‘Kadın cinayetleri politiktir’ derken kast ettiğimiz bu işte. Erkek dil, Türk Dil Kurumu gibi resmi bir adres tarafından üretiliyor, okullara, kütüphanelere, dünyayı yeni yeni anlamaya çalışan çocukların okul çantalarına gönderiliyorsa ve o dil, müsait kelimesini kadın üzerinden tarif ediyorsa, kadın cinayetleri politiktir. Siz ondan sonra istediğiniz kadar kamu spotları çekip, kadına şiddeti palyatif yöntemlerle durdurmaya çalışın.
Daha iki gün önce yayınladık araştırmanın sonuçlarını: Kadınların yüzde 32’si, şiddet gören kadınların yüzde 48’i “dünyaya tekrar gelsem, kadın olmak istemem” diyor. Nüfusun neredeyse yarısının varoluşundan pişman olduğu bir ülkeden daha acıklı, daha zavallı bir yer olabilir mi? Erkekler, size sesleniyorum: Eşleriniz, sevgilileriniz, anneleriniz, arkadaşlarınız, kızlarınız kadın olduğuna pişman. Hani ‘erkekliğinize’ sövüldüğünde elinizi kana bulamaktan çekinmezsiniz ya, bundan daha ağır gelecek bir şey olmamalı çok övündüğünüz erkekliğinize…
İnsanlığın en temelidir dil. Dil, bir milleti birleştiren, koruyan ve o milletin ortak malı olan sosyal bir müessesedir. Dil, bir milleti bir arada tutan kültürün ifade aracıdır. Ve Türkiye’de dilin, Türkçe’nin gelişimi, doğru, güzel ve etkili kullanımı Türk Dil Kurumu’na emanettir.
Bugün fark ediyoruz ki, o Türk Dil Kurumu, cinsiyetçi, kadın düşmanı, maço, bayağı düşünce sisteminin bir parçası, hatta pozisyonu gereği üreticisi. Müsaitliği kadın üzerinden tarif edecek kadar şuursuz, sorumsuz, ataerkil, ayrımcı…
Bu sözlük bugün okul çağındaki her çocuğun, her gencin çantasında, kütüphanesinde. Ve müsait kelimesinin karşısında, ‘flört etmeye hazır, kolayca flört edebilen (kadın)’ yazıyor.
Müsaitlerse, TDK’daki arkadaşlara birkaç şey sormak istiyorum.
Siz hangi yüzyılın ürünüsünüz?
Topluma karşı hiç mi sorumluluk hissetmezsiniz?
Bakanlık kurulduktan kısa süre sonra anlaşıldı ki, adındaki sosyal politikadan anladıkları, kadın cinayetlerini, kadına şiddeti, çocuk suiistimalini, çocukların evlendirilmesini, çocuk işçileri, ensesti bitirmek değil, kadına ille de 3 çocuk doğurtmak. Yetmedi bizzat Cumhurbaşkanı çocuk yeter sayısını 4 olarak belirledi. Şimdi de nur topu gibi bir teşvik paketimiz var.
Başbakan Davutoğlu, bugün detaylarını açıkladığı aile destek paketiyle müjdeyi verdi: Doğuran kadına ilk altın bizden! Sanki Türkiye 70 milyonluk bir düğün salonudur da, devlet de düğünün baş davetlisi, bu dev köyün ağa babasıdır. Cömert elini, mümkün olduğunca fazla çoğalmak koşuluyla uzatmaktadır.
Çocuk yapana tek güzellik bu değil elbette. Paket yürürlüğe girdiğinde, 16 haftalık doğum izninden sonra buna yarım gün izin eklenebilecek. Kadın isterse çocuk 5.5 yaşına gelene kadar haftada 30 saat çalışıp tam ücret alabilecek.
İlk bakışta kadın (pardon anne) taraftarı, muhteşem düzenlemeler gibi görünüyor değil mi?
çArşı üyesi 35 kişi hakkında, “Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor.
Şüphelilerden biri, grubun liderlerinden Cem Yakışkan. İddianamede, Yakışkan’ın Beşiktaş çArşı grubunu eylemlere dahil etmek hususunda yönlendirici ve yönetici olarak görev aldığı, sosyal medyada söylediği sözler ve bizzat eylemlerdeki görüntüleri paylaşılmak suretiyle kitleleri, eylemlere katılımı hususunda teşvik ettiği, hatta bir kısım söylemlerinde meselenin "ağaç meselesi" olmadığını belirttiği yer alıyor.
“Ağaç meselesi”, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gezi döneminde ve sonrasında sık sık kullandığı bir kalıp. Bu iki kelime öyle bir kodlanmış durumdaki, yan yana geldiğinde, eylemlere katılanların, parkı ve ağaçları kurtarmak değil, hükümeti devirmek darbe yapmak amacı taşıdığı imasında bulunuyor.
“Ağaç meselesi”ni attığı bir tweet’te ilk kez kullanan ve yetkili ağızlar tarafından biteviye hedef gösterilen oyuncu Memet Ali Alabora, aylardır yurtdışında yaşıyor.
Şimdi iddianameye bakınca anlıyoruz ki, “ağaç meselesi”nin yeni kurbanları var, olacak.
