2013’de 55.sıradan Memphis tarafından seçildi Fransız oyuncu. Sonrası biraz karışık, çokca benzer aslında. Çoğu Avrupalının güle oynaya gittiği NBA serüvenin arkasından hayal kırıklığı ile döndüğü hikayenin aynısı Joffrey’ninki.
3 yılda 5 farklı takım, 5.6 sayı ve 3.8 ribaund ortalaması. Asist, top çalma veya şut değerlerinden bahsetmiyorum bile zira hepsi lig ortalamasının altında. Geçen yaz San Antonio Spurs ile 2 yıllık anlaşmaya vardığında kağıt üstünde herşey güzel duruyordu. Dedmon ve Lee’den boşalan koltuğu dolduracak, Avrupa’da alıştığı sistemde tanıdık, bildik yüzler ile en önemlisi bir NBA efsanesi, koç Popovich için oynayacaktı. Artık yolun sonunda ışık vardı, Lauvergne’de aynı hayali kurdu aynı idolü Diaw gibi Spurs’de neler yapabileceğini gösterecekti. Parker’ın önerisiyle o artık San Antonio’daydı. Yine aynı senaryonun tekrar etmesini hep birlikte izledik.
Tavuk ve yumurta tezi her zaman olduğu gibi Joffrey’i anlatıyordu. O bildik tanıdık ikilemdeydik; iyi bir rol oyuncusu isen iyi dakika alırsın, iyi dakika aldıkça daha istikrarlı olur sonunda iyi bir rol oyuncusu olursun. Lauvergne o istediği dakikaları 3 yılın ve 5 takımın sonunda alamamıştı. Ne yazık ki NBA yine çok çalışkan, saha görüşü üstün, mücadeleci ve iyi karakterli bir Avrupalıyı yutmuş evine göndermişti.
Aynı Datome’yi, Vesely’yi veya Avrupalı olmasına gerek yok, Ekpe’yi kendini bulması için bu topraklara gönderdiği gibi. Biraz geçmişe dönüp hatırlayalım; Datome 2 sezonda 3 takım değiştirmiş ve 3.4 sayı, 0.4 asist ve 1.4 ribaund ortalamaları ile oynamıştı. Vesely ise 3 sezonda 3 ayrı takıma gitmiş, 3.6 sayı ve 3.5 ribaund ile vasat bir portre çizmişti. Sonrası malum hepsinin tekrar ruhlarını keşfetmlelerine hep birlikte tanıklık etmiştik.
Fenerbahçe Doğuş büyük ihtimal ile Wanamaker ve Nunnally’i kendilerini kaybetsin diye NBA’ye yollarken, parkenin iki tarafında da dinamik, boyalı alanda olabildiğince sert, korkusuz ve bir o kadar da akıllı bir oyuncu kazanmış oldu. Jason Thompson’nın tahminlere göre boşaltacağı pozisyonu için en ideal seçimi yapmış oldu Fenerbahçe Doğuş.
Şampiyonluktan sonraki sezon her zaman en zorudur. Egolar yükselir, esrarengiz derecede iyi olan kimya bir anda ortadan kaybolur, beklentiler değişir. Hemen ardından ayrılıklar gelir ve aylar sonra parkeye dönülür. Ruh artık erozyona uğramıştır ve takımın birbirine güvenmesi için zaman gereklidir. Evet, bu bahsi geçen noktalardan sadece bir tanesi gerçekleşmişti Fenerbahçe Doğuş için. O da sadece ayrılıklardı! Fenerbahçe Doğuş,bu Cuma, 18 Mayıs’da, Belgrad’da, ne kulüp tarihinde ne de Türkiye'de eşi benzeri görülmemiş başarısını sürdürmek ve tarihi tekrar etmek için çıkacak parkeye.
