Ağırlıktan yanlara doğru hafif açılmış dört ayağı, odunları koymak için büyük, hava ayarı için küçük sürgülü kapakları vardı.
Borular önce tavana doğru yükselir, sonra dirsekle döner, duvardaki deliğe girerdi.
Bir-iki yerinden telle tavana ya da duvarlara bağlanırdı borular, ki başımıza düşmesin.
Soba altlıkları, üzeri teneke ile kaplı tahtadan yapılırdı. Kenarları dört parmak yüksekliğinde ve yapan ustanın zevkine göre çivinin ucuyla süslenirdi...
Yakıldığında genelde evi duman basardı. Kapıyı-pencereyi açardık ve paltolarımızı giyerdik, baca ısınıp da sıcak hava doğal yolunu bulana ve ev ısınana dek. Ve ısındıkça çıtır çıtır sesler gelirdi borulardan, toplanırdık teneke sobanın başına.
Sobalar evin fırınıydı, ocağı, çocukların çalışma salonu, kestaneci, mısırcı, çayhanesi, büyüklerin kütüphanesi, kedinin uyku yeri, ailenin toplantı mekánı...
Duvarlara takılan kalorifer petekleri aslında bizi bölüyordu, farkında değildik. Kız ile oğlan odalarına çekildiler. Anne yemeği mutfakta yapıyor artık.
Baba kitabını nerede okusa olur.
Evi artık duman basmıyor, hep birlikte yaşanan minik duman savaşının o unutulmaz işbirliği son buldu. Yuvalar odalara dağıldı, kestaneci gitti, mısırcı orda değil, çay ocağı kapandı, kedi kayboldu ortadan...
Hikáyeler, anılar, sohbetler, bir arada olmanın o damak tadı, o yuva olmanın ısısı bitti...
Bir teneke soba giderken neler götürdü bizden farkına varmadık bile.
(.........)
"Doğalgaza çok zam geldi" diyorlar:
"Zam geldi, ısınmak artık daha pahalı..."
Modern hayat böyle istiyor, ne yapacaksınız?
Bu size medeniyetin getirdiği ağır fatura gibi gelebilir, ama bir teneke sobanın götürdükleri yanında lafı mı olur a dostlar.