URFA’nın dar taş sokaklarında tatlıcı çırakları, boş tepsilerin kenarına vura vura ritim tutup bir ceylan türküsünü söylerlerdi:
‘Vay kara gözlü ceylana
Bulanmış al kızıl kana
Yavrusunu avcı vurmuş
Bak ağlıyor yana yana...’
O ceylanlar bitti.
Çok azı Ceylanpınar’da telle çevrilmiş bir alanda -numunelik olsun maksat- tutuluyorlar.
Tıpkı tükenen Anadolu kaplanı, vaşak, sarı sırtlan, geyik, toy kuşu, dağ keçisi ya da yok olan öbürleri gibi.
*
Arkadaşlarımız Metin Sertoğlu ve Yalçın Doğan yazdıktan sonra neyse ki kızıl tilki ile yaban koyunlarına dikkat etti devlet.
Çünkü dünya çevre-doğa bilimcileri yıllar önce (1906’da) kızıl tilkinin adını ‘Vulpes kurdistanika’, dağ koyunumuzun adını da ‘Armaniana’ koymuşlardı, bunu şimdi duydular bakanlar-bürokratlar.
Bakan çok kızdı...
Kızıl tilkilerin adını değiştirdiğini söyledi.
Tüm bu olanlardan tilkinin haberi yoktu ve bu durumda onlar ikiye ayrılmışlardı:
- Vatansever tilkiler.
- Bölücü tilkiler.
Her ne kadar koyun olursa olsun, yaban koyunları da keza.
*
Ben tilkiden yanayım.
Bu duyarlılığı gösteren devlet adamları, doğanın-çevrenin-hayvanların-ormanın-denizin-ağacın hiçbir zaman farkına varmadılar.Sadece çıkarları olduğu zaman yok ettiler, sattılar, vurdurdular, peşkeş çektiler, bitirdiler.
Oysa bu zenginlikler bizi biz yapar, ya da yapmaz...
Uygar dünya sadece insanları değil, tilkileri de kale alıyor.
Onlar bizim...
Biz ırmaklarımızla, ormanlarımızla, göllerimizle, sazlıklarımızla, kuşlarımızla, yunuslarımızla, kurtlarımızla, hatta tilkilerimizle ‘var’ olabiliriz.
Demek ki kimse duymadı taş sokaklardaki çocukların sesini: