Ben onları bilirim, onlar da sadece köşemi-yazılarımı değil, evimizi bilirler... Kemanımı, bahçemizi, kumru kuşunun ne zaman geldiğini, yağmur saçaklarını, kedi Paspas’ı, kirpilerimizi...
Çarşıda-pazarda karşılaştığımızda birbirimizin boynuna sarılırız, sanki bir ailenin fertleri gibi konuşuruz.
Kimi zaman karşılıklı gözlerimiz dolar.
Biz birlikte ağlarız.
*
"Meydanlarda niye türbanlılar yok?" başlıklı yazımdan sonra birçok yazar "kör müsün?" diye (özellikle dinci medyadakiler) beni yerden yere vurdular.
Oysa ben açıkça siyasi simge türbanı kastetmiştim.
Ünlü yazar Haşmet Babaoğlu da Vatan’daki köşesinde benim yazımı okurken "şehit analarını bile görmediğimi ve yazımı okurken utandığını" yazmıştı.
(Bakınız; gazetevatan.com-Şimdi hiç olmadı Bekir Coşkun-01.11.2007)
Oysa her fırsatta sokaklara dökülen türbanlı mangaların, her cuma günü cami avlularında ortalığı ayağa kaldıran tarikat cemaatlerinin AKP iktidarında suspus kesildiklerini hepimiz biliriz.
Anladığım kadarıyla okurlarım, Haşmet Babaoğlu’na "okuduğunu anlamadığını" hatırlatıp onu topa tuttular.
Ve Haşmet Babaoğlu, dünkü köşesinin tümünü benim okurlarımın e-mail’lerine ayırmıştı.
Birincisi:
Haşmet Babaoğlu’nun bu alçakgönüllülüğü ve (kimi okurlarsa okusunlar) okurlarımıza gösterdiği saygı, onun benim gibi "utanılacak" bir yazar olmadığını gösterdi, ona teşekkür ederim.
*
İkincisi:
O okurlar bizim ailemizdir.
Titiz bir baba gibi hesap sorar, endişeli-evhamlı bir anne gibi dua ederler bizim için.
Kimi zaman evin çocuğu gibi sızlanıp şikáyet ederler her şeyden.
Onlar bizim parçamızdır.
Bir terminalde, bir markette, bir çarşının ortasında karşılaştığımızda birbirimizin boynuna sarılırız.
Onlar bizim yüreğimizdir; sevmeyi de, korkmamayı da onlar beklediler bizden...