İrkutsk’ta geceledikten sonra sabah erkenden, şehrin dışında, Angara Nehri kıyısında etnografya müzesi olarak düzenlenmiş Kozak köyüne doğru yola çıkıyoruz. Yol boyu tayga eşlik ediyor yine. Sonbaharın renkleri yavaş yavaş ağaçların en üst dallarında kendini göstermeye başlamış. Kim bilir, çok değil birkaç hafta sonra kırmızının ve sarının hangi tonları gelecek buralara…
Ormanın içindeki koy, tipik bir Kozak köyünün replikası. Eskiden olduğu gibi ahşaptan yapılma kale duvarları ve kuleleri var. Sanki 10 dakika önce köyün ahalisi buradaymış gibi düzenlenmiş köy okulunu, kilisesini, dokuma işliğini, evleri geziyoruz. Müze görevlileri, dönemin insanları gibi giyinmiş. 21. yüzyılda olduğumuzu hatırlatan tek şey, etraftaki tabelalar ile görevlilerin yaka kartları.
Zdrastvite!
İrkutsk'ta geleneksel Sibirya evlerinden biri
Trenimiz sabah Irkutsk garına girdiğinde, bizim için gezinin en büyüleyici sayfası açılıyor. İrkutsk, Rusya’da her dönemin sürgün adresi olabilir ama bir durak sonrası Baykal Gölü. Şehirde bir gece kaldıktan sonra Baykal’a doğru hareket edeceğiz.
Novosibirsk, Sibirya’nın başkenti. Nüfusu 1.5 milyona yakın. Sovyetler Birliği döneminde, nüfusu 1 milyonu geçen her şehre metro inşa edildiğinden, buranın da bir metro sistemi var. Sibirya’da tek…
Tarihi 1893’te başlayan, son derece genç bir şehir Novosibirsk. Onun kaderi de Sibirya’daki pek çokları gibi Trans Sibirya hattının inşası ile değişmiş. Yeşil-beyaz renklerdeki gar, bir lokomotifi hatırlatıyor. Trans Sibirya hattındaki en büyük gar aynı zamanda.
Novosibirsk'te bizi, yerel kıyafetler içinde bir dans ve müzik topluluğu karşıladı.
Solum Avrupa sağım Asya kıtası
Sınır anıtına giderken yol üstünde bir başka anıttan, 4 bin kişilik bir anıt mezardan geçiyorsunuz. Stalin döneminde ortadan yok edilen 4 bin kişi, Stalin’in 1953’teki ölümü sonrası toplu bir mezarda bulununca, 1993’te Yeltsin döneminde bir anıt yaptırılmış. Pek çok yazar, şair, düşünür, bilim insanı politik düşünceleri nedeniyle burada yatıyor.
Dört bin kişilik anıt mezar
Yekaterinburg, ölüleriyle ünlü. Şehrin merkezindeki Kanlı Kilise, Çar II. Nikolai Romanof ile ailesinin ve çalışanlarının katledildiği evin yerinde yükseliyor. Katliamdan sonra, Çar ve ailesi kahramanlaştırılmasın diye ev tamamen yıkılmış, cesetler ormandaki bir mağaraya götürülüp yakılmış sonra da gömülmüş. Ancak bugün son Romanoflar, kilisede azizlerle bir tutuluyor. Mezarları ise St. Petersburg’da.
.
Rus demiryolu terminolojisinde “1. Sınıf” ya da “2. Sınıf” gibi terimler yok. Onun yerine iki yataklı kompartman veya dört yataklı kompartman var. İlk iki yolcu vagonu iki yataklı, diğerleri dört yataklı. İki yataklı vagonların kendi banyo ve tuvaletleri var. Diğerlerinde iki veya dört kompartman bir banyoyu paylaşıyor.
Her vagonun iki başta ve iki sonda olmak üzere dört kapısı var. Treni baştan sona dolaşabiliyorsunuz. Hatta son vagonun arka penceresinden bazen güzel manzaralar yakalanabiliyor.
Benimki ile yemekli arasında 6 vagon var. Her vagonun uzunluğu 25.5 metre. Yani hepi topu 153 metre yürümem gerekiyor. Ancak bu arada 43 kapı açıp kapamak zorundayım. Kapıları mutlaka kapatmanız lazım, yoksa raylardan gelen tüm gürültü içeri doluyor. Dün saat tuttum, tam beş dakika sürüyor yemeğe gitmem. Tabii yolda karşılaştığınız yolculara kendi dillerinde selam vermek, tuvalet sırasına girenlerin arasından sıyrılmak, kim olduğunuzu merak edenlerle sohbet etmek bu süreyi uzatıyor. İlk iki gün sarsıntılarda sağa sola çarpmaktan kollarım morarmıştı, şimdi daha rahat ve hızlı yürüyebiliyorum. Güne Bernard’ın sesi ile uyanıyoruz. Tren radyosundan her sabah 07:00’de, bazen 07:30’da günaydın anonsu yapıyor. Sonra üç dilde o gün göreceğimiz şehri ve Rus tarihini anlatmaya başlıyor. Bu konuşma yaklaşık iki saat sürüyor. İsterseniz radyoyu kapatabiliyorsunuz.