ile güçlendirildiği sonucuna vardı.
Dijitalleşme ve dijitalizasyon, son yılların trend konuları arasında yer alıyor. İşletmeler iş süreçlerini dijitale taşırken veya dijitaldeki iş süreçlerini yatay bir şekilde büyütürken dijitalleşme ve dijitalizasyona ihtiyaç duyuyor. Ancak birçok yenilikte olduğu gibi bu iki kelimenin anlamı tam olarak bilinmiyor ve kavram karmaşası yaşanıyor. Dijitalleşme ve dijitalizasyon kavramlarını anlamak, doğru stratejiyi oluşturabilmek için kritik öneme sahip.
Dijitalleşme: Aynı şeyleri farklı şekilde yapın
Dijitalleşme en basit tanımıyla analog verileri dijital forma dönüştürmektir. Fiziksel kağıtları elektronik dosyalara dönüştürdüyseniz, kasetlerden MP3 kayıtlarına geçtiyseniz verilerinizi dijitalleştirdiniz demektir. Modern teknolojinin ortaya çıkışı, bizi çok hızlı bir şekilde dijital çağa götürdü ve ihtiyacımız olan verilerin çoğunu dijital biçimde erişilebilir hale getirdi. Artık bilgi için internette dolaşıyor, akıllı telefonlarımızla fotoğraf çekiyor ve dizüstü bilgisayarlarımızda e-posta gönderiyoruz. Günlük hayatımızdaki bu basit örnekler bile dijitalleşmeyi net bir şekilde tanımlamamızı sağlıyor.
Dijitalleşme günümüzde iletişimi daha hızlı ve daha kolay hale getirdi, bilgiye erişim için bize yeni kanallar açtı. Dijitalleşmeye ticari sektörden baktığımızda ise basit bir tanımla yeni teknolojilerin uygulanmasını içeriyor diyebiliriz. E-postalar ve elektronik veritabanları gibi dijital teknolojilerin ortaya çıkışıyla başlayan süreçte; makine öğrenimi, robotlar ve veri analitiği dünyasına giriyoruz. Özetle dijitalleşme her zaman yaptığınız şeyi yapmak, ancak daha verimli hale getirmek için teknolojiyi kullanmaktır. Dijitalleşmede iş modeli değişmez ancak operasyonel verimlilik artar.
Dijitalizasyon: iş faaliyetlerini teknolojiyle dönüştürün
Dijitalizasyon yeni teknolojinin ışığında mevcut iş modellerini değiştirme sürecidir. Dijitalizasyonun amacı yeni düşünme biçimleri oluşturmak için teknolojiyi kullanmak, bununla birlikte değer yaratmaktır. İşletmeler yeni pazarlara açılmak, yeni ürünler sunmak ve yeni müşterilere hitap etmek için dijitalizasyonu kullanabilir. Bu durum, her yeni teknolojinin mümkün kıldığı farklı türden fırsatların peşinden gitmekle ilgilidir. Özetle dijitalizasyon dijital bir deneyimin dijital meraklı tüketiciye sunulmasını sağlar.
Dijitalizasyona en iyi örnekler; Amazon ve Apple’ın sağlık hizmetlerine geçişidir. Bu teknoloji devlerinin sektöre girişi, dijital teknoloji olmadan mümkün olmazdı. (Özellikle müşteri verilerinin takibi ve analizi konusunda) Bu sayede; biyometriyi takip etmek için giyilebilir cihazların kullanımından hastalıkları teşhis etmek için yapay zekanın kullanımına kadar sağlık sektöründe yeni iş modelleri ortaya çıktı. İşletmeler daha iyi hizmet, daha fazla değer ve daha iyi bir müşteri deneyimi sunmak için teknolojiyi kullanarak, gelecekte dijitalizasyon stratejilerinden yararlanmayı hedefliyor.
Modern çağda dijitalleşme ve dijitalizasyon işletmelerin güncel kalmasını sağlayan iki hayati strateji olarak ön plana çıkıyor. Bu iki kavramın da teorisini bilmek, uygulama kısmında işletmelere gerçekten fayda sağlayacaktır.
