Bazı bağlanma kuramcılarına göre, bir kişinin erişkinlikte başka insanlarla kuracağı ilişkinin niteliği ve insanlardan beklentileri, bu kişinin küçüklüğünde annesiyle (ya da bakım veren kişiyle) kuracağı bağlanma ilişkisi ile belirlenir. Anne ve çocuk arasındaki sıcak duygular, özellikle korku ve stres anlarında birbirlerine sağladıkları rahatlık ve destek, bağlanmayı oluşturur. Bağlanma iki taraflı bir ilişkidir ve her iki tarafın da birbirinin ihtiyaçlarını karşılaması ile gelişir.
Bebeğin, ana-babasıyla iletişiminde kullandığı ve hayatının ortalama ilk dokuz ayında geliştirdiği davranışlarına bağlanma davranışları denir. Emme, sokulma/uzanma, bakış, gülümseme, ağlama bebeğin başlıca bağlanma davranışlarıdır.
Erken dönem anne- çocuk ilişkisindeki bozulmaların hem o andaki çocuğun duygulanımında hem de sonraki psikolojik sorunların gelişim üzerindeki önemi oldukça dikkat çekicidir.
Bağlanma ilişkisinde tetiklenen duygular:
-Anne ve bebek arasındaki ilişki düzenli ve doğru devam ederse -> neşe ve güvenlik hissi, özgüven, özdeğer duygularının gelişimi
-İlişki tehdit edilirse ve sağlıksız devam ederse -> kıskanma, kaygı, öfke vb. duygularının bireye yerleşmesi
-İlişki koparsa, bir şekilde anne kaybı olursa - > yas, hüzün, depresyon şeklinde gelişir.
Sağlıklı bağlanma oluşturulursa sosyalleşme artar. Bir çocuk iyi hissettiğinde ve annesinin nerelerde olduğunu bildiğinde oyun arkadaşı aramaya başlar, bulduğunda ise onunla oynar yani sosyalleşebilir.
Birçok çift aile danışmanına/evlilik terapistine boşanmadan önceki son adım, “Bunu da denemedik demeyelim” diye başlıyorlar konuşmalarına. Çok da inanmıyorlar aslında düzelebileceklerine. Çünkü kendi aralarında defalarca düzeltmeye çalıştıklarını, birbirlerine şans verdiklerini düşünüyorlar. Herkes kendine düşeni fazlasıyla yaptığını, artık tükendiğini ve dayanamayacağını anladığını da belirtiyor. Çoğu durumda da eşlerden biri boşanmaya kararlı iken diğeri boşanmanın gerçekliğiyle yani eşinin gerçekten ciddi olduğunu görünce son ya da gerçek çırpınışlarına başlıyor. Aile terapistinden de bir o kadar beklentisi yüksek oluyor haliyle.
Çiftler, zamanında yani umutlar tükenmeden gelinen bir noktadaysa evlilik sorunları adım adım, geleceğe dönük planlamalarla ve yapılanmayla çözümlenebiliyor. Bu başka bir yazının konusu olacağı için boşanma kısmına daha çok dikkat çekmek istiyorum.
Acele karar vermeyin
Boşanma aşamasına gelen çift gerçekten her şeyi denediğine, kendi aralarındaki iletişim tarzı, adil ve objektif değerlendirebilme, ciddi bir özeleştiri aşaması, güvenilir büyükler ya da dostlardan fikir alma, evlilik terapistinden destek alma, kendini geliştirmeye, eşine ve ilişkisine kendini adama, ahde vefa gibi birçok düşünsel, davranışsal ve etik değerlendirmeleri yaparak bu karara vardıysa gelinen nokta boşanma olabiliyor. Bu değerlendirmelerle bu noktaya gelindiyse çoğu zaman sağlıklı bir karar da olabiliyor. İşin içindeyken insan sağlıklı karar verip veremediğinden emin olamayabilir haliyle bazen çoğu uzman bile sizi yanlış yönlendirebilir, aman dikkat! Acele karar vermemek iyi. Adil bir değerlendirme yapmak için kendinize veya eşinize de zaman tanımak ilk en önemli aşama diyebiliriz.
Türkiye'de boşanma nedenleri
Türkiye’deki boşanma oranlarının artmasının ardında, nedenlerine baktığımızda çok da sürpriz olmayan verilerle karşılaşıyoruz aslında. Verilerin TÜİK (2017) ve gayrı resmi yani terapilere gelen çiftlerden alınan bilgilere göre olduğunu belirtelim. Nedir bu nedenler?
