Bu çabalarda kullanılan birçok ürün, yöntem ve teknoloji var. Botoks, kimyasal peeling, lazer uygulamaları, ultrasonik teknolojiler, bunların başlıcaları.
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Kliniği Öğretim Üyesi ve Akupunktur uzmanı Doç. Dr. Funda Aksu, kozmetik akupunkturla gelen sağlıklı beden enerjisini anlattı:
VÜCUDUN ECZANESİ
“Kozmetik akupunktur, yüzde ve vücudun bütününde akupunktur noktalarına dışarıdan herhangi bir madde enjeksiyonu yapmadan, sadece iğne girilmesiyle uygulanan bir metot. İçteki sağlıklı beden enerjisinin yüzde dışa yansımasını sağlayan bir antiaging tedavisi. Kozmetik uygulamalara ilgi, günümüzde artarak devam devam etmektedir. Kozmetik uygulamaların birçoğunda doğal olmayan yöntemlerin kullanılması ile yüze dışarıdan uygulanan ilaçların vücutta alerjik reaksiyon gibi yan etkilere neden olduğu bilinmektedir. Bu durumda, akupunktur gibi sadece vücuda iğne girilmesiyle yapılan tedaviler ön plana çıkmıştır. Kozmetik akupunktur uygulamaları, her geçen gün daha fazla kullanılmaktadır. Akupunktur uygulamasında, vücudun kendi eczanesini kullanmaktayız. Kozmetik akupunktur uygulamasında, ilk önce bütün vücutta enerji akışının dengelenmesi gereklidir. Akupunktur uygulamasıyla, yüzde tonusun artışı sağlanırken, deri esneklik kazanmakta ve kanlanma artmaktadır. Böylece, bu dokularda bir yenilenme meydana gelir.
Özet olarak; kozmetik akupunkturun tamamen vücudun öz sistemlerini harekete geçirerek yapılan bir tedavi uygulaması olmasıyla kozmetik uygulamalarda daha fazla yer alacağı düşünülmektedir.
Hastane, Sağlık Bakanlığı Verimlilik ve Kalite Daire Başkanlığı tarafından yapılan değerlendirmede 96.28 puan alarak ‘A Plus Hastane’ seçildi. Ayrıca bu başarı, hastanenin sağlık turizminde de yetkin ve yeterli olduğunu tescillemiş oldu. Bu başarıda bilime olan yatırımın büyük önem taşıdığına dikkat çeken EÜ Rektörü Prof. Dr. Necdet Budak, şunları söyledi:
ÖZVERİLİ ÇALIŞMA
“Daha kaliteli hizmet vermek için oluşturduğumuz birimlerimiz, bilime yaptığımız yatırımlar ve özverili çalışanlarımız bu başarıyı elde etmemizde önemli rol oynadı. Bu sonuç sağlık turizmi açısından da çok önemli. Hastanemiz, YÖK nezdinde üniversiteler arasında akademik performans bakımından tıp alanında birinci, üniversite olarak ise üçüncü sırada yer alıyor. Tıp Fakültesi, Tıp Eğitimleri Programı Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği tarafından 2023 yılına kadar 2’nci kez akredite olarak hizmet kalitesini tescillendirdi. Hastanemizi bu noktalara taşıyan tüm mensuplarımıza bir kez daha teşekkür etmek istiyorum” dedi.