Dostluk kavramının tarihine baktığımızda, Yunan filozof Aristotales gerçek dostluğu karşılıklı iyi niyet, hayranlık ve paylaşılan değerler üzerine kurulu görüyor. Aristoteles'in kriterlerini karşılayabilecek bir robot inşa etmek, önemli bir teknik zorluk olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzdeki örneklere baktığımızda bu konuda aslında gelişme aşamasında olduğumuzu görüyoruz. Örneğin; ilk çıktığında tüm dünyanın ilgisini toplayan robot Sophia, davranışları önceden hazırlanan ve bunu temel alarak insanlarla etkileşime geçen bir robottu. Benzer bir şekilde Alexa veya Siri ile bazı ileri testler yaptığınızda da yapay zekanın bu konuda halen gelişmesi gerektiğini kolaylıkla görebilirsiniz.
Bununla birlikte, "robot etiği" alanında, robotlarla herhangi bir dostluk biçimi geliştirip geliştiremeyeceğimiz veya geliştirmemiz gerekip gerekmediği konusunda düşünce birliğine halen varabilmiş değil. Ancak araştırmalar insanların gün içinde kullandığı sıradan makinelerle bile bağlar geliştirdiğini gösteriyor. Bulaşık makinesi fiyatından daha ucuza satın alınabilen elektrikli süpürge, çim biçme makineleri gibi makinelere evcil hayvan isimleri veriliyor. ABD’de Boomer isimli bir bomba imha robotuna operasyondaki başarısı için madalya verilmesi de bu bağ geliştirme sürecinin bir kanıtı niteliğinde.
Ancak akrabalarımızla, arkadaşlarımızla veya sevgilimizle ilişkimizi düşündüğümüzde, Aristotales’in tanımlamasına göre robotlar bu ilişkinin çok gerisinde kalacak. Robotlarla ilişki tamamen eşit bir şekilde ilerlerken, sevdiklerimizle ilişkilerimiz çok azı eşit bir şekilde ilerleyiş gösterir. Ayrıca sosyal bağlılık biçimleri de Aristotalesçi idealden çok uzak konumda.
Sosyal etkileşimin, kendi başına ödüllendirici olduğunu ve bizlerin güçlü bir şekilde ihtiyaç duyduğu bir şey olduğunu biliyoruz. Robotlarla kurulan ilişkilerin, şu anda diğer insanlar tarafından sağlanan fiziksel rahatlık, duygusal destek ve keyifli sosyal alışverişler gibi hepimizin sosyal bağlantı için derin bir şekilde hissettiği dürtüyü gidermeye yardımcı olması muhtemel görünüyor.
Tony J. Prescott.’ın yazarlığını yaptığı ve iSicience’da yayınlanan ‘İnsan-robot ilişkilerinin yararları ve riskleri’ isimli makale bu konuda detaylı bir araştırma içeriyor. Araştırmaya göre fiziksel ve duygusal rahatlık, doğrudan sosyal etkileşim ve başkalarıyla sosyal etkileşim, davranış modellemesi sosyal robotların olumlu etkileri arasında yer alıyor. Örneğin; bakım amaçlı geliştirilen sosyal robotlar, uzun vadeli ilişkilerde insanların en önemli yardımcısı haline gelebiliyor.
Özetle; yapay zeka ne kadar ilerlerlerse ilerlesin, büyük ihtimalle Aristotales’in tanımladığı dostluğu robotlarla kuramayacağız. Ancak bu durumu sosyal robotların hayatımıza küçük bir anlam katacağı yönünde yorumlamak da yanlış olur. Evde bakım süreçleri, alışverişte müşteri karşılama ve eğitim süreçleri sosyal robotlarla çok daha etkileşimli ve etkili hale getirilebiliyor.
Pandemiyle birlikte elektronik cihazlarımızın bizim için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladık. Elektronik cihazlarımız sayesinde sevdiklerimizle iletişimde kaldık, yeni bir şeyler öğrendik, eğlenceli vakit geçirdik, ev içindeki yaşamımızı kolaylaştırdık. Bu durum alışveriş alışkanlıklarımıza doğrudan yansıdı.
Özellikle de uzaktan çalışma ve uzaktan eğitime tüm dünyada adapte olmaya çalışılırken, bilgisayar ve tablet satışlarında zirve yaşandı. Strategy Analytics tarafından paylaşılan 2020 yılı tüketici elektroniği satış istatistikleri de bunu çok net bir biçimde gösteriyor. Strategy Analytics verilerine göre, tüketici elektroniği kategorisindeki satışlarda 2020 yılında yüzde 7’lik bir artış yaşandı. Küresel ölçekte tüketici elektroniği hacmi 358.5 milyar dolara ulaştı. İlk sırada ise tahmin edebileceğiniz gibi kişisel bilgisayarlar yer aldı. Kişisel bilgisayarlar, toplamda 396 milyon adet satış ve 199 milyar dolarlık ekonomik hacme sahip oldu.