-Cinsellikle ilgili yaşanan sıkıntılar,
-Her türlü şiddet,
Alışkanlıklarımız günlük yaşamımızda rutin yaptığımız davranışları tanımlamaktadır. Alışkanlıklar olumlu ve olumsuz olabilirler. Her gün aynı saatte yatmak, diş fırçalamak, her gün yürüyüş yapmak olumlu alışkanlıklardır.
Gece geç saatlerde uyumak, gece ağır yemekler yemek, sigara içmek ise olumsuz alışkanlıklar. Belli bir rutini olan olumsuz alışkanlıkların tekrarlanması her zaman bağımlılık olarak değerlendirilmez.
Bağımlılık, alışkanlığın bir sonraki evresidir. Bağımlılığın tam olarak oluşması demek bağımlılık ile ilgili davranışın rutin ve aşırı ölçüde yapılmasıyla değerlendirilir. Yapmadan duramama, kişi zarar görse de alışkanlığından vazgeçememe, istese de bırakamama, onsuz yapamayacağını düşünme gibi duygular ve düşünceler baskındır.
Bağımlılık kişinin bir nesne, kişi ya da olguya aşırı muhtaç hale gelmesidir. Bağımlılığı besleyen en önemli etken keyif verici bir dış faktörün olmasıdır. Zevk ve keyif dışarıdaki bir şeye bağlıdır. En cazip yanı ise kişileri kaygı ve gerginlikten uzaklaştırabilmesidir.
Alkol, madde, sigara gibi bağımlılıklar tıbbi sorunlara yani ciddi hastalıklara yol açarken diğer bağımlılık türleri daha çok duygusal ve sosyal sorunlara yol açar. En yaygın bağımlılıklar; alışveriş, kumar, estetik operasyon, yeme, video-oyun, spor, sosyal medya-internet ve cinsel bağımlıklardır.
Bağımlılığın her türlüsü sonuçları bakımından kişinin yaşam kalitesini düşürür. Çünkü bağımlı olunan dışında başka bir şey mutlu edemez kişiyi. Hangi tür bağımlılık türü olursa olsun ekonomik kayıplar da başlar.
Psikolojik bağımlılığı daha baskın olan oyun bağımlılığını örnek alırsak; Akşam yedi ile dokuz arası bilgisayar oyunu oynamayla geçiren ve bunu rutin olarak her gün yapan bir kişi, ertesi gün sınavı varsa ya da bir arkadaşıyla ilgili bir programı olduğunda oyun oynamaktan o gün için vazgeçebiliyorsa bu bir alışkanlıktır. Ancak, başka bir sorumluluk ya da sosyal aktivitesi olduğunda dahi oyun oynamadan duramıyorsa, her geçen gün bilgisayar başında geçirdiği saatler uzuyorsa, okula veya işe gitmeme, kişisel bakımını dahi yapamama durumuna geldiyse o zaman bu oyun bağımlılığına dönüşmüştür diyebiliriz.
Alışkanlıkları değiştirmek mümkün mü diye sorarsanız evet mümkündür. Önce kişinin zihinsel olarak kendini hazırlaması ve karar alması önemli ilk adımdır.
Uzun süreli karantinanın depresyon, stres, duygusal dalgalanmalar, uyku bozuklukları, yeme düzensizlikleri, sinirlilik gibi psikolojik etkileri görülmektedir. Kişisel özgürlük ve faaliyetlerin korunması, açık iletişimin sürekliliği, yaşamsal ihtiyaçlara ulaşılabilirlik, teknolojiyi lehimize kullanmak gibi unsurlar karantinanın olumsuz etkilerini azalmaktadır.
Karantina koşullarının nasıl daha iyi olabileceği ile ilgili yapılan araştırma ve önlemler kapsamında bazı benzer durumda ve koşullarda olan kişi ve gruplar ele alınmış. Bunlar; kutup bölgesi araştırmacıları, astronotlar, denizaltı çalışanları, petrol sondaj kulesi çalışanları, mağara araştırmacıları ve kaşifler gibi kişi ve gruplar örnek temsil etmiş. Farklı fiziki ve konforsal koşullara sahip olsalar da izolasyon kavramı çerçevesinde psikolojik ihtiyaçlar ve sıkıntılar açısından büyük oranda benzeşme gösterdiği belirlenmiş. Olağandışı koşullarda yaşayan insanların yeni koşullara uyum sağlamak için kullandığı en yaygın strateji bir rutin oluşturmak olduğu belirlenmiş. Yeniden bir rutin oluşturmak, kontrolün kişide olduğu hissi yaratır, her gün için tutarlı bir program oluşturarak belirsizlik hissinin azalmasına yardımcı olur.