SAĞLIK TURİZMİ
Artık A Plus Hastane kategorisinde yer alan EÜ Tıp Fakültesi Hastanesi, sağlık turizminden de daha çok pay alacak. Sahip olduğu donanımlı altyapısının yanı sıra cerrahlarının uluslararası alandaki başarılarıyla yabancı hastaların da dikkatini çeken hastane, Türkiye’nin ‘sağlık turizmi’ alanında önemli bir referans merkezi haline geldi. Birçok ülkeden hastalar, cerrahi başta olmak üzere organ ve doku nakli için Ege’yi tercih eder hale geldi. Hastane, sadece ülkemizin değil, Balkanlar, Kafkaslar hatta Avrupa’nın önemli referans hastanelerinden birisi. Ege Üniversitesi Organ Nakli Araştırma ve Uygulama Merkezi, organ naklinde dünyanın söz sahibi olan merkezlerinden. Merkezde yılda ortalama 100 böbrek, 100 karaciğer, 10-15 kalp, 2 akciğer ve 200’e yakın kornea nakli yapılıyor. Ayrıca hastanın ihtiyacı durumunda merkezde çoklu organ nakli de gerçekleştiriliyor.
HASTANENİN
Ancak alerjik nezle ve alerjik astım çok daha yaygın ve önemli. Alerjik nezle, hastaların günlük yaşantısını birçok yönden olumsuz etkiliyor. Hastaların yaşantısını çekilmez kılabilen, ancak öldürücü bir hastalık olmayan alerjik nezle, ölümle sonuçlanan trafik kazalarına neden olabilir. Alerji hastalarının trafikte yaşayabileceği sorunları ve çözüm önerilerini Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahiliye Kliniği Alerji Uzmanı Prof. Dr. Ali Kokuludağ anlattı...
ANTİHİSTAMİNİKLERE DİKKAT
“Alerjik nezle, burunda kaşıntı, arka arkaya defalarca hapşırma, bol miktarda su kıvamında burun akıntısı veya burun tıkanıklığıyla karakterize bir hastalık. Şiddetli bir hapşırma sırasında vücudun sarsılmasıyla birlikte gözlerin kapanması nedeniyle kişinin yol ile bağlantısı kesilir, araba kontrolsüz kalır. Alerjik nezle ile ilgili şikayetlere genellikle göz şikayetleri de katılır ve gözlerde kaşıntı, kızarıklık, sulanma ve bazen de şişme olabilir. Bu göz şikayetleri hastanın görmesini bozarak sürüş güvenliğini bozar. Alerji, gece hastanın uyku düzeninin bozulmasına yol açar. Bu hastanın konsantrasyonunu bozar, performansını düşürür. Bu durum da araba kullanmayı olumsuz etkiler. Diğer bir olumsuz etki ise tedavide kullanılan antihistaminik adını verdiğimiz ilaçlar tarafından oluşturulur. Bu ilaçlar sersemliğe neden olabilir ve araba kullanmak gibi kişinin dikkat etmesi gereken işlerde problemlere yol açabilir.
ALERJİK HASTA NE YAPMALI?
Bahar aylarında soluduğumuz havada bol miktarda bulunan polenler trafik güvenliğini bozan başlıca alerjenler. Polenlerle teması en aza indirmek için, özellikle rüzgarlı havalarda dışarıya çıkılmaması, pikniğe gidilmemesi önerilir. Önceden antihistaminik bir ilaç kullanılabilir. Ancak bu ilaçlar belirtilerin oluşmasını önlemede yetersiz kalabilir. Bir antihistaminik kullanılacaksa bunun sersemliğe yol açmayan yeni nesil bir antihistaminik olmasına dikkat edilmeli. Aşı tedavisi gibi daha etkili tedavi yöntemi, uygun kişilerde kullanılmalı. Şehir içinde dahi araba kullanırken, camlar açılmamalı. Ancak bu yeterli değil. Arabanın havalandırma sistemi, dışarıdaki polenle dolu havayı hastanın en hassas olduğu burnuna ve gözlerine doğru püskürtür. Bu nedenle kapatılmalı. En iyisi arabanın polen filtresi olmasıdır. Bu filtreler çok küçük partiküllerin arabanın içine girmesini engellemektedir. Ayrıca alerjik hastalarda parlak güneş ışığı, belirtileri başlatabilir. Bu nedenle hastalar dışarıya çıkarken veya araba kullanırken koyu camlı gözlük kullanmalı. Arı alerjisi olan kişiler, arı ile karşılaştığında telaşa kapılır. Arabanın içine arı girdiğinde telaş etmemeli, arabayı sağa çekip camları açarak arının dışarıya çıkması sağlanmalı. Bir de ilaç alerjisi olan kişiler, alerjik oldukları ilaçların bir listesini kimliğinin yanında olacak şekilde cüzdanında taşımalı.”
