◊ Nasıl bu kadar genç ve enerjik kalabiliyorsunuz?
- 24 yaşındaydım, sahilde oturuyor düşünüyordum. Herkesin kendini bulmaya çalıştığı bir dönemdi. Hippi olayları yaygındı. ‘Ben kimim’, ‘nerede olacağım’, ‘ne yapacağım’ sorularına cevaplar arıyorduk. Dedim ki, ‘dostum, buradasın işte ve bütün mesele şu ki hayata ya korkunç, sıkıcı olarak bakacaksın ya da coşkulu bir meydan okuma olarak yaklaşacaksın...’ Ben hayatta sadece mizah arıyorum ve buluyorum... Çünkü diğer şekilde düşününce oldukça iğrenç olabiliyorum. Sanırım hayata karşı bakışımı dengeleyebildim. Düşünsene Rocky’den Rambo’ya geçiyorsun. Büyük bir ikilem.
Bazı oyuncuları duyuyorum ‘Ah, evet, rol için birçok insanla çalıştım ruhumu çekip çıkardılar’ diye... Böyle şeyleri duyunca diyorum ki ‘aman Tanrım ya inandırıcısındır ya da değilsindir. Bu kadar.’ Oyunculuk dersinin sonu. Nokta. Kevin Costner bir kovboyu oynuyorsa bu Kevin Costner’dır. Bu yüzden o kadar çok sevilir. Ne demek istediğimi anlıyor musun? O bir karakteri canlandırmaya çalışmıyor. O karakterin ta kendisi oluyor.
◊ Diziniz “Tulsa King”in 2’nci sezonu da çok sevildi. Televizyonun düşündüğünüzden daha zor olduğunu söylemiştiniz. Bir dizide çalışmanın sizin için en büyük kazanımı ne oldu?
- Televizyon acımasız. Ama acımasızlık gerçekten içinizdeki en iyiyi ortaya çıkarıyor. Çoğu zaman film setindeyken şımartılmış hissederiz. Bunun yanı sıra birçok aktör ‘Ah, settler gerçekten zor’ derler. Sinema seti televizyona iş yapmakla kıyaslanamaz bir şey.
Bir izci sloganı var, ‘hazırlıklı olun’ diye. Benim için sabah replikleri bilmeden sete gelmek büyük sorun. Ayrıca replikleri çalışmak ya da ezberlemek de onları öğrendiğiniz anlamına gelmiyor. İyi bir set için anahtar bu. Bizim sette herkes gerekli özeni gösteriyor.
Geceleri prova yapıyoruz. İnsanların provadan sonra uyumasını seviyorum çünkü nedense bilinçaltına ait bir mekanizma olduğunu düşünüyorum.
◊ Dizide bir petrol şirketi için çalışan Tommy Norris’i canlandırıyorsunuz...
- Petrol şirketinin başkanı için çalışıyorum, onun adamıyım. Patron muhteşem bir malikanede yaşayan ve deli gibi para kazanan bir adam. Ben de sahada işlerinin yolunda gittiğinden ve para kazandığından emin olan adamım.
◊ Bu rolü oynamaya hazırlanırken petrol işi hakkında ne öğrendiniz?
- Houston’da yaşarken birçok petrol insanını tanıyordum. Ve çoğu petrol şirketlerinin avukatıydı. Petrol, tehlikeli bir sektör. Bu alanda bilmediğim şey petrol sahalarında çalışan insanların çoğunun suçlu ya da eski mahkumlar olduğuydu. Bu adamlar yılda 180 bin dolara kadar kazanabiliyorlar. Hiçbir yerde bu kadar para kazanamazlar. Bu yüzden onlar hayatlarını riske atarak bu işi yapıyorlar ve kazandıkları parayı ailelerine gönderiyorlar. Dizi sayesinde sektörün bilmediğim yönlerini de öğrendim. Bir aktör için en önemli olan şeylerden biri diyaloglarınızı söylerken ne manada olduğunu bilmektir. Eğer ne anlama geldiğini bilmiyorsan karakterin özgün olmaz. İzleyiciler aptal değil. Karşılarında sana verilen replikleri söylemen yetmez. Yani petrol işindeysen o işi her yönüyle bileceksin.