Günümüzde hala kaşifler kitap okumanın, müzik dinlemenin, kağıt oynamanın, yemek pişirmenin zamanı doldurmak ve belirsizlik hissinden uzaklaşmak için iyi yöntemler olduklarını söylüyorlar. Mümkün olduğu durumlarda rutine egzersiz eklemek de sıkılma ve monotonluk duygusuna karşı etkili bir yöntemdir, aynı zamanda stres düzeyini de azaltır.
Karantina koşullarında yaşarken isteksizlik ve motivasyonsuzluk ile başa çıkmanın kolaylaşması için ihtiyacımız olan, gelişmeye, bir amaca/amaçlara ve küçük başarılara odaklanmaktır, bunlar yeterlilik hissi yaratırlar ve bu sayede stres azalır. Karantina koşullarında uzun süre aynı insanlar ile çok yakın olmak da stres verici olabilir. Diğerlerine karşı toleranslı olmanın ve diğerleri tarafından tolere edilebilir olmanın önemi çok fazladır. Olası tartışmaları azaltabilmek için bireysel sınır koyabilme becerisi kritik önemdedir.
“Her salgın eski şeyleri siler, yeni bakış açıları ve hayat tarzları inşa eder” kuralı, sürecin fizyoloji ve psikolojiye etkilerinin bilinmesini gerektirmektedir. Covid-19 bazı hasarları sebebiyle fizyolojiyi ciddi düzeyde etkilemektedir. Psikolojik açıdan ise hastalarda ve geniş kitlelerde anksiyete, stres ve davranış bozuklukları oluşturabilmektedir. Ancak doğru, sağlıklı ve akılcı değerlendiren bireyler için bu süreç psikolojiyi onaran, hayatı daha güvenli, hijyenik ve daha disiplinli hale getiren bir durum da olabilmektedir. Psikoloji ve fizyoloji birbirini besler, destekler. Bundan dolayı korku ve umudumuzu dengede tutabilmek son derece önemlidir.
Özetle hem küresel bazda hem de ülkemiz açısından baktığımız zaman Covid-19 salgını sürecinden herkes kendi payına düşeni alarak çıkacaktır. Hem fiziki açıdan hem de psikolojik açıdan sağlıkla atlatanlar olduğu kadar atlatamayanlar da olacaktır. Artan aile içi şiddet ve boşanmalar, tahammülsüzlük, nefret artışı, ben merkezli yaklaşımların yükselişi, duygu durum bozuklukları gibi birçok kalıcı etkiler de görülebilecektir.
Bu eninde sonunda geçecek bir süreç, yeni normlar ve normaller olacaktır. Kaygımızı yönetebilmeyi, sınır koyabilmeyi, ev içi yaşantımızı dengeleyebilmeyi öğrendiğimiz ve kişisel olarak da ülke olarak da birçok yeni kazanımlar ve gelişimlerle çıktığımız bir süreç olması ümidiyle…
Sağlıkla kalalım…
Yalnız ebeveynlerin ilk üç yılı en stresli zamanlardır. Stresi oluşturan en yoğun nedenler, maddi ve sosyal durumların yeniden yapılanma süreci olmasından kaynaklanır. Başarılı bir yalnız ebeveynin ön koşulu özgüveninin tekrar onarılması gerekliliğidir.
Yalnız ebeveynlerin çocuk büyütürken karşılaştıkları zorluklar şu şekildedir:
Yukarıda bahsedilen genel durumlar olarak görülmelidir. Her durumun zorlukları olduğu gibi güçlü yanları da mevcuttur. Ebeveynlerin yalnız kalma nedenlerine, yapısına, şartlarına, bakış açı ve dünya görüşlerine ve hatta eski eşin (diğer ebeveynin) desteğine göre zorlukların şiddeti ve algılanışı değişmektedir.
Yalnız ebeveynler ve çocukları etiketlenmemeli, onlara sorunlu olacakları gözüyle asla bakılmamalıdır. Günümüzde birçok yalnız ebeveyn bulunuyor. Söz konusu ebeveynlerin çocukları için türlü zorluklara katlansalar da çocuklarını ellerinden geldiğince ve şartları doğrultusunda, olabilen en iyi şekilde yetiştirmek için büyük gayret içinde olduklarını da hatırlatmak isterim. Ve son olarak yalnız ebeveynli ailelerin sıkıntıları olduğu kadar bütünlüğünü korumaya çalışan ailelerde de türlü zorluk ve sıkıntılar olabilmektedir.