Araştırma şirketi Canalys’in paylaştığı veriler de bilgisayar sektöründeki büyümeyi bize net bir şekilde gösteriyor. Tabletleri de bilgisayar kategorisinde ele alan Canalys’in verilerine göreyse, 2020 yılı 4. çeyrek sonuçlarına göre, Lenovo bu 3 aylık dönemde 28.8 milyon adet satışla lider oldu. iPad serisi ile büyük başarı yakalayan Apple ise tabletlerin de bilgisayar kategorisinde tutulduğu raporda 26.4 milyon adet satışla ikinci sırada yer aldı. Dizüstü bilgisayar sınıfında Lenovo’nın en büyük rakibi HP 19.3 milyon adet, Samsung ise 11.5 milyon satış sayısıyla dikkat çekti.
Son yıllarda oyun sektöründeki yükseliş, pandemiyle yeni bir boyut kazandı. Oyun konsolu satışları yüzde 18’lik artış ve 11.9 milyar dolarlık hacmiyle bu dönemin dikkat çekenleri arasında yer aldı. TV satışları ise biraz da sürpriz bir şekilde düşüş yaşayan kategoriler arasında bulundu. Bu dönemde 240 milyon adet TV satışı gerçekleşirken, yüzde 2’lik düşüş dikkat çekti. İnsanların evlerine kapanmasıyla kablosuz hoparlör kategorisinde de yüzde 3’lük bir düşüş yaşandı.
Tüketici elektroniğine artan talep, üreticileri de zor durumda bırakıyor. Teknoloji devleri bu dönemde siparişlere yetişmekte zorlanıyor. Özellikle de yarıiletken hammadde stoğundaki azalma, üreticileri zor durumda bıraktı. TSMC ve Samsung gibi döküm yapan şirketler, üreticilerden gelen siparişleri karşılayamadıklarını duyurdu. Benzer bir durumu akıllı telefonlarda da görüyoruz. Örneğin; Apple modem tedarikinde yaşadığı sorunlar nedeniyle 2021 yılında iPhone 12 üretiminde hedefine ulaşamayacağını duyurmuştu. İşlemci ve çeşitli donanım bileşenlerinin üretiminde yaşanan azalma, önümüzdeki aylarda ürünlerin fiyatlarını da doğrudan etkileyecektir. 2021’in ilk yarısı sonrasında bizi nasıl bir tablonun karşılayacağını hep birlikte göreceğiz.
Teknoloji gelişimi yaşam tarzlarımızda değişime, yaşam tarzlarımızdaki değişim ise teknolojinin gelişimine neden oluyor. Birbirini besleyen bu iki değişkenle, günümüzde artık tıpkı elektrik gibi internetsiz bir dünya düşünmek de artık mümkün değil. İş, eğitim ve sosyal hayat için internet olmazsa olmazlarımız arasında yer alıyor. Son yıllarda tüm dünyanın internete erişiminde önemli bir artış yaşanıyor. Bunda altyapı çalışmaları büyük bir rol oynarken, Google gibi şirketlerin çalışmalarına devam ettiği internet balonları, tüm dünyada erişimi mümkün hale getirecek.
Çevrimiçi varlık ve sosyal medya yönetim platformu Hootsuite, küresel ölçekte internet kullanıcı sayısına ve sosyal medya kullanımı alışkınlıklarına yönelik yeni istatistikler paylaştı. Hootsuite verilerine göre, küresel ölçekte yıllık bazda internet kullanıcı sayısı 316 milyon arttı. Bu artışla birlikte tüm dünyada internet kullanıcısı sayısı 4.66 milyara ulaştı.