Bir yanda 1999’dan beri ilk defa Final Four’a katılan, sezonun en büyük sürprizi Zalgiris Kaunas’a karşı belki de yılın en keyifli maçına çıkacak Fenerbahçe Doğuş. Tarihin en hızlı karar alabilen, işler kötü gittiğinde stratejilerini değiştiren ve birden fazla çözüm ile hiç vazgeçmeyen bir tecrübeye karşı oynayacak Litvanyalılar. Fenerbahçe Doğuş’u yenmek için sezonun en büyük sürprizinden yani kendisinden daha büyük bir sürprize ihtiyacı olacağı kesin Yeşil Beyazlıların.
ÜSTÜSTE 4 FINAL FOUR
Bogdanovic, Udoh ve Antic’in ayrılıklarından sonra bırakın sezonu zor geçirmeyi, 3 galibiyet fazlasıyla bitirmişti Fenerbahçe. Bu durumu Obradovic geldiğinden beri kurulan sistem, zihniyet ve takım birliğinden başka herhangi bir şeyle açıklamak mümkün değildi. Çok değil, bugünden 5 yıl önce, son 8’e kalma hayallerinden, üst üste 4. Final Four’unda boy gösterecek Obradovic’in öğrencileri. Son 60 yılın en başarılı koçu olarak gösterilen Obradovic ise, 26 yıl önce ilk defa Sırp takımı Partizan ile kazandığı Euroleague kupasını 10.defa kaldırmak için kendi evine dönecek. Sahada ya onun için oynamış ya da onunla çalışmış 3 koça karşı sihrini bir kez daha konuşturacak. En iyi yaptığı şeyi yani takımını bir kez daha “BİR” yapacak.
3 ŞEY İÇİN ÇALIŞTI
Basketbolda her şeyi doğru yapabilirsin ama takımın birliğini sağlayamazsan, bütün çaban boşa gider. En mükemmel yetenek karması, en harika hücum stratejisi, en iyi savunma sistemi sende olabilir, oyuncularını her şeye karşı hazırlamış olabilirsin ama onları birlik yapamazsan işte o zaman yolun sonunda başarısız olmaya mahkum olursun.
Takımın bel kemiği birden fazla kez bozuldu, sakatlıklar yolu daha engebeli yaptı ama Obradovic ve tüm teknik ekip 3 şey için çok çalıştı; oyuncular için en doğru ortamı yaratmak, her oyuncunun en iyi olduğu yönleri ortaya çıkarmak ve konsantrasyonun bozulmasına izin vermemek. Bütün bu noktalar sonunda Fenerbahçe Doğuş efsanesini ortaya çıkardı. Fiziksel olarak egemen olmasalar da, en iyi yeteneklerini kaybetseler de fikren ve ruhen “BİR” olan bu takım son 4 yıldır parkede mucizeler yarattı. Farkındalığı yüksek, ne geçmişte yaşayan, ne de geleceği bugünü yaşamadan düşünen, enfes uyum ve dayanıklılıkta “BİR” takım çıktı ortaya.
Final Four oynamanın ne ifade ettiğini bilmediğimiz günlerden, arka arkaya kupa kazanmak için sahaya çıktığımız günleri hediye ettiler bize. Fenerbahçe Doğuş, bu hafta sonu şampiyonluk kürsüsüne çıksa da çıkmasa da temsil ettiği ve hizmet ettiği amaç bir kupadan çok daha fazlası artık. Euroleague tarihinin büyükleri arasında, tüm tahminlerin favorisi ve Avrupa basketbolunun en saygın kulüplerinden biridir artık.