Stres, insan için yeni bir olgu, bütünüyle günümüze ait bir durum değil... İlk çağlarda yaşayan insan da avını bulmak, avını saklamak, karnını doyurmak, vahşi hayvan ve yaşamdan korunmak için stres yaşıyordu.
Stresi geçmişte doğanın getirdikleri yaratırken, bugün insanın yarattıkları yaşatmaktadır.
Sağlığı tehdit eden durumlar stresle yakın ilişki içindedir. Örneğin; maddi sıkıntılar, gürültülü ortamlarda yaşamak, ekonomik krizlere maruz kalmak, birikim-tasarruf yapamamak, fazla hayat değişikliğine maruz kalmak, sağlığı tehdit eden meslek gruplarında olmak (iş kontrolü sağlanmayan, fiziksel şartları ağır olan, baskı-rekabet-risk içeren vb. mesleklerde çalışmak)
Stres çoğu kez olumsuz bir içerikle kullanılmakta yani stresin olumsuz etkileri konu edilmektedir. Oysa stres zararlı olduğu kadar yararlıdır da. Stres aşırı doz ve güçte olduğu zaman insana zararlı olmakta, zihinsel ve fizyolojik işlevlerini kesintiye uğratarak performans ve verimini olumsuz etkilemektedir. Buna karşılık belli doz ve güçteki stres bireye heyecan ve canlılık vermekte, bireyi tetikte tutmakta, adeta başarının ön şartı işlevi görmektedir. Bu yüzdendir ki stresi ortadan kaldırmak değil, istediğimiz düzeyde tutmak, olumlu amaçlarımız için kullanmak önemlidir.
Her insanın günlük yaşamında stres yapacak pek çok faktör bulunur. Stres sadece olumsuz olaylardan değil, olumlu olaylardan da kaynaklanabilir. Örneğin iş ya da okulla alakalı bir etkinlikte sunum ya da konuşma yapması gereken bir durumda kişinin kaygılanması ve heyecanlanması stres yapmasına sebep olabilir. Bu bazen tatil bazen de düğün için bile olabilir.
Hepimiz stresi farklı yaşarız. Aynı olaya herkes farklı yorumlar ve farklı tepkiler verir. Bu farklılığın kaynağı, kişilik özelliklerimizden, yaşamsal şartlarımızdan, zihinsel değişkenlerimiz gibi birçok faktöre bağlıdır. Yani stres verici durumun kendisinden daha çok kişinin psikolojik ve kişilik özellikleri de önemlidir.
Bu bağlamda herkesin stresle baş etmesi farklılık gösterir. Kimisi daha kolay, daha akılcı daha sakin karşılayıp çözüm üretebilirken kimisi daha zorlanır, baş edemez ve baş etmek için sağlıksız, kısa yoldan kazanç getirecek yollara başvurabilir.
Bazı insanların strese daha dayanıklı olduğu bilinmektedir. Bu durum bilim insanlarının dikkatini çekmiş ve araştırmışlardır. Yapılan araştırmada aşağıdaki özelliklere sahip olanların stresli durumlara ve yaşama rağmen daha sağlıklı yaşamayı başardıkları görülmüştür:
Değersizlik hissiyle birlikte kendini sevmeme duygusu bir kez zihninizde yer edindiyse aksine inanmak zor gelebilir. Hatta güzel olmadığınız, başarısız olduğunuz, kimsenin sizi sevmediği gibi kendi yarattığınız masallara inanır durursunuz. Kendinizi olduğunuz gibi kabul ettiğinizde, onayladığınızda ve sevdiğinizde, her şey zamanla yoluna girecektir.
Kendini sevmek ve onaylamak, güven ortamı yaratmak, kendine güvenmek, layık olduğunu düşünmek ve kendini olduğu gibi kabul etmek, kişinin kafasının içinde yeni bir düzen ve daha sevecen ilişkiler kurması demektir.
Kendini ve bedenini seven bir kişi ne kendini ne de başkalarını kötüye kullanır. Çünkü kendini onaylama ve kabul etme, kişinin hayatının her boyutunda olumlu değişimlerin olması için temel bir anahtardır.