Bu rahatsızlığı yaşayanlar rahatça oturmakta, yemek yemekte ve çalışmakta zorlanır. Kısacası kişilerin yaşam kalitesi düşer. Kuyruk sokumu ağrıları, özelikle kadınlarda görülen ve toplumda sık rastlanan bir durum. Pek çok kişinin yaşadığı bu rahatsızlığı adı ‘koksigodini’ ya da ‘coccyx’; halk arasındaki adıyla ‘kuyruk sokumu batması’.
Hastalarda tipik olarak otururken ağrı olduğunu, ortalama 40 yaş civarı yakınmaların başladığını dile getiren ortopedi ve travmatoloji uzmanı Prof. Dr. Haluk Hayri Öztekin, nedenleri arasında aşırı şişmanlık, zor doğum, travma, kırık, posttravmatik artrit, lumber disk, araknoidit, pilonoidal kist ve bazı tümörlerin sayılabileceğini söyledi. Hastalarda genelde kalça arka adaleler üzerine sertçe düşme öyküsü bulunduğunu kaydeden Öztekin, düşmeden bir süre sonra hastaların sert yerlere uzun süre oturamamaya, sırt üstü yatamamaya ve bazen dışkılama esnasında ağrı hissetmeye başladığını ifade etti, şu bilgileri verdi:
KIL DÖNMESİYLE KARIŞTIRMAYIN
“Aynı bölgede oluşabilen kıl dönmesi iltihaplarıyla çok karışan bu rahatsızlığın konusunda tecrübeli bir ortopedist veya omurga cerrahı tarafından muayene edilmesi gerekiyor. Elle muayene önemli olduğu kadar dinamik çekilen röntgenler ve 3 boyutlu bilgisayarlı tomografi yardımıyla tanı rahatlıkla koyulabilir. Kuyruk sokumu kemiğinin kırıldığı veya yerinden oynadığı olgularda bile ameliyat nadiren gerekiyor. Başlangıçta özel oturma minderlerinin bir miktar faydası olur, ağrı için rektal yoldan ağrı kesici fitiller kullanılabilir. Bazı hekim dışı çekme, yerine oturtma gibi uygulamaların hiçbir yararı olmamaktadır. Ayrıca 6 ayı aşmış kronik vakalarda, ilaç veya fizik tedavi de yarar sağlamaz. Tek çözüm, deneyimli bir hekim tarafından yapılacak özel manipülasyon ve bölgesel kortizon enjeksiyonları. Dikkatlice yapılan tuşe ile kuyruk sokumuna ve pelvis kaslarına 2-3 dakika kadar manipülasyon uygulanır. Daha sonra bölgesel kortizon ve lokal anestezik ilaç karışımı kemik üzerine enjekte edilir. İşlem bir miktar ağrılıdır, ancak dayanılmaz değildir. Ayrıca lokal anesteziye gerek yoktur ve ofiste kolaylıkla uygulanabilir. Tedavi sonrası özel oturma minderleri 3 hafta kullanılmalıdır. Nüks vakalarda işlem bir kez daha tekrarlanabilir. Çok inatçı vakalarda ise kuyruk sokumu kemiği ameliyatla çıkarılır.”
Bu ağrıların nedeni de genelde sıradan şeylerdir. Ama yine de prensip olarak “Baş ağrısıdır, nasılsa geçer” diye düşünmemekte, özellikle de tekrarlayan, sıklığı ve şiddeti giderek artan baş ağrılarını ciddiye almakta fayda var. Eğer kronikleşen, tekrarlayıp duran baş ağrılarından şikâyetçiyseniz, yapmanız gereken en önemli şey bu konuda uzmanlaşmış nörologlardan yardım istemektir. Özel Tınaztepe Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Egemen Vardarlı ile migreni konuştuk.