Seri tahmini yapmak adettendir ama söz konusu playoff'lar olunca sonucu kestirmek neredeyse imkansızdır. Çok değil, bugünden tam 1 sene öncesinde, kimsenin seride şans tanımadığı Fenerbahçe "playoff'un favorisi olmaz" diyerek tüm tahminleri alt üst etmiş, seriyi almakla kalmamış, üstüne İstanbul'da kupayı kaldırmıştı. Her ne kadar ev sahibi avantajı değerli de olsa Fenerbahçe Doğuş bunu değersiz kılmıştı. Dersimiz Baskonia iken temkinli olmakta, kontrolü bırakmamakta ve ipleri sıkı tutmakta fayda vardı! Aynen John Steinbeck'in dediği gibi; "Seyahat aynı evliliğe benzer, kontrol ettiğini sandığın noktada aslında her şey yanlıştır"
İSPANYOLLAR İÇİN TEHLİKE ÇANLARI
Nitekim Sarı Lacivertliler maça olağanüstü bir konsantrasyon ve kontrol arzusu ile çıkmıştı. Yaptığı saldırgan savunma ile Baskonia'yı zor atışlara zorlamış, Granger'ın yokluğunu çok iyi değerlendirmişti. Baskonia adına top kayıplarının damga vurduğu çeyrekte Fenerbahçe için kötü giden tek istatistik savunma ribauntlarıydı. İspanyollar için tehlike çanları daha ilk çeyrekte çalmaya başlamıştı.
Ataşehir'de, bu maçı almaya gelmiş ateşli seyircisinin önünde, 5 top kaybı ile maç kazanmak mümkün değilken, ne yazık ki seri kazanmak imkansızı denemekten başka bir şey değildi. Şampiyon bir takımda olması gerektiği gibi, Fenerbahçe'de roller dengeli dağılmış, herkes çok sakin ve soğukkanlıydı. Farkın çift hanelere kolayca çıktığı 1. çeyrekte Sloukas'ın yönetiminde Fenerbahçe orkestrası hatasız çalmaya devam etmiş, yaptığı asistler ile "Solo"lara ritim vermişti.
İlk yarıda son 6 dakika girilirken 31-19 olan farkın ötesinde Baskonia sahanın her noktasında hapsolmuştu. Press denemiş kolayca geçilmişti. Çizginin gerisinden atmış, becerememişti. Çareyi Janning ve Beaubois ile içeriye girmekte bulmuş ama Sloukas farkın kapanmasına engel olmuştu, dün ne de olsa takımı oynatmaya gelmişti kendisi! Sadece yapılan baskıyı aşmak ile kalmayıp boş adamı harika bulmuştu. Vesely onunla birlikte havalanırken fark 20'ye kadar çıkmıştı.
SHENGELIA YETMEDİ
Obradovic, maç arasında uzatılan mikrofona Baskonia'yı çok güzel özetlemişti. Sahanın iki tarafında Fenerbahçe'nin harika işler çıkardığını söyleyen basın mensubuna her zamanki gibi temkinli cevap vermişti. "Geri dönmek için her şeyi yapacaklar, buna izin veremeyiz,enerjimizi korumalı, ribauntlara dikkat etmeliyiz" demişti. Baskonia'nın kötü giden noktaları değiştirmeye çalışacağından şüphesi hiç bir zaman olmamıştı. Maç başına 19.8 asist ile oynayan bu takımın, ilk yarı yaptığı 3 asist ile maçı kazanabilmesinin mümkün olmadığını Martinez dahil herkes biliyordu. Ayrıca bildiğimiz başka bir şeyde, Baskonia'nın kötü gidişatı değiştirebilme kabiliyetine sahip nadir takımlardan biri olduğuydu.
Kupayı kaldırdığımız 16-17 sezounu, bu takımın birlikte geçirdiği 3 koca yılın sonunda gelmişti. 2015 Final Four'unda, Madrid'de, ilk maçta elenirken Bjelica'nın sahadan silindiği, Bogdanovic'in ne yapacağını bilemediği günleri çabuk unutmuş, Udoh'un ilk geldiği yılı ve takıma alışamamasını nedense hatırlamamış, 2018 model Fenerbahçe'ye sezon boyunca bir "Süper yıldız" çıkaramaması ile ilgili çok çabuk eleştirmiştik. Asıl sorulması gereken soru şuydu aslında; gerçekten bir "Süpe yıldız"a ihtiyaç var mıydı? Bu takım birden fazla kahramanı ile makine gibi işlerken bir yıldıza neden ihtiyacı olacaktı ki?
