Paylaş
O sene avlusu taş evimizin damına çıkmıştık güneşi kurtarmak için. Hurafelere göre bir şeyi bir şeye vurup da ses çıkartınca güneş tutulmaktan kurtulacaktı. Çocukların ellerine birer sopa verip, boyunlarına paslı eski tenekeler astılar. Büyükler “Ortasına ortasına hızlıca vurulacak” diye tembihlediler.
Benim de tenekem vardı.
Bir tenekeye, bir güneşe, bir de Fatma’ya bakıyordum. Güneş zorda kalınca Fatma, “Vur!” diyecek, biz tenekeye vurunca güneş kurtulacaktı.
Ve Fatma, “Vur!” dedi...
Vurdum:
“Tın tın tın...”
Güneş yavaş yavaş sıyrılıp çıkınca Fatma, “Kurtuldu...” dedi...
Durdum...
Bir kurtardığımız güneşe baktım, bir Fatma’ya, bir tenekeye...
*
Güneş benim tenekemi nasıl algıladı bilemem... Ama benim düzeni değiştirmek için ilk teneke çalışımdı.
Sonra hep boynumda bir teneke ile dolaştım.
Ne zaman ortalık kararıp da bir “tutulma” olsa, cılız bir pasla teneke sesi olsun, vurmaya başlarım:
“Tın tın tın...”
*
Ne var ki güneşi kurtarmaya kalkan halkımız, kendini hiçbir zaman kurtarmaya kalkmadı. Aklından bile geçirmedi kendini kurtarmayı.
Ben kendimi bildim bileli tutuktur...
Ve öyle sessiz...
Öyle pısmış...
Öyle tepkisiz...
Öyle sinmiş...
Çocuklara güneşi kurtarmayı öğrettiler hurafelere dayanıp; ama tutulmuş kendi dünyamızı kurtarmayı öğretmediler.
Bizler ise boşuna çalıp durduk tenekeleri...
(...........)
Ne zaman güneş tutulsa, aklıma Fatma, sopa ve tenekem gelir...
Güneşi kurtarmıştık o gün...
Fatma, “Vur...” demişti...
Vurmuştum:
“Tın tın tın...”
Paylaş