Kendini sevmek, hiçbir şey için kendinizi eleştirmemeyle başlar. Kendinize gösterdiğiniz anlayış ve şefkat bu kısır döngüden çıkmanızı sağlar. Bu nedenle kendinizi eleştirmek yerine kendinizi onaylamayı denemelisiniz. Çünkü ruhsal ve bedensel sorunları çözen sihirli değnek kendini sevmek ve onaylamaktır. Kendinizi iyi hissettiğiniz zaman, hayatınız da düzgün gidecektir. Aşık olduğunuz dönemlerde sorunlar yokmuş gibi hissedebilirsiniz, kendini sevmek de aşık olmak gibi güzel duyguları ve güzel olayları size getirecek, sizi havada dans ediyormuşçasına hafif hissettirecek bir süreçtir. Yani kendinizi sevmek iyi hissetmenizi sağlar.
Kendimizi sevmeyi başarmanın bazı aşamaları kısaca şöyle:
1. Duygularınızın size verdiği acıyı hissetmeye ve sorumluluğunu üstlenmeye istekli olmalısınız. Yani ilk adım olarak her türlü olumlu olumsuz duyguya kucak açın ve kendinizi anlamaya çalışın.
2. Öğrenmeye hevesli olmanız da önemli. Bilinçli olarak kendinizi sevmeyi öğrenmeye çalışın. Bakış açınızı genişletmek de size çok yardımcı olabilir. Bilmediğiniz yerler keşfetmek perspektifinizi büyütebilir.
3. Yanlış inanışlarınızı ortaya çıkarın. “Beni endişelendiren, depresyona sokan, bana suçluluk, utanç, kıskançlık, öfke, yalnızlık ya da işe yaramazlık hissi veren tüm acı verici duygular hakkında neler düşünüyor veya ne yapıyorum?” sorusunun cevabını yine kendi içinizden, yani duygularınızdan bekleyin.
- Başarılı olmak istiyorsanız durağanlığın size her anlamda zarar verdiğini bilmelisiniz. Asla karar vermekten korkmayın. Ne kadar aktif bir yaşam sürdürürseniz hayatınızı o kadar güzel biçimde sürdürme imkânı elde edersiniz. Başarıya ulaşmak için aktif olmalı ve üzerinizdeki yılgınlığı bir kenara atmalısınız.
- Hayatınızla ilgili planlar yaptığınızda çok karmaşık biçimde düşünmeyin. Hedeflerinizi ve hayallerinizi ifade ederken kısa birkaç cümlelik özetle yetinin.
- Yaşamınızı sürdürürken de mümkün olduğu kadar sade bir tarz benimsemeye gayret edin. Basit düşünüp sade yaşamak şaşırtıcı derecede yaratıcılığa zemin hazırlar. Siz zihninizi ve yaşamınızı gereksiz ayrıntılardan arındırdıkça hayatınızın bir anda ne kadar da renklendiğine tanık olacaksınız.
- Geçmişe takılıp kalmayın. Geçmişte yaşadığınız olumsuz hayat deneyimleri moralinizi bozmasın. Yaşamın her “an”ı yeniden başlamak için fırsattır. Bu nedenle başarılı bir insan olmak için belli takvimler belirlemeye gerek yoktur. İçinde bulunulan her an, aslında yeni başlangıçlar yapmaya uygun birer zaman dilimidir.
- Başarıya giden yolda karşınıza çıkan engeller mutlaka olacaktır. Bu engelleri aşmak için iradeli olmanız ve yılmadan çalışmanız gerekebilir. Ancak bazı durumlarda vazgeçmeyi bilmek de şarttır. Vazgeçmenin çoğu zaman önemli kazanımlar sağladığını bilerek esnek bir yaşam felsefesi benimseyin.
- Yaşam bizim günlük hayatta yaptığımız küçük büyük tüm tercihlerin toplamıdır. Bu nedenle küçük detayları da önemseyin ve hayatın her anında nitelikli davranışlar sergilemeye gayret edin.
- Hiçbir zaman yaptığınız işte tek bir seçeneği göz önünde bulundurarak hareket etmeyin. Çünkü tek bir seçenekle yetinmeniz halinde işler ters gittiğinde çaresiz kalabilirsiniz. Her zaman elinizin altında birden fazla seçenek olsun. A seçeneğini tükettiğinizde B seçeneği hazır olsun. B seçeneği de işe yaramazsa C ve D seçenekleri de hazır vaziyette bulunsun.
- Başarıya giden yolda hayaller çok önemli bir yer tutar. Çünkü hayal etmek kişiyi motive eder ve hayallerin gerçekleşmesini sağlar. Ancak hayal edilen şeye ulaşmak için