Dün akşam, Fenerbahçe Doğuş, ligin en rahatsız edici deplasmanlarından Belgrad'da, asla pes etmeyen, oyunu bırakmayan, genç Kızılyıldız karşısında parkeden 80-63 galip ayrıldı.
Ve üstüne üstlük, galibiyetten daha da değerlisi, Sarı Lacivertliler, uzun Euroleague maratonunun en önemli kısmına, playoff'lara, moralli, sağlıklı ve "takım" olarak girmeye sadece 2 maç uzaklıkta!
Unuttuğumuz ve sabırsız olduğumuz başka bir konu daha vardı; Bir takımda roller ne kadar oturursa stres ve endişe seviyesi o kadar azalır. Oynadığı son 4 maçta, kritik playoff'lar öncesi, birbirine daha güvenli, rollerin olgunlaştığı harika bir Fenerbahçe vardı sahada. Maç tıkanınca yaratıcı olabilen, oyun sıkıştığında açabilen, top paylaşımını mükemmel yapan ve sahaya olması gerektiği gibi yerleşen. Kalinic ile artan savunma direncinin yanında, pas istasyonlarındaki çeşitlilik hücuma tempo katmaya başlamıştı. Bir elin parmakları nasıl birlikte uyum ile hareket ediyorsa, Fenerbahçe Doğuş aynen o ahenkte hareket etmişti.
EN BÜYÜK KANITI
Dün akşam parkede, basketbol adına olması gereken tüm doğrular mevcuttu. Guduric'in set temposunu yönettiği, Dixon'ın eski günlerine döndüğü ilk çeyrekte, minimum 4 veya 5 pas ile kolay basketler izlemiştik. Bazı pozisyonlarda adam eksiltmeyi o kadar doğru yapmıştı ki Obradovic'in öğrencileri, zaman zaman neden bu kadar boş kaldıklarını anlayamamışlardı. Kısacası herkes rahat rahat atmıştı. İlk yarıda oyuna giren 11 oyuncunun 9'u, 12 asist ile oynamıştı. İşte bu rollerin oturduğunun ve bir "Süper yıldız"a ihtiyaç duyulmadığının en büyük kanıtıydı..
3.çeyrekte, Guduric yaratmaya, Dixon atmaya devam etmişti. Üst üste bulunan 3 sayılık atışlar ile Kızılyıldız'ın konsantrasyonunu bozmuş, potasında sadece 10 sayıya izin vermişti Sarı Lacivertliler.
NEDEN BAŞARILI
Maç nasıl giderse gitsin, ancak “Şampiyon” bir takım o maçı döndürebilecek kabiliyete ve yüreğe sahiptir. Herşey o “yürekte” biter, dün akşam Kaunas’da, Zalgirio Arena’da, 15.500 kişiye karşı savaşan olağanüstü 11 yürek gördük parkede. Fenerbahçe Doğuş, Zalgiris Kaunas’ı 12 sayı geriden gelip, 7 sayı fark ile 78-85 mağlup etmeyi başardı. Tabi ki bir mağlubiyetten fazlası vardı Kaunas’da; o da Final Four yolunda garantilenen playoff, alınan ikili averaj ve Zalgiris ile aradaki 3 maça çıkan galibiyet sayısı. Kısacası Fenerbahçe Doğuş dün akşam tek kelime ile inanılmazdı.
POTAYA GİTMENİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ
Basketbol hiçbir zaman 1 kişinin oyunu olmamıştı, 5 kişilik bile değildi. Kalabalığın bağırması, ısınırken çalan müzik, rakibin gözündeki hırs, topun potaya çarpışı, kafanın içinde çözemediklerin hepsinin oyuna etkisi vardı. Jasikevicius ve öğrencileri dün akşam herşeyi ama herşeyi doğru yaparak maça başlamışlardı.
