Kapıya gelen alacaklıdan biraz daha para istemek gibi... Ya da ceketinizin üzerine oturmuş mahalle kabadayısının kalkmasını söylemek gibi...
Söyleyemez insan...
(........)
Bu yüzden Cumhurbaşkanı iki-üç ay önce “Fevkalade güzel bir şey” diye ortaya attığı “açılımın” ne olduğunu hiçbir zaman söyleyemedi...
Utandı...
O bekledi ki Başbakan söylesin...
Başbakan da utandı...
Bekledi ki İçişleri Bakanı söylesin...
Bunun ekonominin canlanmasına da katkısı olacaktır bilirim ben. Her sabah 3G’yi açmadan önce bir koşu kuaföre gidecektir Nebahat...
24 saat makyaj, gece konuşmaları için yeni gecelikler, sabah konuşmaları için çiçekli sabahlıklar, renkli bluzlar, arka dekor için duvar kâğıdı-çerçeve derken...
Nasıl değişiyor insanın hayatı.
*
Diyelim ki yalan söylemek artık daha zordur.
Karısına “Toplantıdayım” diyenler, ayakları havada pozisyondan çıkıp bir toplantı dekoru bulmak zorundalar.
Üstü kravatlı-ceketli, alt tarafı bir kaçamak yatağının içinde donlu sahneler geliyor gözümün önüne.
“Madem toplantıdasın, müdürü göster o zaman...” diyor diyelim ki karısı...
Otobüs ya da havaalanı terminallerinde dahi gözüküyor; AKP’nin son seçimlerde aldığı yüzde 38-39 oy yerinde durmuyor...
Belki yüzde 30, belki daha az...
Yani iktidarın her hukuk dışı adımında öne sürdüğü o “Millet arkamızda...” tezi artık geçerli değil...
Ve “gidiş”in tüm belirtileri gözüküyor.
*
Genel seçimlere ise iki seneden az bir zaman kaldı... Ve AKP’nin orada durabilmesi için iki yol var.
Birincisi; ekonomiyi düzeltmek...
Bu neredeyse olanaksız.
İngilizler aşıyı bulamazsa?...
Hacca gidemeyecekler...
(........)
O soruyu yine sormalıyım:
Neden koca İslam âleminin; insanlık yararına, insanların yaşamını kolaylaştıran, insanlığa hizmet sayılan bir tek buluşu-icadı-keşfi yok?...
Neden?..
*
Tam da yukardaki haberin yayınlandığı gündü; AKP iktidarı ile onun eteğine yapışmış YÖK üyeleri, katsayıları değiştirerek imam-hatiplerin önünü açtılar...
Ormanın sesi çıkmaz...
Gövdesine balta vurulur da, fıstık çamı “Ah...” diyemez...
*
“Bodrumhabermerkezi.com”da bir yorum okudum, yazan; Can Pulak...
Benim büyük gazetelere adım atmamı sağlayan, Ankara sayfasında bana ilk köşeyi açan, hâlâ genç gazetecilere örnek gösterdiğimiz alnı ak gazeteci...
Çevre-doğa için meslek hayatı boyunca didindi...
Yazısında anlatıyor:
Başka birçok yerde gereksinim olmasına rağmen, iktidara yakın bir şirkete Göcek’in kirlenmeye başlamış içdenizinde iki marinalık alan tahsis edildi. Acarkent’i durduran o zamanki Çevre Bakanı Osman Pepe, bu iki marinayı da durdurdu...
Cep telefonları, televizyonlar çabuk eskiyorlar...
Evler çabuk eskiyor, semtler çabuk eskiyor, kaldırımlar çabuk eskiyor...
Kaç sene giymiştim o ceketi...
Her tersyüz edildiğinde cebi yer değiştirirdi. Bizim dönekler gibi soldan sağa, sonra sağdan sola, tekrar soldan sağa geçerdi...
Ama şimdi eve getirip de giymekte elinizi çabuk tutmazsanız, modası çabuk geçiveriyor giysilerin, “eski” oluyorlar...
Ayakkabıların derisinden önce kendisi eskiyor...
*
Sözler eskiyor...
O sene avlusu taş evimizin damına çıkmıştık güneşi kurtarmak için. Hurafelere göre bir şeyi bir şeye vurup da ses çıkartınca güneş tutulmaktan kurtulacaktı. Çocukların ellerine birer sopa verip, boyunlarına paslı eski tenekeler astılar. Büyükler “Ortasına ortasına hızlıca vurulacak” diye tembihlediler.
Benim de tenekem vardı.
Bir tenekeye, bir güneşe, bir de Fatma’ya bakıyordum. Güneş zorda kalınca Fatma, “Vur!” diyecek, biz tenekeye vurunca güneş kurtulacaktı.
Ve Fatma, “Vur!” dedi...
Vurdum:
“Tın tın tın...”
Güneş yavaş yavaş sıyrılıp çıkınca Fatma, “Kurtuldu...” dedi...
Durdum...
Bir konser öncesi, sabahın ayazında, montlarına sarılmış, ıslak çimenlerin üzerine kıvranmış uyurken görmüştüm onları.
“Neyi bekliyorlar?..”
“Şarkıları...”
Çoğu birkaç dil biliyor. Her şeyi tartışmaya hazırlar. Dünyanın tümünü kendilerinin kabul ediyorlar. Onlar için ırk-dil-din ayrımı yok...
Çevre savaşçıları, küresel emperyalizme karşı duranlar, savaşlara “hayır” diyenler de onlardan çıkıyor...
Kirli dünyaya itirazları var...
Ve özgürler...
*