İnternet kullanan kişi sayısında yaşanan artış, sosyal medya kullanımına da doğrudan yansıdı. 2020 yılında 12 aylık süreçte tüm dünyadaki sosyal medya kullanan kişi sayısı 4.2 milyara ulaştı. Bu da toplam dünya nüfusunun yüzde 53’ü anlamına geliyor. 2020 yılında her gün 1.3 milyondan fazla kişi, sosyal medya kullanmaya başladı. Sosyal medya kullanımı alışkanlığına baktığımızda ise dünyada internette geçirilen büyük bir sürenin sosyal medya geçtiğini görüyoruz. Küresel ölçekte sosyal medyada geçirilen ortalama süre 2 saat 25 dakika iken, Filipinler 4 saat 15 dakika ile bu kullanımda lider konumda yer alıyor. Japonya, günde ortalama 51 dakika sosyal medya kullanımıyla bu listede en son sırada bulunuyor.
Ortalama bir internet kullanıcısı, zamanının 7-8 saatlik kısmını internette geçiriyor. Bu da haftalık 48 saatlik ortalama bir süreye den geliyor. Yaklaşık 7-8 saat uyuyan bir kişi, uyanık kaldığı sürenin yüzde 42’lik kısmını internette geçiriyor. Küresel ölçekte internette geçen süre ise yaklaşık 12 trilyon saate karşılık geliyor.
Ayrıca şu anda dünya nüfusunun yüzde 66,6’sına denk gelen 5.22 milyar kişi akıllı telefon kullanıyor. 2020 yılında akıllı telefon kullanıcısı sayısında yüzde 1,8’lik artış yaşanırken, mobil bağlantı sayısı 8.02 milyar oldu. Mobil bağlantı sayısının bu denli yüksek olması, bazı kişilerin birden fazla telefona sahip olmasından ve bazı izleme-kontrol sistemlerinde mobil bağlantı kullanılıyor olmasından kaynaklanıyor.
Son yıllarda kullanımı yaygınlaşan Robotik Süreç Otomasyonu veya daha kısa bir ifadeyle RPA; veri girişlerinin yapılması, belgelerden bilgilerin toplanması ve dosya aktarma gibi tekrarlı görevleri yerine getirmede oldukça başarılı işlere imza atıyor. Aslında bir çalışanın gün içinde yaptığı rutin tuşa basma, kopyalayıp veri aktarma işlemleri, RPA ile otomatik hale geliyor. Üstelik bu işlemler daha yüksek hacimli bir şekilde RPA tarafından daha hızlı yapılabiliyor.
2000’li yılların başında RPA yazılımları kısmen de olsa insan müdahalesine ihtiyaç duyarken, son yıllarda tamamen otomatik bir şekilde çalışır hale geldi. Yapay zeka ve makine öğreniminin entegrasyonuyla, karmaşık işlevleri de yerine getirebilen bir otomasyon aracı ortaya çıktı. Hatta standart RPA’in bir adım ötesi olan Akıllı RPA, karar verme yetisine de sahip oluyor. Böylelikle insan gözetimine bağlılık ortadan kalkıyor.
Infoholic tarafından yayınlanan ve 2025 yılı pazar tahminlerini içeren araştırmaya göre sağlık hizmetleri alanında RPA, yüzde 20 yıllık bileşik büyüme oranına sahip olacak. Enterprise Technology Research (ETR) tarafından yapılan ankete göre RPA girişimlerini uygulayan veya planlayan kuruluşlar, üretkenliği artırmanın en önemli amaç olduğunu ve yüzde 78’inin bu kazanımları şimdiden gerçekleştirdiğini belirtti. Automation Anywhere tarafından yapılan, 4.000’den fazla müşteri, Global 2000 ve Fortune 500’den yüzlerce yöneticinin katılımıyla yapılan anket de benzer bir tablo ortaya koyuyor. Bu ankete katılan şirketlerin yüzde 63’ü akıllı otomasyon popülaritesinin arttığını ve kendilerinin de aktif olarak RPA ile ilgili çalışmalar yaptıklarını belirtiyor.
Salesforce'da Kıdemli Başkan Yardımcısı Wing Yu ise RPA ile 40 bin saatin üzerinde zaman tasarrufu sağladıklarını söylüyor. RPA kullanımındaki artışta COVID-19’un da büyük bir etkisi bulunuyor. Gartner tarafından yapılan Mayıs 2020 tarihli araştırma, sağlık hizmeti sağlayıcılarının yalnızca yüzde 5'inin salgın öncesinde RPA'e yatırım yaptığını, ancak yüzde 50'sinin önümüzdeki 3 yıl içinde RPA yatırımı yapmayı planladığını ortaya koyuyor.
