Paylaş
◊ Darren Star ile “Emily in Paris” için ilk buluşmanızı hatırlıyor musunuz?
- Darren’ı ilk kez 7-8 yıl önce, ev sahipliği yaptığı bir etkinlikte görmüştüm. Annemle gitmiştik. Ona yaklaşamayacak kadar gergindim ama istem dışı parmağımla onu işaret ederek “Aman Allah’ım Darren Star, Darren Star!” dedim. Annem “Git konuş” diye ısrar etti ama cesaret edemedim. Yıllar sonra “Emily in Paris” için bir araya geldik. İlk buluşma tanışma amaçlıydı.
◊ Yine de ilk buluşmanızda dizi hakkında bir şeyler biliyordunuz, değil mi?
- Evet. Pilot bölümü okumuştum. Okuduğum kadarıyla Emily ile benzer birçok yönümüz olduğunu biliyordum. Buluştuğumuzda Emily hakkında sohbet ettik. İş hayatımızdaki benzerliklerimiz, hayata karşı “git ve istediğini başar” bakış açımız... Pozitif, coşkulu, etrafına ışık saçan bir kişilik olması gibi özelliklerini konuştuk.
◊ İlk buluşmadan sonra ne oldu?
- 3-4 hafta sonra okumalara çağırdılar. Okumalara çağrılan ilk oyuncu bendim. O gün okumaları yaptım ve doğruca havaalanına gittim. Başka bir filmin çekimleri için Alabama’ya uçtum. Alabama’da 30’uncu doğum günümü kutlarken telefon geldi ve Emily olmamı istediler. Bir tür şaka olduğunu düşündüm doğum günüme denk gelince...
EMILY, YENİ BİR CARRIE BRADSHAW DEĞİL
◊ “Sex and the City”, “The Devil Wears Prada” gibi filmlerin kostüm tasarımcısı Patricia Field ile çalıştınız. Field, sektörde saygı duyulan bir isim. Emily’nin stilini yaratma sürecini biraz anlatır mısınız?
- Patricia yaptığı işte bir dahi. Karakterin kişiliğinin bir uzantısı olan stil yaratma sanatında tam bir usta. Dizide çok işbirlikçiydi. Fikirlerimi umursayacağını düşünmemiştim bile.
◊ Nasıl bir yol izledi Emily’nin tarzını yaratırken?
- Farklı tasarımcıların kıyafetlerini, çanta ve ayakkabılarını PDF dosyaları ile yollayıp iki soru eklerdi: “Hangilerini beğendin” ve “Sence Emily hangisini seçerdi” diye. Ben de beğendiklerimi işaretleyip geri yollardım. Patricia kıyafetleri, desenleri, kombinleri harmanlamada çok iyi. Provalarda fikirlerime değer verdiğini görünce çok mutlu olmuştum.
◊ “Sex and the City” karşılaştırmaları için ne düşünüyorsunuz?
- O diziyle aynı cümlede olmak bile iltifat. Karşılaştırmaları anlıyorum, çünkü işin içinde Darren Star ve Patricia Field var. Aynı kombinasyon. Carrie Bradshaw ve Emily Cooper, ikisi de modayı seviyor. İkisi de iş odaklı ve çalışkan. Fakat hikayeye ve karakterlere gerçekten indiğinizde, tamamen farklı. Bu Fransa’ya giden Amerikalı bir kızın deneyimleri. Bence Emily “Sex and the City”yi izleyerek büyüyen bir karakter ve Carrie hayranı. Ama bizim dizimiz çok bağımsız. Emily yeni bir Carrie Bradshaw değil, sadece Emily.
◊ İlk makalenizi 16 yaşında yazmışsınız. Bence de yeni bir Carrie’nin hikayesi değil, sizin hayatınızın o döneminin devamı gibi...
- Katılıyorum. Gazeteci olmak tek hayalimdi. Yazar olmak istiyordum. 15-16 yaşında fikirler yaratıp sunuyordum. Tabii o yaşta aldığım cevap hep “hayır”dı... Ama her “hayır”da vazgeçmek yerine dönüp neyi farklı yapmam gerektiğini düşündüm. Aynı Emily gibi. Emily “hayır”ı “Sen bunu yapamazsın” olarak algılamıyor.
“Hayır” onun için sadece “Şimdi değil” demek. Ben de pek çok kez bu cevabı aldım ama olumsuzluğa kapılmak yerine pozitif noktaları buldum, gerekli düzeltmeleri yapıp geri döndüm. O yüzden Emily ile aramdaki bağlantı çok özel.
◊ “Emily in Paris”, Paris’i yaşatan bir dizi olmuş. Yaşadığımız pandemi sürecinde izlemek çok iyi geldi. Dizinin özü, Amerikalı bir kızın başka bir ülkede yaşadığı kültürel yüzleşmeler, bir nevi sudan çıkmış balık hikayesi. Emily gibi kültürel farklılıkları hissettiğiniz deneyimleriniz oldu mu?
- Birkaç yıl önce “Okja”yı çekerken Kore’de yaşadım. Tayvan, Hong Kong ve Japonya’ya gitmiştim. Kore’ye ilk gidişimdi. Turist olarak gitmekle bir müddet yaşamak arasında farklar var. Yaşadığında, kültürü daha yoğun deneyimliyorsun. Kore harika bir deneyimdi ama çok farklı bir kültürdü. Ben et yemiyorum, onların mutfağı et ağırlıklı. Keza sette sadece beş Amerikalıydık. Tüm ekip Koreliydi. Dili anlamadan kendimi akışına bırakmıştım.