EN ÖNEMLİ ŞEY DOĞRU ROLÜ OYNAMAK
◊ Çoğu sahnede siz varsınız, tüm hikâye bir bakıma sizin merceğinizden anlatılıyor. Bu hikâyenin merkezinde yer alırken sizi en çok korkutan ve heyecanlandıran şeyler neydi?
- Kariyerimin başlangıcında 90’ların ortalarında diyelim hikâyesini taşıyamadığım birkaç işim oldu. Bence en önemli şey doğru rolü oynamak. Kariyerim boyunca ‘ben bu iş için en iyi adamım’ dediğim rolleri almaya çalıştım. Ve gelen tekliflerde eğer hissetmiyorsam doğru kişi olmadığımı söyleyen ilk ben olurum. Bu rol geldiğinde ‘evet Tommy benim’ dedim. Senaryo yazarımız ‘zaten seni düşünerek yazdım’ dedi. Bu arada genellikle kötü adamları oynadığım yönünde yaygın bir yanlış anlaşılma var.
◊ Film izlerken cinsiyet rollerini işleyişini düşündüm, neden annenin çocuğun bakımında ve evde daha çok sorumlu olması kabul görüyor?
- Kitapta ve senaryoda en çok sevdiğim şeylerden biri, ilişki çatışmasının ne kadar doğru bir şekilde tasvir edildiğiydi. Organik veya gerçekçi bir şekilde oynamadığım bir şeydi. Filmdeki en küçük detaylarda bile bunu hissediyorduk. Örneğin evde neden süt yok ya da kocanın kahve yapma sahneleri gibi... Ki bu deneyimleri hepimiz bir şekilde yaşıyoruz.
◊ Sizin eşinizle evdeki roller konusunda sorumluluklarınız nasıl?
- Filmdeki gibi eşimle kahve makinesi konusunda ufak bir anlaşmazlık yaşamıştım. Gerçek hikâye. Kahve yapmıştım, yeni bir yerdeydik çekimler için. Çalışıyordum. Eşim yanıma geldi ‘kahve makinesi nasıl çalışıyor’ diye sordu. ‘Nasıl mı çalışıyor? Eğer ben çözdüysem sen de çözebilirsin’ dedim. O yüzden filmdeki iletişimde bana çok gerçekçi gelen bir şey vardı. Kendi ilişkimde eşimle zaman zaman rolleri değiştiriyoruz. Ve o bu değişiklikleri taşıma konusunda gerçekten harika ama kahve makinesinin nasıl çalıştığını kendi başına çözemiyor. (Gülüyor)
◊ Çalışan bir anne olarak bazı durumlarda çocuğunuzun yanına olamadığınız için hiç suçluluk hissettiniz mi?
- Elbette bazı şeyleri kaçırdım. Anne olduktan sonra işe bakış açım değişti. Ama bu bakış açısını elde etmem biraz uzun bir yolculuk oldu. Karşılaştırınca hepimiz anneliği aynı şekilde deneyimlemişiz gibi değil mi aslında? Ama aynı deneyim değil. Herkes kendinden bir şey buluyor ama farklı deneyimliyor. Herkesin geldiği ve içinde bulunduğu koşullar farklı... Şunu anlayalım ki, anne babalık deneyimi herkes için farklı.
DOĞUMDAN SONRA BEN DE KENDİ BENLİĞİMİ KAYBETTİĞİMİ HİSSETTİM
◊ Yüksek profilli kariyere sahip oyuncu olarak bu senaryoda sizi çeken şey neydi?