Mevcut uygulamalarla sorunsuz bir şekilde bütünleşen RPA, bir çalışanın yaptığı gibi diğer sistemlerle etkileşime geçiyor. Üstelik bunun için RPA’e kullanıcı adı ve parola tanımlamak yeterli oluyor. İşletmenizdeki iş süreçleri için geliştireceğiniz RPA yazılımıyla; tekrarlayan manuel dijital görevler otomatikleştirilebilir, personellerin farklı ve yaratıcı alanlarda katma değer katmasını sağlanabilir, çalışanların verimliliği ve iş memnuniyetleri artırılabilir, yatırım kazancı sağlanabilir.
Pandeminin etkisiyle tüm dünyada sağlık kuruluşlarının zor durumda kalması, siber saldırılarda sağlık kuruluşlarının hedef almasına neden oluyor. Sağlık kuruluşları, vatandaşların verilerini güvenli bir şekilde koruyabilme konusunda zor bir süreçten geçiyor. Bu dönemde kişisel verilerin tehlikeye atılmasında, kötü amaçlı yazılımların yayılmasında, fidye yazılımlarda ve siber istismarlarda eşi görülmemiş bir artış yaşanıyor. Şu anda COVID-19 aşıları tüm dünyanın odak noktası haline gelmişken, bu konudaki dolandırıcılık amaçlı reklamlar, sahte bilgiler ile kişisel verileri elde etme amaçlı girişimler büyük bir tehlike oluşturuyor.
İsrail merkezli yazılım şirketi Checkpoint Security’nin paylaştığı veriler de bu alandaki tehlikeyi gözler önüne seriyor. Ocak 2021’de paylaşılan verilere göre 2020’nin sadece son 2 aylık döneminde siber saldırılarda yüzde 25 oranında bir artış yaşandı. Kasım 2020 öncesinde Checkpoint Security haftada ortalama 652 siber saldırı bildirirken, Aralık sonunda bu sayı haftalık 813’e yükseldi. Ayrıca küresel ölçekte sağlık kuruluşlarını hedef alan siber saldırıların yüzde 45 artması da bu alandaki tehlikeli tabloyu gözler önüne seriyor. Bununla birlikte sağlık kuruluşlarına yapılan siber saldırılar, tüm endüstrilerdeki siber saldırıların iki katını geçmiş durumda.
Bu artışa ülke bazlı baktığımızda yüzde 250'nin üzerinde artışla en dramatik yükselişi Kanada yaşarken, onu yüzde 220 artışla Almanya izledi. Genel listeye bölge bazlı baktığımızda ise sırasıyla yüzde 145 ile Orta Avrupa, yüzde 137 ile Doğu Asya, yüzde 112 ile Latin Amerika ve yüzde 67 ile Avrupa yer aldı.
Checkpoint Security özellikle de fidye yazılımların, botnetlerin, uzaktan kod çalıştırma ve DDoS saldırılarının bu dönemde artış gösterdiğini belirtiyor. Ayrıca Checkpoint Security’e göre sağlık kuruluşlarının fidye taleplerini karşılamasının daha muhtemel görülmesinin de bu saldırılarda ana hedef olmasının nedenleri arasında yer alıyor.
Checkpoint Security araştırmacılarına göre tüm dünya pandemiyle başa çıkmaya odaklanmışken, siber saldırgınlar da bu odağı kendi yasadışı amaçları için kullanmaya devem edecekler.
Elbette dijital dünyada siber saldırıları sıfıra indirmek çok da gerçekçi bir hedef değil. Ancak kuruluşların bu konuda alabileceği basit önlemler var. Örneğin, birçok siber saldırı BT ve güvenlik personellerinin çalışma olasılığının düşük olduğu hafta sonları ve tatil günlerinde gerçekleşiyor. Dolayısıyla bugünlerde ekstra önlemler almak büyük avantaj sağlayacaktır. Ayrıca çalışanların kötü amaçlı e-postalar konusunda eğitilmesi ve güvensiz bağlantılara erişmemeleri konusunda farkındalık yaratılması da bir diğer önemli konu diyebilirim. İlgili BT ve güvenlik personellerinin Truva atlarına, yani zararlı kod içeren yazılımlara karşı her zaman hazırlıklı olması da büyük önem arz ediyor.