Paylaş
◊ “Pieces of a Woman”daki muhteşem performansınızla ödül sezonundaki “en iyi kadın oyuncu” adaylıklarınıza Oscar adaylığı da eklendi. Tebrik ederim. Filme geçmeden önce, hayatınızı değiştiren ‘Prenses Margaret’ rolü ve dünya çapında fenomen hale gelen “The Crown” dizisinden bahsetmek istiyorum...
- “The Crown”, ilk sezonumuzda dizinin Altın Küre kazandığını hatırlıyorum. Claire’nin (Foy) sete gelişini hiç unutmuyorum. İkinci sezonu çekiyorduk, sete gelirken yanında ödülünü de getirdi. Tüm ekip ödüle dokunduk. (Gülüyor) Bizim için aşırı çılgın bir andı.
Diziye gelecek tepkileri, beğenip beğenilmeyeceğini bilmeden çekmeye başlamıştık. “Annem izler, babam izlerken uyur herhalde” diyordum. Hiçbir şeyi tahmin edemiyorduk. Aslında bu kadar bilinmeyenin içinde olmak, işi daha masum yapıyordu. Sonuç ne olursa olsun ben karakterimi oynamaktan zevk alıyordum. Margaret benden çok daha havalı, çok daha zeki bir kadın. Onu oynayabilme şansına sahip olduğum için mutluydum.
Dizi başladı ve insanlar gerçekten sevdi. Bu sevgi bizim için oldukça şoke ediciydi aslında. İşte bu yüzden Claire ödülüyle geldiğinde “Aman Tanrım, insanlar dizimizi gerçekten sevdi, vay canına!” demiştik...
◊ Margaret rolünü sizden devralan Helena Bonham Carter ile hiç konuştunuz mu?
- Evet, ara sıra mesajlaşıyoruz. “Merhaba Marg. Nasılsın?” diyoruz. (Gülüyor)
TARİF EDİLEMEYECEK KADAR
KÖTÜ BİR HİS
◊ “The Crown”dan sonra iki film yaptınız, “Mission: Impossible”ı çektiniz ve Oscar adaylığı elde ettiniz. Kariyerinizdeki bu yükselişi nasıl değerlendiriyorsunuz?
- İlginç, çünkü kariyerimin başlarında bir sürü oyun oynadım. İngiltere’nin kuzeyinde, neredeyse hiç kimsenin görmediği yerlerde sürekli tiyatro yapıyordum. Benim içinde bulunduğum ve insanların gerçekten izlediği ilk projem “The Crown”u yapmak oldukça farklı bir deneyimdi. Birçok küçük rol oynamıştım ve doğru zaman geldiğinde filmi ve hikâyeyi yüklenmeye hazır olacağımı biliyordum. “Pieces of a Woman” gelmeden önce başrole gerçekten hazır hissediyordum. Sorumluluğunu biliyordum. Ama bu aslında hiçbir zaman sadece seninle ilgili bir şey değil. Sen takımın bir parçasısın ve bir şekilde liderlik etmen gerekiyor. Senaryoyu okuduktan sonra bu hikayeyi anlatmam gerektiğini düşündüm. Film, kadın cesaretinin hikayesiydi. Dünya çapında aileleri, erkekleri ve kadınları etkileyen bir deneyimdi ve anlatılmalıydı.
◊ Matem kavramını sormak istiyorum. Film, kaybetmek ve yas tutmak hakkında. Neler kazandırdı size bu proje?
- Martha gibi bebeklerini kaybeden annelerin çoğunun bana söylediği, bunun nasıl hayal edersen et daha ötesinde bir duygu olduğu. Tarif edilemeyecek kadar kötü bir his... O yüzden duygu seviyesinin derinliğiyle ilgili hayal gücümü hayatımda deneyimlediğim her şeyin çok daha ötesine taşımam gerektiğini biliyordum. Film, insanlar hakkında çok şey öğretti. Üzüntü ve kederin sebep olduğu gerçekten zor, çok yalnız zamanlarda nasıl farklı tepkiler verebileceğimiz gibi... Ve galiba bana fazlasıyla empati kazandırdı.
BEBEKLERİNİ KAYBETTİĞİ
İÇİN BU HİKAYEYİ YAZMIŞ
◊ Bu filmden önce rol arkadaşınız Shia LaBeouf’u tanıyor muydunuz? Çalışılması kolay biri olmadığı söyleniyor, sizin deneyiminiz nasıldı?
- Yönetmenimiz Kornel Mundruczo ve senaryo yazarımız Kata Weber bu hikayeyi yazmışlar, çünkü bebeklerini kaybettiklerinde çözülmemiş bir şey var gibi hissetmişler. Kata sessizliğini bozması gerektiğini hissetmiş.
Bu hikaye onun derinliklerinden geldi. Tüm ekip bunu hissetti. İlk 2 gün doğum sahnesini çektik. Tüm ekip sette bir doğumun gerçekleşmesini izledi. Kaybedilen ve doğmamış bebekler... Gerçekten büyük bir sorumluluk duygusu yükledi ve tüm ekip bu sorumluluğu başından sonuna kadar taşıdı.