- Bu film, beni bu kadar korkutan ve konfor alanımın dışına çıkaracağını bildiğim bir konuyu derinlemesine incelemenin kesinlikle benzersiz bir yoluydu. Ayrıca, daha önce okumam için masama gelmeyen kesinlikle görmediğim tarzda oldukça karmaşık bir karakterdi. Filmin sadece yaşlanma fikrini değil, aynı zamanda kendimize karşı uygulayabileceğimiz şiddeti ve acımasızlığı da araştırdığını düşünüyorum. Hepimizin paylaştığı ve yaşadığı insan ilişkileri sorunuydu filmin özüydü.
◊ Bu filmde çalışmak Hollywood’daki güzellik standartları hakkındaki bakış açınızı değiştirdi mi?
- Güzellik standartlarına ilişkin bakış açımı değiştirip değiştirmediğini bilmiyorum. Filmimiz halihazırda yürürlükte olan güzellik standartlarının bir yansıması. Bu standartlar birçok bakımdan, hiç kimsenin konuşmadan sessiz olarak kabul ettiği bilinçli bir anlaşma gibi. Filmin bana kattığı şey Hollywood’daki ve toplumdaki kabul görülen koşullara dair fikrimi tekrar gözden geçirmek ve bakış açımı genişletmek oldu. Biz kadınların hemfikir olduğu bir şey var. Yaşlanmayla birlikte kenara itiliyoruz. Toplum daha az arzu edilir veya daha az değerli olduğumuzu hissettiriyor. Bu görüş yanlış ama kolektif bilinç olduğu için toplumun genelinde böyle bir algı var. Filmi yapma sürecinde kendimi yargılarıma kişisel düzeyde bakma şansım oldu. Kendimi çok zorladığım ve gerçekçi olmayan standartlara bağlı kaldığım alanları sorguladım. Sahip olmadığım şeylere odaklanmak yerine sahip olduklarıma odaklanmak ve kutlamanın önemini anladım. Bu deneyimden kendi içimde biraz daha özgürleşmiş bir şekilde ayrıldığımı hissediyorum.
SINIRLARI ZORLADIK
◊ Bu gerçekten memnuniyet verici bir his olmalı...
- Farkındalığı artırarak, insanları harekete geçirerek ve konuşarak kültürel değişim yaratmanın bir parçası olabileceğimizi düşünüyorum. Bir uçuşum sırasında uçakta görevli olan bir adam filmle ilgili şu yorumu yaptı: ‘Film gerçekten durup düşünüp kendime yaptıklarımı görmemi sağladı. Diyet ve kendime yaptığım tüm diğer katı şeylerin farkına vardım. Kendime ne kadar sert davranıyormuşum. Artık bu değişmeli dedim.’ Kelimenin tam anlamıyla bu adamın yorumu alabileceğim en büyük hediyeydi. Filmin tek bir kişinin bile kendine bakışında gerçekten bir fark yarattığını bilmek gerçekten mutluluk verici.
Türk kültürünü geçtiğimiz hafta sonu Hollywood’da tanıttık. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın destekleri ve OGM Pictures’ın ana sponsorluğuyla desteklenen Hollywood Türk Film ve Dizi Günleri, 16-17 Kasım tarihlerinde gerçekleşti. Bu özel etkinliğin başlangıcı ise Ecem Lawton’ın yönetmenliği ve sunuculuğu ile Sony Stüdyoları’nda gerçekleşti.
Elif - Barbaros Tapan - Mohamed Hadid - Keni Silva
Etkinlik kapsamında 16 Kasım’da Oscar aday adayı filmimiz “Hayat”ın galası düzenlendi. 17 Kasım’da ise OGM Pictures’ın iki yeni dizisi “Sahipsizler” ve “Şehrazat”ın gösterimleri yapıldı.
Birçok Amerikalı katılımcı, Türk kültürünü ve hikâyelerini asla bilmediklerini itiraf ederek izledikleri filmler karşısında hayranlıklarını bizimle paylaştı.
Dilan Çiçek Deniz iddialı elbisesiyle gecenin en dikkat çeken ismi oldu.
SEÇKİN DAVETLİLER KATILDI
Nedir kültürel temsil?