Kazanma iştahı, savunma direnci, hücum opsiyonları, Arena’nın atmosferi, seyircinin coşkusu ne ararsanız herşey parkedeydi dün akşam. Yeşil Beyazlılarda her topu yere vuran kendini pota altında bulurken, ilk yarı bittiğinde 3 sayı kullanma yüzdesi Sarı Lacivertliler için %45.8’i gösteriyordu. Fenerbahçe Doğuş, yaratamamış, potaya gidememiş ve pozisyonları bir türlü bitirememişti. Ahmet, Melli ve Thompson 3’lüsünden sadece 2 sayı üretmiş karşılığında çemberi savunamamıştık. Euroleague’in en iyi savunma yapan takımına karşı Zalgiris “potaya gitmenin dayanılmaz hafifliğini” yaşamıştı. Ulanovas, Davies, Micic, Pangos hiç farketmiyordu, o kadar doğru oyunuyorlardı ki, Zalgiris’i durdurmak neredeyse imkansızdı.
FABRİKA AYARLARINA DÖNÜŞ
Eğer her gününü takımla geçirmiyorsan, deplasmanı onlarla yaşamıyorsan, soyunma odasında onlarla değilsen, otobüste onlarla seyahat etmiyorsan kısacası olan bitenin bir parçası değilsen; arka planını bilmediğin şeyler hakkında eleştiremezsin. Diğer yanda üstünü örtemeyeceğin kadar açık bir gerçek var; ister Türk ol ister yabancı, ister Türkiye’de yaşa istersen Avrupa’da ya da Amerika’da kimse kimseye fiziksel olarak dokunamaz, dokunmamalı. Hem Fenerbahçe’ye, hem de Türk sporuna yapacağımız en büyük kötülük bu konu hakkında eleştirmemek olabilirdi. Düşünün ki Lebron James’i , Cleveland’ı uyandırmak ve maç içinde tutmak için Tyronn Lue aynı reaksiyonda bulunuyor, sizce bu mümkün mü?
Bunu yapılan açıklama ile kenara koymuşken başka polemiklerin içine çekilmesi öngörülmemişti tabi ki. Söz konsu Euroleague şampiyonu Fenerbahçe Doğuş ve en başarılı koçu olunca, malzeme burdan çıkmalıydı mutlaka. Tüm polemiklerin başlangıcı Sarı Lacivertliler olmalıydı. Hatta tüm yenilgiler, hakem hataları veya olmayan transfer istekleri bu takıma bağlanmalıydı. Ne de olsa arkadan atıp tutmak, dedikodu yapmak, sorumluluğu başkasına atmak spor dünyasının karekterinde vardı!
OBRADOVİC'İ ANLAMAK
Ülkemizde futbola benzemeyen nadir kalelerden basketbolu kirlettik bir kaç haftadır. Oysa ki, Obradovic geldiğinden beri bu polemiklerin içine çekilmek istendikçe en güzel cevabı, yorum yapmayarak ve sahada verdi hep. Saygısızlıkların en büyüğü ona yapılmasına rağmen. Öyle, üst üste 2 hafta kaybeden takımını her zaman destekleyen taraftarı 100 istedi diye 98’den 100’e çıkmaktan bahsetmiyorum. Ezeli rakibi Galatasaray’ın sahasında yüzüne tükürüldü Obradovic’in, sonuç mu? Ne bir kişisel yorum, ne bir saldırı, ne söylenmemesi gereken kötü bir söz, ne de başka herhangi bir saygısızlık. Her zaman oynanan basketbol, oyuncuları ve taraftar Obradovic için en değerlisiydi. Basketbolun A,B,C’sini bize yeniden öğretti, ezberleri bozdu, oyuncularını hiçbir zaman basının önüne ateşe atmadı. Takımının aldığı mağlubiyetleri başkasına yüklemedi her zaman