Paylaş
Sarı Sandalye, Galatasaray Üniversitesi Tiyatro Topluluğu kökenli bir ekip. Üniversite tiyatrosu ruhunu ‘Kral Übü’nün her anında hissettim. Kült bir metne ince eleyip sık dokunarak yapılmış bir dramaturji, ekip içi uyumu sergileyen bir kolektif performans ve parıldayan reji fikirleri... Kaotik, şaşaalı, döngüsel bir hareketle süren, oyunculardan yüksek performans, seyirciden pür bir dikkat isteyen ‘Kral Übü’ ilaç gibi geldi.
19’uncu yüzyılda yaşamış Fransız yazar Alfred Jarry absürt tiyatronun ‘kurucu babası’ kabul edilir. Türün ‘büyükleri’ Samuel Beckett ve Eugene Ionesco’nun da ‘Jarry’nin paltosundan çıktığı’ düşünülür. ‘Kral Übü’yse ‘Macbeth’in paltosundan çıkmıştır. Ya da ‘tacından’... Neticede, uğruna kanlar boca edilen ‘taç’tan, sınırsız güç arzusundan doğar ‘Übü’ler...
‘Kral Übü’, Polonya kralının süvari birliğinin başındayken ‘Übü Ana’nın kışkırtmaları eşliğinde ‘iktidarı’ ele geçiren kaba saba, cahil, doyumsuz, zalim ‘Übü Baba’nın öyküsüdür. Shakespeare’in benzer ihtirasların peşindeki karakterlerine göndermeler içerir.
Sarı Sandalye, absürt bir kimliğe sahip bu klasik metni, Shakespeare dozunu elini korkak alıştırmadan kullanarak, Türkiye’den ‘saçma’ anlar’ da ekleyerek ve groteskin sınırsız gücünü kullanarak ele almış. Oyunda ‘Übüler’ artık her yerde. Tek bir Übü karakterinden değil,
mide bulandırıcı doyumsuzluklarıyla ‘übüleşme’ potansiyeli olan bir insanlıktan bahsediliyor.
Dünyanın daha iyi bir yer olmayacağını anlamış 21’inci yüzyıl fanilerine acı ama eğlenceli bir anımsatma. Işıl ışıl kostümleri, grotesk makyajları ve tek bedenmiş gibi hareket eden koreografisi, esnek bedenleri, plastik estetiği hissi veren yüz ifadeleriyle iddialı oyuncuların anlattığı ‘komik’ bir karabasan ‘Kral Übü’.
Döngüsel bir akışta, ritmi düşürmeden akan oyun, ikisi aynı zamanda müzisyen, 10 oyuncunun göz alıcı performansıyla yükseliyor. Döngüsellik Übü’nün birden fazla oyuncuya teslim edilmesinde de çıkıyor karşımıza. Übü Ana ve Übü Baba’yı ikişer oyuncu üstleniyor. Doğa Nalbantoğlu’nun uyarlayıp yönettiği oyun, Kral Übü’nün halka seslendiği sahne başta olmak üzere çok sayıda heyecan uyandıran reji fikriyle dolu. Zaten mizah dozu yüksek, özgün bir küfürbaz dile sahip, zorbalığı absürt bir yorumla ele alan metin, çarpıcı buluşlarla donatılmış.
Müzisyen/oyuncuların farklı müzik türlerinden canlı yorumlar kattığı müzikal katman, Übülerin birbirine kattığı Polonya ile bugün arasında eğlenceli bir bağ işlevi görüyor.
Işığı, müziği, kostümleri, koreografisi, tek tek ve ansambl performanslarıyla çok bütünlüklü bir oyun bu. Oyunun ‘kusuru’ da bu bütünlüğün içindeki ‘fazlalıkta’. Bir noktadan sonra takibi zorlaştıracak kadar yoğunlaşıyor hareket...
Finale doğru Übülerin öyküsüne dikkat toplamak kolay olmuyor. Enerjisi öyle yüksek bir iş ki başınız dönerek izliyorsunuz son kısımları. Finale doğru ayaklarımızı yere basmamıza yardımcı olacak dokunuşlar iyi olacaktır.
‘Übü’lere çok sık denk geliyoruz ama ‘Kral Übü’ gibi bir oyun sık çıkmıyor karşımıza; izlemelisiniz.
ALTIN ELMA/OLASI İŞLER
Sonsuz güzelliğin üç tanrıçası; Hera, Afrodit ve Athena biz fanilerle günümüzde bir araya gelse neler anlatır? Hilal Polat’ın tasarlayıp yönettiği oyun üç beden kuklası eşliğinde akılda kalıcı bir muhabbete dahil ediyor seyirciyi. 24 Ocak Salı, 20.30’da Bahçe Galata’da.
YARALARIM AŞKTANDIR
İranlı ‘güçlü’ şair Füruğ Ferruhzad’ın cesaret ve ilham dolu çarpıcı öyküsü, Nazan Kesal’a emanet. Şebnem İşigüzel’in yazdığı, Berfin Zenderlioğlu’nun yönettiği oyun 24 Ocak Salı, 20.30’da Moda Sahnesi’nde.
Paylaş