◊ Hikayenin verdiği sorumluluk çok büyük. Fakat merak ettiğim; Shia’yı daha önce tanıyor muydunuz? Birlikte çalıştınız mı daha önce?
- Hayır, hayır, onunla hiç tanışmamıştım. Dediğim gibi hayatını kaybeden bir bebek hakkındaki bu hikaye tamamen profesyonel bir ortamda çekildi. Tüm ekip bu hikayenin manevi bir tarafı olduğunu hissetti. Hikayenin bu manevi unsurunu şimdi hâlâ hissediyorum.
FİLMİ ÇEKERKEN HER GÜN DUYGULARINI HİSSETTİM
◊ Bebek kaybetmek toplumda konuşulmayan, paylaşılmayan konulardan biri, öyle değil mi?
- Evet! Ben doğum yapmadım ama bu mucizeyi canlandırmak bile büyük bir onurdu. Oyuncu Ellen Burstyn, en kederli dönemin, en derin yasın onu manevi anlamda kendisine daha çok yaklaştırdığını söylüyor. Benim için de öyleydi. Filmi çekerken her gün bu kaybı yaşayan kadının duygularını hissettim. Konuştuğum birçok kadının kaybını hissettim, kendimi genel olarak insanlara ve hatta kendime daha yakın hissettim...
◊ Umarım film toplumun bakış açısını değiştirmek için de bir adım olur. Peki “Pieces of a Woman” gibi harika bir filmden sonra “Mission: Impossible” gibi dev bir yapıma başlamak nasıldı?
- “Pieces of a Woman” çok az bütçeyle yapılmış bir film. Çekim yapmak için yeterli günümüz bile yoktu. Birçok sahneyi gerçekten hızlı bir şekilde çekmek zorundaydık. Prova yapmak için sadece 1 günümüz vardı. Oysa “Mission”da çok büyük bir ekiple zaman sorunu olmadan çalışıyoruz. Sahneler için daha fazla hazırlanabiliyoruz.
“Pieces of A Woman” benim ilk büyük rolümdü ve her dakikasını çok sevdim. Her gün sette olma ve o sahneleri çekmek harikaydı. Kesinlikle şimdiye kadarki en iyi deneyimimdi.
ZORLUKLARA CESURCA YAKLAŞAN KADIN ROLLERİ İLGİMİ ÇEKİYOR
◊ “The Crown”da, “Pieces of a Woman”da ve “The World to Come”da bastırılmaya ve sessizleştirilmeye çalışılan kadınları oynadınız. Hayatınızın herhangi bir döneminde kalıplara sokulmaya çalışıldığınız oldu mu?
- Sanırım “The Crown”da korkunç bir kraliçe Elizabeth olurdum. Margaret ile daha fazla sinerji içindeydim. Her zaman duyulmak isteyen ve kendilerine yapılan yaptırımlara karşı çıkan, zorluklara cesurca yaklaşan kadınları canlandırmak ilgimi çekti. Soruna dönersem; okuldayken yıllarca gerçekten kötü bir şekilde zorbalığa uğradım.
Kendim olabildiğim yer herhangi bir drama ortamı ya da küçük tiyatrolardı. O tiyatro odalarına girince aniden her şeyi yapabilirdim. Gerçekten şapşal olabilirdim.
Gerçekten zeki olabilirdim. Gerçekten olmak istediğim kişi olabilirdim ve hiç kimse tepki vermezdi. Yanlış yaptığımı düşünen veya beni herhangi bir şekilde yargılayan bir çift göz bulamazdım. Bu kadınlara ilgim belki de bununla bağlantılıdır.
ANNEM VE BABAM SAYESİNDE BÖYLE SİHİRLİ BİR İŞİM VAR
◊ Anneniz ve babanız, seçtiğiniz mesleği desteklediler mi?
- Oyuncuların olduğu bir ailede büyümedim. Babam Shakespeare’i çok severdi ve bu yüzden beni sürekli tiyatroya götürürdü. Sanırım bu işi seçme sebebim babam, çünkü çok fazla oyun izletti. 11 yaşında “The Cherry Orchard”da Corin ve Vanessa Redgrave’i izledim. Çok duygulandığımı hatırlıyorum.
Tiyatrodan, hani bazen sinemadan çıkınca da hissettiğimiz ürpertici hisle ayrıldım. Bu sihir neyse onun bir parçası olmak istedim. Annemle babama izlettikleri tüm tiyatro oyunları ve filmler için teşekkür ederim. Sayelerinde böyle sihirli bir işim var.
◊ Peki anneniz?
- Annem gelişmiş hayal gücüne sahip olmayı seviyordu. Bu yüzden beni cesaretlendirdi. Birçok tiyatro dersine ve seçmelere götürürdü. Oyuncu olmak istediğini söylediğinde çoğu anne baba “Aman Tanrım, bu çok zor bir hayat” der. Çünkü rol seçmelerinde o kadar çok reddediliyorsunuz ki, buna alışmanız gerekiyor.
Paylaş