sorumluluk aldı, basketboldan başka birşey konuşmadı, konuşmak istemedi. Hepimizin basketbola, spora olan bakış açısını değiştirdi. Sadece bakış açılarını boşverin oyuncularının hayatını da değiştirdi. Bjelica, Bogdanovic, Ekpe, Datome ve tabi ki en çok da kaptan Melih Mahmutoğlu. Melih 2013 senesinde, Erdemirspor’da sadece yayın gerisinden şut atabilen bir oyuncuyken bugün, 2017’de en büyük hayali olan Fenerbahçe’de, Euroleague kupasını kaldırdı. Verilen şansı çok iyi kullandı, çok çalıştı, Türk gençlerine rehber oldu, yol gösterdi. Daha gideceği yol hala var, hala öğrenilecek şeyler var. Takım arkadaşı Datome’nin bir ropörtajında söylediği gibi; “NBA’den buraya geldiğimde, daha ne öğrenebilirim ki diyordum, Obradovic bana daha gidilecek çok yol olduğunu gösterdi” dediğini unutmayacak, polemiklere kulaklarını tıkayacak, en iyi yaptiği şeyi yapacak, sadece basketbol oynayacak. 27 yaşında profesyonel bir basketbolcu olduğunu unutmayacak, acemiliği, duyguları, anlamsız üzüntüleri bir kenara bırakacak, sağduyusu hep onunla olacak. En güzel cevabı bu Çarşamba Sinan Erdem’de verecek, 14 Şubat’da saatler 20:00’ı gösterdiğinde Fenerbahçe Doğuş, Anadolu Efes’i kupada saf dışı bırakmak için çıkacak parkeye.
Bir tarafta galibiyet rüzgarı ile ilerleyen Fenerbahçe, diğer tarafta tarihinin en berbat sezonunu geçiren Anadolu Efes. Ne 26 sayılık mağlubiyet, ne de 100 sayı polemikleri Anadolu Efes’in galibiyetinin mimarı olacak. Verimliliği her hafta düşen Stimac ve sokak basketbolu ile yanıp tutuşan Mccollum ve Douglas ve en önemlisi sahadaki basketbol hariç herşey ile ilgilenen koç Ataman. Vesely’nin son haftalardaki hırsı, Guduric’in topa yön vermesi, Ahmet ve Thompson’ın boyalı alan savaşı, Sinan ve kaptanın BSL’deki enerjileri ile galibiyet kaçınılmaz olacak. Fenerbahçe Doğuş ve Obradovic tüm bu yaşananlara en güzel cevabı ve dersi yine parkede verecek.
Senaryo biraz bense de karakterler bu sefer yer değiştirmişti. Normal sezonun 21.haftasında Fenerbahçe Doğuş’u Pire’de konuk eden Kırmızılar, sahadan sadece 25 sayı farkla ayrılmamış, Sarı Lacivertlillere sezonun en kötü maçını da hediye etmişlerdi.
20 haftada sadece 3,6 sayı fark ile maç kaybeden, en fazla fark ile kaybettiği maç -Maccabi- 9 sayı olan Fenerbahçe’yi, Euroleague’in en iyi savunma takımını, yazı ile “yirmibeş” sayı ile yenmişler, üstüne bizlere takımın tüm ruhunun bozulmasını 40 dakika boyunca izletmişlerdi. Bundan daha kötü bir işkence olabilir miydi?
Bu sezon kaybettiği 6 maçın neredeyse 5’ini farklı kaybeden Olympiakos’un inişli-çıkışlı bir grafiği olsa da evini ilk 20 haftada çok güzel korumuş, galibiyet hakkını sadece ezeli rakibi Panathinaikos’a vermişti. Genetiğinde pes etmemek olan Yunanların playoff’lar yaklaşırken pes edeceğini düşünmek hayal kurmaktan başka birşey olamazdı.