GENETİK YÜK ÖNEMLİ
Migren en sık görülen baş ağrısı sebeplerindendir. Dünya sağlık örgütü verilerine göre 1 milyon kişinin yaşadığı bir yerde her gün 3 bin kişi migren krizi yaşamaktadır. İzmir nüfusu yaklaşık 4 milyon olarak kabul edilirse her gün İzmir’de 12 bin kişi migren nedeniyle mutsuz olmaktadır. Migren hastalarının yüzde 70’inin ailesinde migrenli başka bir birey de mevcuttur. Genetik olarak yatkın kişiler muhtemelen çevresel veya hormonal-kimyasal bir tetikleyici ile baş ağrısına yakalanır. Ağrı yavaş başlar, 1-2 saat içinde şiddetlenir, yüzde 70’inde bulantı, yüzde 50’sinde kusma olur. Ses, ışık ve kokular hastayı rahatsız eder, günlük işleri yapamaz hale gelir. Başının hareket etmesi rahatsızlığını artırır. Bazen ağrı öncesi ‘aura’ adını verdiğimiz, genellikle görsel belirtiler (ışıklı, pırıltılı, zigzaglı görme veya körlüğe benzer görememe) olur. Aura dönemi 15-20 dakika sürer, maksimum 1 saat içinde düzelir. Ağrı ise 4 saatten 72 saate kadar sürer, sonrasındaki gün de sanki fırtınadan çıkmış bir gemi gibi halsiz bırakır. Sonunda da kaybedilmiş gün veya günler hem hasta hem de sevdikleri ve yaptığı iş ile ilgili ciddi kalite sorunu yaratır.
NELER YAPILABiLiR?
BESLENME: Çok hızlı yemek,
öğün atlamak, susuz kalmak, bazı
peynirler, çikolata, portakal, mandalin
Hepimizin bildiği gibi bel ağrısı söz konusuysa hemen fıtıkla eşdeğer tutulur. Aslında ikisi aynı şey değil. Bel ağrısı sadece bir yakınma ve çok sık görülüyor. Çok değişik nedenlerle bel ağrısı gelişebilir. Erişkinlerin yüzde 85’i hayatlarında en az bir kez bel ağrısı atağı geçiriyor. Ayrıca her 4 kişiden 1’inin doktora gitmeyi gerektirecek kadar bel ağrısı bulunuyor. Bel ağrısının nedeni genellikle iyi bir sorgulama, hastayı dinlemekle anlaşılabiliyor. Her beli ağrıyana film çekmek gerekmeyebiliyor. Ayrıca hiç yakınması olmayan kişilerin MR filmlerinde radyologlar tarafından ‘bel fıtığı’ olarak rapor edilebilecek bulgular yüzde 25...
NEDENLERİ ÇOK FARKLI
Bel ağrısının kaynağının zayıflamış bel kasları, omurlar arasındaki disklerin yıpranması, aşınması, omurların arkasındaki küçük eklemlerin bozulması olduğunu dile getiren beyin ve sinir cerrahı Prof. Dr. Mehmet Zileli, bunların birden fazlasının ağrıya neden olabileceğini, hastaların genellikle ‘mekanik bel ağrısı’ denilen bir tanı aldığını söyledi, şöyle devam etti: “Mekanik bel ağrısının nedenleri arasında bedensel işler yapmamak (büro işi yapanlar, öğretmenler, sağlık çalışanları, ev hanımları), egzersiz yapmamak, bel ve karın kaslarının zayıflaması, kilo almak, kötü postürlerde (öne eğilerek) çalışmak sayılabilir. Bel fıtığı ise omurlar arasında yer alan disk dediğimiz kıkırdak yapının yer değiştirmesi ve bacağa giden bir siniri sıkıştırmasıdır. Bel fıtığında bel ağrısına ilaveten bacak ağrısı da olur. Genellikle mekanik bel ağrısı olan kişilerde gelişir. Ani hareket, yoğun çalışma, kötü postürde yük kaldırma, bel fıtığını başlatabilir.”
TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Tedavi hakkında da bilgi veren Zileli, şunları söyledi: “Bel ağrısı kronikleşmeden tedavi edilmeli. Önemli olan ağrıya neden olan alışkanlıkların giderilmesidir. Bunlar arasında kilo vermek, öne eğilerek işler yapmamak, otururken dik pozisyonda oturmak, bel ve karın kaslarını güçlendirici egzersizler yapmak, sigarayı bırakmak önerilir. Akut bel ağrısı atakları sırasında 3-5 gün istirahat etmek, ağrı kesiciler kullanmak yeterli olur. Ancak bel ağrısı kronikleşirse ya da kişinin günlük yaşamını bozacak düzeye gelirse fizik tedavi, ilaç tedavisi, bele yapılan enjeksiyonlar ve seyrek olarak cerrahi girişimler uygulanabilir. Bel fıtığı tedavisi ise biraz daha farklıdır. Bacak ağrısı çok şiddetli değilse ve ciddi bir güçsüzlük yaratmadıysa 1 hafta kadar istirahat, ağrı kesiciler almak yeterli olabilir. Bel fıtığına yol açan disk parçası genellikle 3-4 hafta içinde küçülür ve bacak ağrısı geçer. Yani bel fıtığı kendiliğinden iyileşebilen bir hastalıktır. Ancak 3-4 hafta içinde iyileşmediyse ve kişinin iş ve sosyal yaşamını olumsuz şekilde etkiliyorsa fizik tedavi ve cerrahi tedavi uygulanabilir.”
FİLMLERİ DEĞİL
Tekno-doktor, robot-doktor ya da tıp-mühendisleri artık her yerde konuşuluyor. Genetik mühendisliği, DNA Rekombinant teknolojisi, nanoteknoloji ve sibernetik öne çıkan kavramlar. Son nokta ise ev ortamında tedavi, yani MEMBS. Yani ‘mikroelektromekanobiyolojik’ uzaktan erişimli ve ultra sensitif tıbbi cihaz sistemler... Yaşamsal verilerin sürekli izlendiği, analiz edildiği ya da vücuda yerleştirilebilen aktif tıbbi sensörlerle organ fonksiyonlarının denetlendiği ve hatta acil durumlarda ilk müdahalelerin yapıldığı, fonksiyonu bozulan organların kök hücreden geliştirilen ya da klonlanan yeni organlarla değiştirildiği bir yaşam biçimi oluşturulacak. Böylelikle, yakın gelecekte, gelişmiş tıbbi merkezlerin mikro benzerlerinin ev ortamına adapte edildiği smart-home denilen akıllı evlerde ikamet ediyor olacağız. Merkez hastanelere entegre ev mikro hastaneler, gelişmiş mobil tıbbi mühendislik hizmetleriyle online-realtime bir sağlık sistemi yaratılacak. Konuyu Medicalpark Hastanesi Başhekim Yardımcısı Dr. Zeki Hozer anlattı...
