Ama vatandaşlarımızın göle-ırmağa-denize çişlerini yapmamalarını sağlamak zor bir şeydir.
‘AB’ye alınmak hakkımız’ diyorsunuz, oluyor.
Ama öbürü öyle olmuyor.
Genelde insanoğlu suyu gördüğünde çişi gelir. Ve aziz vatandaşlarımızda suya işeme güdüsü güçlüdür.
Yok eğer ‘AB’ye uyum içinde çiş’ yapmak istediniz ve siz aydınlık Türkiye için; sitenin olsun, restoranların olsun, otellerin olsun, kıyı kasabasının olsun tuvaletine attıysanız kendinizi...
Sonuç değişmiyor...
O yeri yöneten her kimse; pahalı fayanslarla, özenli sistemlerle, kaliteli malzemelerle, çişinizin bir damlasını zayi etmeden alıp ırmağa-göle-denize ulaştırıyor.
Onlar, yoksul insanlar gibi incecik yapacak değiller.
Fabrikanın yağlı-asitli-zehirli-öldürücü atıklarının vanaları açıldığında, zengin olmanın şanına yakışacak biçimde ırmakta-gölde-denizde ne balık kalır ne canlı.
Bir anda Kızılırmak, Menderes, Ergene, Sakarya renkli akabilir. Ya da denizler kırmızı olabilir.
*
Keza politikacıların tahareti...
En güzel koylara santral kurmaktan, en güzel göllerin kıyısına sanayi sitesi yapmaya... Belediyelerin denizi çöplük olarak kullanmasından, kentlerin kanalizasyonlarını denize-göle-ırmağa bağlamaya kadar...
Onlar da su görünce tutamıyorlar.
En büyük çevre kirliliklerini devlet eliyle yaptılar görgüsüz politikacılar.
*
İşte; son örneği Bodrum-Torba’da, bir günde denizin lağım çukuruna dönmesi ile iktidarın çevrenin içine edenlere verdiği iki yıllık ek sürenin denk gelmesi rastlantı değil.
Çünkü ortada bir ulusal suç var.
Vatandaşından işadamına, belediye başkanlarından politikacılarına, toplumundan iktidarına kadar...