İnsanların kökleriyle, gelenekleriyle, sanatıyla bağlantı kurması ve bunu başkalarıyla gururla paylaşması...
Tanıtımın en temel adımı aslında her alanda olduğu gibi kendimizde başlar.
Sanatsal mükemmeliği bir zamanlar yerel olarak kutlamaya başlayan Oscar’lar, Altın Küreler, Cannes’lar etki alanlarını bir anda mı genişletti, hayır...
◊ Türkiye’den kucak dolusu sevgi getirdim.
- Selena Gomez: Ohh Türkiye seni seviyorum.
◊ Disney’e katıldığınızda hayatınızın ve kariyerinizin sizi “Emilia Perez”de canlandırdığınız Jessi karakterine götüreceği aklınızdan geçiyor muydu?
- Selena Gomez: Sanırım burada olacağımı hiç düşünmemiştim, gerçekten minnettarım çünkü bu rolü kariyerimde çok uzun zaman bekledim. Bu işe girişmek inanılmazdı ve dürüst olmak gerekirse bu rol kariyerimde yeni bir başlangıç gibi hissettiriyor.
◊ “Avatar”, “Galaksinin Gardiyanları” gibi bilimkurgu filmlerinden sonra “Emilia Perez” nasıl ortaya çıktı?
- Zoe Saldana: Emilia Perez bana sonsuza dek bir nevi elveda dediğim ve yine de hayatımın son yıllarında kendimi özlerken bulduğum parçalarımla yeniden bağlantı kurma fırsatı verdi. Gençken korkusuzsun. Gençken elde ettiğim beceriler beni, aksiyon ve bilimkurguda aktif kadın rollerinin bol olduğu bir kariyere fırlattı. New York’luyum, bu yüzden DNA’mda caz var. Ayrıca kalpten bir dansçıyım ve sonsuza dek dansçı kalacağım. Bu filmde canlandırdığım Rita kendi içinde yaşadığı farklı karakterler barındırıyor. Kendini savunma cesaretine veya gücüne sahip olmayan bir kadın. Başkalarını savunan bir avukat ama konu kendisi olunca konuşamıyor. Benim gözümde çok tanıdık bir kadındı Rita. Her ne pahasına olursa olsun değişim ve görünürlük kazanmak isteyen çaresiz bir kadındı.
DANS KRALİÇEMİZ ZOE
◊ “Piece by Piece” filmini ilk duyduğumda, “Pharrell Williams ve Lego’nun ne alakası var?” diye düşündüm. Kendi hikâyenizi bir Lego filmiyle anlatma fikri nasıl çıktı ortaya?
- Ben kendi hikâyemi hiçbir zaman ilginç bulmadım aslında. Keza kendi sesimi duymayı da hiç istemedim. Mesela siz birine sesli mesaj bıraktığınızda, kendi sesinizi beğeniyor musunuz?
◊ Pek değil...
- Ben de öyle... İnsanlar “Sen eğlence sektörünün içindesin, kendi sesini her zaman duyuyorsun” diyor. Ama sesimi duymak konusunda hep böyle hissediyordum. Zaten bu yüzden çoğunlukla başkalarına şarkı yapıyorum. Ara sıra kendime de yapıyorum tabii... İnan bana video kliplerimi de sadece bir kez izlerim. Röportajlarımı okumam. Ben böyleyim.
Eğlence sektöründeki çoğu insan kendini izleyecek kadar kibirlidir ama ben bir yapımcıyım. Performansın nasıl olması, insanların ne kadar iyi olması ve ne yapmaları gerektiği konusunda aşırı yüksek standartlarım var. Bu yıpratıcı bir şey. Bu yüzden kendim olarak yapmak istemedim filmi.
◊ Lego fikrini nasıl buldunuz?
- İnanılmaz ısrarcı olan ajansım sihirli sözcükleri söyledi: “Filmi istediğin şekilde yapabilirsin.” İşte o zaman “Tamam” dedim. Hikâyemi Morgan Neville’in anlatmasını ama bunu Lego dünyası filtresinden yapmasını istedim.