Paylaş
“Somut olmayan kültürel mirasın belirli unsurlarının icra edilmesi ve yeniden yaratılması için gerekli olan bilgi ve becerileri yüksek derecede haiz olan kişiler”... Yaşayan İnsan Hazinesi’ni UNESCO böyle tanımlıyor. Dünya üzerinde bu tanımın hakkını Nasra Şimmes kadar veren kişi sayısı çok da fazla değildir herhalde. O, 88 yaşında bir hazine...
Önümüzdeki salı, Tarabya’daki Galeri Koleksiyon’da Nasra Hanım’ın eserleri ilk kez sergilenecek. Bir ay boyunca görmek mümkün. Üstelik sergi sayesinde, hayranlık duyduğum bu kadınla tanışma fırsatı da buldum. Nasra Hanım Türkçe bilmiyor, okuma-yazması da yok. “Benim dönemimde Süryani okullarımız kapatıldı ve babam da Türk okullarına göndermedi. Mardin’de Türkçe hakim bir dil de değildi, o yüzden çok iyi öğrenemedim” diyor. .
600 YILLIK MARDİNLİ
Nasra Şimmes 1924’te, 600 yıl boyunca Mardin’e kök salmış Süryani bir ailenin kızı olarak doğdu. Büyük avlulu geleneksel bir evde büyüdü. Hâlâ da Mezopotamya Ovası’na bakan bu taş evde yaşıyor. Annesi Farha Hanım, Mardin’deki Amerikan Koleji’nde öğretmendi. Babası İshak Şimmes Hindi ise her türlü el sanatıyla uğraşırdı. Sipariş üzerine ahşap ve taş masalar, aynalar, özel ev eşyaları yapardı. “Hayat koşulları çok daha zordu ama buna rağmen hep birlikte mutlu bir şekilde yaşardık. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında üç boyutlu bir resim yapıyor babam; soldan bakıldığında İsmet İnönü, sağdan bakıldığında Fevzi Çakmak, tam ortadan bakıldığındaysa Atatürk görünüyordu. Babam bunu Atatürk’e hediye olarak gönderiyor, Atatürk çok beğeniyor ve bu sanatçıyla tanışmak için Ankara’ya davet ediyor. Fakat o dönem cesaret edip gidemiyor babam. Bunun üzerine Atatürk babama bir teşekkür madalyası gönderiyor. Ben de onun mirasını devralarak nefesim yettiği kadar yaşatmaya çalışıyorum” diye hatırlıyor Nasra Hanım.
BAZEN BOYAMAK AYLAR SÜRÜYOR
Yeteneğini ve sanatını babasından devralmış ama nasıl yapıldığını kendi kendine, bakarak öğrenmiş. Sonra da babadan kalan basma kalıp ve fırçalarla patiska boyamaya başlamış. Evlendikten sonra dokumacılık ve gazıl (kıldan yapılan ip) gibi Mardin’de şu an kaybolmuş olan işlerde çalışmış. Uzun yıllar evinde terzilik yapmış. Kiliselerden gelen talep üzerine basmacılığa geri dönmüş.
Bugün eserlerinin tümünü hayal gücünden ürettiği kalıplarla ve el çizimiyle yapıyor. İncil’den tasvirlerle süslü rengarenk soyut desenler, kilise perdesi, masa örtüsü, duvar süsü olarak bir Süryani geleneğini yaşatıyor. Meryem Ana, İsa, Son Yemek, azizler, melekler, Mardin’in güvercinleri ve Şahmeran en sık kullandığı motifler. Büyük boydaki boyamalar için bazen aylarca kendini unutarak çalışıyor.
SADECE TORUNLARI BİLİYOR
Nasra Şimmes yok olmaya yüz tutmuş bir sanatın temsilcisi. Çırak olmak için yanına gelen çok olmuş ama bu bir aile geleneği olduğu için öğretmeye yanaşmamış. Sadece torunlarına öğretmeye çalışıyor. İçlerinden Gabriel ile Riva’nın daha ilgili olduğunu söylüyor. Beş çocuğu var; kızlarından biri İstanbul’da, biri İsveç’te yaşıyor. Bir ara uzun bir tura çıkmış; Amerika, Kanada, İsrail ve İsveç’e gitmiş ama hiçbirinde barınamamış. “Yaşadığım ve öleceğim yerdir Mardin; öylesine bir tutku” diyor.
Sabahları erken kalkıyor, kahvaltısını yaptıktan sonra işine başlıyor. Öyle alışmış ki, bir an bile çalışmaktan kendini alıkoyamıyor. Atölye olarak da kullandığı evini dünyanın her yerinden turist ziyaret ediyor. Kendinizi sanatçı mı yoksa zanaatkar olarak mı tanımlıyorsunuz, diye soruyorum: “Artık ona insanlar karar versin. İlgi devam ettikçe, benim de heyecanım artarak devam ediyor” diyor.
Paylaş