Müzik ve basketbolun çok güçlü bir benzerliği, bağlantısı vardır. Her ikisinin de doğası ritmiktir, bencil olmana asla izin vermez, tüm notaların aynı ahenk ile akması önemlidir, bir orkestra nasıl konuşmadan anlaşıyorsa, sahadaki 5 kişi de aynen bu şekilde anlaşmalıdır. Birlikte savunmayı okumalı, birlikte tepki vermeli, herkesin topa dokunmasına izin vermeli, aynı konsantrasyonda olmalısın. İyi savunma yapan bir takımı tek kişi ile mağlup etmeye çalışmak boşa kürek çekmekten başka bir şey değildir. İşte dün akşam “Fenerbahçe Doğuş Orkestrası” sezon başından beri üstünde çalıştığı tüm şarkıları unutmuş, tüm ritimleri evde bırakmış ve iki notayı bir araya getirememişti.
SANKİ HİÇ TANIMIYORLAR, BİLMİYORLAR GİBİYDİLER
Ligin belki de en iyi top süren, pick and roll oynayan takımına karşı guardlarına baskı ile başlamak çok önemliydi, ancak nedense Obradovic’in öğrencileri sanki hiç tanımadıkları, bilmedikleri bir takıma karşı oynamış, yapılması gereken hiçbir şeyi parkeye yansıtamamıştı. Diğer yanda olympiakos maça savunmada ve hücumda muazzam başlamış, dakikalar 10’u gösterdiğinde Fenerbahçe 1 çeyrekte yıllardır hiç yemediği kadar sayı yemişti. 34-18 ile geçilen kabus 10 dakikanın sonunda Kırmızılar bile bu kadar kolay sayı bulduğuna inanamamıştı. Sarı Lacivertli cephede ne doğru bir saha içi yerleşimi, ne hareketli bir hücum veya agresif bir savunma görebilmiştik. Spanoulis önderliğinde, “Papanikolaou enerjisi”, “Printezis tecrübesi”, Fenerbahçe’yi adeta felç etmişti. Çeyreği 8 top kaybı ve 3 ribaund ile bitirmiş Fenerbahçe’de acilen birşeyler değişmeliydi.
2.çeyrekte Guduric ile nefes almaya başlamış, Kalinic’in enerjisi ile geçen sezona yolculuk yapmış, Dixon, Sinan ve Ahmet’in gayreti ile acaba bile demiştik. olympiakos’un inatçı kişiliğini unutmuş, fark tek hanelere inerken umutlanmıştık. 45-36 biten ilk yarıdan sonra Obradovic, “2.çeyrekte ne yaptıysak aynısını yapmaya devam etmeliyiz” demişti, uzatılan mikrofona. Periyot boyunca olympiakos’u 11 sayıda tutmuş, ribaund almasına ve asist yapmasına izin vermemiş üstüne 7 top kaybı yaptırmıştık.
Haklı da, senelerce hatırlanacak bir playoff serisi, ev sahibi avantajının kaybedildiği 23.000 kişinin önünde yaşanan hezimet. Haklı çünkü, Olympiacos rekabeti nasıl hissettiriyorsa, Fenerbahçe'de aynısını hissettiriyor. Yani en azından öyle olmalı, yoksa Dimitris Giannakopoulus'un takımla birlikte bench'te olmasının başka bir anlamı olamazdı. Haklı çünkü, Pascual'in neredeyse istifa noktasına geldiği otobüs ile dönülen seyahatin baş mimarı Fenerbahçe'ydi. Haklı çünkü Gist ve Singleton'ın hayatlarının en önemli maçını oynuyormuş gibi tavırları başka nasıl anlaşılabilir?
Dün akşam, ev sahibi avantajına giden kritik yolda, Fenerbahçe Doğuş, ezeli rakibi Panathinaikos ile aynı galibiyet sayısına ulaşma şansını çok iyi değerlendirerek, Ataşehir'de 67-62 ile sahadan galip ayrıldı.