BABAMIN ÜNLÜ OLDUĞUNU DISNEYLAND’DE FARK ETTİM
◊ Babanız Phil Collins müziğe geçtiğimiz yıllarda geri döndü. Konserine gitme şansınız oldu mu?
- Geçtiğimiz ekim ayında Los Angeles’taki konserine gittim. Çok uzun zaman sonra gittiğim ilk konseriydi. Kardeşlerimle aynı alanda oturuyorduk. Son şarkıda sahneye doğru koştum. Sadece fan olarak dinlemeye başladım. Beni gördü ve el salladı, şarkıyı bana söylemeye başladı. Çok özel, çok cool bir andı. Beni o kalabalıkta görmesi ve tüm insanların önünde benimle o anı paylaşması... Orada sadece ikimizmişiz gibi hissettim. Çok güzeldi.
◊ Bryce Dallas Howard, babası Ron Howard’ın ünlü bir yönetmen olduğunu okulda arkadaşları konuşurken öğrenmiş. Sizde durum nasıldı? Evde babanızın ünlü olduğu konuşulur muydu?
- Ben de ilk Disneyland’de fark ettim. Babamın omuzlarında Disneyland’de dolaşırken, babamın yüzünün basılı olduğu tişört giyen bir adam karşımızdan geliyordu. Yanımıza gelip fotoğraf çektirmek istedi. İlk kez orada fark ettim babamın ünlü olduğunu. Tabii tamamen anlamaya başlamam ve algılamam biraz daha zaman aldı...
YENİ FİLMİM SİYAH BEYAZ
◊ Ekimde David Fincher imzalı yeni filminiz “Mank” geliyor.
Lily Collins: Diğer bir rüya projem... Emily’nin çekimleri için Paris’teyken iki kere provalar için Los Angeles’a geldim. Provalara katıldım ve 24 saat içinde uçağa atlayıp Paris’e döndüm. Film hakkında çok fazla açıklama yapamam ama Gary Oldman, Amanda Seyfried’la ve ultra yetenekli yönetmenimiz David Fincher ile çalıştım. Film siyah beyaz.
EMILY İÇİN MÜCADELE ETMEK İSTEDİM
◊ Guardian’a verdiğiniz röportajda karanlık roller kadar romantik komedi rollerini de sevdiğinizi söylediniz. Rol seçiminizi etkileyen kriterler var mı?
- Projeye ve karaktere göre seçiyorum. Uzun zamandır eğlenceli bir romantik komedi yapmak istiyordum. Hırslı, esprili, zeki, tatlı ama hazırcevap, birçok katmanı olan birini oynamak istiyordum. Emily’yi ilk okuduğum anda onunla ilişki kurdum. Onun kararlılığı ve tutkusu beni çekti. O yüzden seçmelere katılıp Emily için mücadele etmek istedim.
Darren Star: Kadınların harika bir mizah anlayışı var
◊ “Beverly Hills 90210”, “Melrose Place”, “Sex and the City”, “Younger” ve şimdi de “Emily in Paris”... Yarattığınız diziler dünya çapında hit olmanın yanı sıra televizyonun ikonik yapımları arasına girdi. Yaratıcılık rutininizi gerçekten merak ediyorum. Nelerden etkileniyorsunuz? Fikir nasıl doğuyor?
- Bana hitap eden, kişisel deneyimlerimin bir kısmını gösterebileceğim ya da bir şeyler öğrenebileceğim dizileri yaratmaya çalışıyorum. “Beverly Hills 90210”da o bölgede lisede okumak nasıl bir şeydi diye düşündüm. “Melrose Place”i yaratırken, Batı Hollywood’da yaşadığım apartman kompleksinden etkilendim. Aynı dizideki gibi avlusunda havuzu olan bir binaydı. Komşularım 20’li yaşlardaydı. Dizideki gibi çılgın değillerdi ama diziyi yaratmada etkili olmuşlardı.
◊ “Sex and the City”de oyuncular kadar Manhattan da dizinin yıldızıydı. Emily’de ise Paris ön planda. Neden Paris’i seçtiniz?
- Paris’e ilk defa 19 yaşında gittim ve şehre âşık oldum. Sanırım Amerikalıların Paris’e karşı bir aşkı var. Özellikle sanatçılar. Yazarlar... Hâlâ romantik Paris fikri Amerikan zihninde yaşıyor. “A Moveable Feast” favori kitaplarımdan biri... 19 yaşında ilk Paris seyahatimden önce kitabı okuyup tüm Hemingway lokasyonlarına gitmiştim.
◊ Dizilerinizin özü, kadın hikayeleri. Kadınları nasıl bu kadar iyi tanıyorsunuz? Nasıl bu kadar güzel kaleme alıyorsunuz?
- Harika bir annem, harika bir kız kardeşim ve çok yakın kadın arkadaşlarım var. Bunun dışında kadınlara karşı özel bir anlayışım olduğunu düşünmüyorum. Kadın karakterler yazmayı seviyorum, çünkü kendilerini kolay ifade ediyorlar. Sözlü olarak konuşmada daha iyiler. Tüm dizilerim diyalog ağırlıklı şovlar. Kadınların harika bir mizah anlayışı var. Duyguları hakkında konuşuyorlar. Ayrıca kendi kaderlerini kontrol eden güçlü kadınları yazmayı seviyorum. Kadınların karşılaştıkları zorluklara sempati duyuyorum ve gerçekten ilginç karakterler yarattıklarını düşünüyorum.
Paylaş