GEN TESTLERİNE ÖZEL İLAÇ
14 Nisan 2013’te İnsan Genom Projesi tamamlandı. Genom açısından tüm insanlardaki farkın 1/1000 olduğu düşünülürse, bu insanlık tarihi için muazzam bir başarı. Bu proje sonrası ortaya çıkan genom modellemesi, her insan için yüzde 99.9 oranında benzer. Bundan sonrası artık genlerin genom proteinlerini kodlayan bölümlerinin yerini tespit edip yeniden dizmek. Yani hastalıkları kodlayan genlerin peşinde olacağız. Ya da bir mikrobun genom haritasını çıkararak birkaç saat içinde salgın hastalık izini sürebileceğiz ve gen testlerine özel ilaç yazabileceğiz. Tanı ve tedavi kavramlarının yeniden tanımlandığı bir gelecekten söz ediliyor. Daha doğmadan hastalıklı genlerin ayıklandığı bireylerden oluşacak bir toplum modellemesi daha yüksek sesle dile getiriliyor. Ana tema, sürdürülebilir sağlıklılık ve hasta olmadan yaşam olarak görülüyor. Hastalık sonrası tedavi ekseninden hasta olmayı engellemeye yönelik bir anlayışa geçiş olacak. Edilgen değil, etkin bir hasta profiline hizmet veren bir tıp söz konusu. Kişiye özel tedavi formatının öne çıktığını da belirtmek durumundayız. Geleceğin tıbbi argümanlarını şu şekilde özetleyebiliriz: Kişisel ya da kişiye özgü tıp, hastalıklı genleri ayıklanarak doğan bireylerden oluşan bir toplum, ev ortamında mikro hastanelerin olduğu ‘smart-home’lar, mobil mikro bakım üniteleri nedeniyle mega hastanelere gereksinim duyulmaması, tıp doktorluğundan tıp mühendisliğine geçiş, kişiye ve hastalığa özel ilaç, yanlış tanı ve tedavinin olmaması.”
Uyku dengesini altüst ediyor, ağrılara yol açıyor, mutsuzluk hissi veriyor, yorgun düşürüyor. Depresyon, yeni bin yılın yaygın sağlık sorunlarından biri. ‘Duygudurum bozukluğu’na erken tanı konulması önemli. Manik depresif duygudurum bozukluğu ya da depresyon nedir, riskleri nelerdir? Bu soruların yanıtlarını Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşegül Yıldız bakın nasıl veriyor...
“Kalp nabzı, beyin ise duygudurumu düzenler. Aslında ‘duygudurum’ kavramıyla kastedilen moral, özgüven, zevk alabilme, düşünebilme, konsantre olabilme, risk değerlendirme yetisi, enerji düzeyi, iştah ve uyku gibi parametreler. Bunların ne normalden az ne de çok, ancak optimum düzeyde olması bizi sağlıklı, üretken ve mutlu bireyler yapıyor. Bu parametrelerin bozulması da klinik açıdan belli bir yoğunluk ve sürede olduğunda ‘depresyon’ olarak bilinen çökkün, karamsar ruh hali veya ‘bipolar bozukluk’ ya da diğer adıyla ‘manik depresif bozukluk’ olarak karşımıza çıkıyor. Depresyon ile manik depresif bozukluk, kısaca ‘duygudurum bozuklukları’ olarak isimlendiriliyor ve birlikte düşünüldüklerinde her 4 kişiden 1’ini yaşamları boyunca en az bir dönem etkileme riski taşıyor.
KİŞİ NELER YAŞIYOR?
Manik durumlarda kişide uykuda azalma, sinirlilik artışı ya da engellenme eşiğinde düşme, öfori dediğimiz taşkın kabarmış duygudurum, aşırı özgüven artışı yaşanabilir. Duygudurum bozukluğu olan kişilerin yüzde 25’i yaşamlarından vazgeçerek en az bir kez intihar teşebbüsünde bulunabiliyor; yüzde 15’i yaşamlarını bu şekilde kaybedebiliyor. Daha şiddetli olgularda gerçeği değerlendirmenin bozulması da duygudurum ataklarına eşlik edebiliyor. Ancak zamanında fark edilerek tedbir alındığında tedavi edilebiliyor. Doğru teşhis ve doğru psikofarmakolojik yaklaşım ve düzenli takip şart. Bu olmadığında kişi sadece duygudurum dalgalanmalarının sebep olduğu ruhsal ve maddi kayıplara maruz kalmıyor, aynı zamanda beyninde hücre ve sinaptik bağlantı kaybı da yaşıyor.”