Sahada bir galibiyetten daha fazlası vardı dün akşam. Oyuncuların en iyi oldukları yönlerini ortaya çıkarmak için takımın birbiriyle bağının gelişmiş olması gerekir. Dün akşam Jason Thompson kendisini acımasızca eleştirenlere, Euroleague kariyerindeki en harika maçını, en kritik maçta ortaya koyarak tüm camiaya adeta haykırdı. Satır arasında "Bana zaman verdiğinizde neler yapabileceğimi görüyorsunuz" olduğu açıktı. Dixon, tüm tecrübesi ve cool haliyle takımı eskisi gibi ateşledi. Tabi sadece o ateşlemedi, Vesely sakatlıktan nasıl dönecek sorularını fazla uzatmadan "büyük oyuncu" olduğunu bir kez daha kanıtladı. Büyük oyuncuysanız istatistiklerinizin harika olmasına ihtiyacınız yok, iyi hücum edememiş olabilirsiniz ama büyük etkiler bırakırsınız. İşte Vesely için de dün akşam öyle bir akşamdı. Özetle takım her geçen gün birbirine daha çok güven vermeye başlamış, roller oturmuş, endişe ve stres seviyesi azalmış ve bir galibiyetten fazlası kazanılmıştı.
Xavi Pascual, maçtan önce geçen yılki playoff serisinden çok iyi ders çıkardıklarını ve zihinsel olarak daha güçlü olduklarını söylemişti. Ancak dün sahada o kuvveti, gücü görmek neredeyse imkansızdı. İlk çeyreğe savunmada kusursuz başlayan Fenerbahçe Doğuş, Panathinaikos'u kendi 24 saniyesinde hapsederek pota altına yaklaşmasına izin vermemişti. Pao'nun bu durum karşısında 3'lükten başka şansı kalmamışt. Nitekim maç boyunca da farklı bir senaryo ile karşılaşmayacak ve ilk periyot 10 olan 3 sayı denemeleri maç sonunda 28'i gösterecekti. Bu tutması zor bir kumar veya tamamen çaresizlikten başka bir şey değildi.
Pas aralarını kapayan, Pao'nun maç içi iletişimine giden yolların hepsini kesen Fenerbahçe'de şanssız hücumlar harici kötü giden herhangi birşey yoktu. 35-30 biten ilk yarının sonunda devamlı 3'lük denemeleri ile ilgili uzatılan mikrofona Singleton "Defansları buna izin veriyor napalım biz de deniyoruz" demişti. Işin kötü ama Sarı Lacivertliler için iyi tarafı, koç Pascual'in de aynı soruya "Boş atış bulunca atmalısın" açıklaması gelmişti. Yani; takımın çözüm üretmedeki kabiliyeti bu kadar kısırdı.
47-50 ile geçilen 3.çeyreğin ardından savunmada ve hücumda çok hareketli ve agresif başlamıştı Obradovic'in öğrencileri. 5-0'lık seri, Dixon'ın azmi, Vesely'nin hırsı derken Ülker Arena eski günlerine dönmüştü. Vesely'nin birleştirici gücü sayesinde rüzgarı arkasına almış, galibiyete yelkenlerini açmıştı bile. 63-60 ile geçilen son 40 saniyede sezon boyunca sadece 1 serbest atış kaçırmış Datome'ye yapılan faul, Fenerbahçe'nin galibiyetini kesinleştirmişti. Önce Datome sonra Sloukas ile faulleri kaçırmayan Sarı Lacivertliler, 67-62 ile biten maçtan sonra Pao'yu ve Giannakopoulos'u Atina'ya geldiği gibi göndermişti. Durun! Acaba geldiği gibi mi yoksa otobüs,tren veya gemi ile mi?
Akılda kalanlar:
-Thompson, Thompson ve yine Thompson, 8'de 7 2 sayı isabetine %87,50 ile oynadı. 29:40 ile sahada en fazla kalan oyuncuydu.