Paylaş
İstanbul’da yaşamanın akıl kaçırtan halleri Bir proje sebebiyle son 10 günümü İstanbul’da geçirdim. Otelde değil evde kaldım. Arabaya değil metroya, metrobüse bindim. Her sabah evden çıkıp ofise gittim. Her akşam iş çıkışı bir yerlere koşturdum. Hafta sonu, kalabalıkların içinde kendime yol açmaya çalıştım.
Az sonra okuyacaklarınız, sadece İzmir’de değil (eğer 1 ile 6 aylık süreleri o şehrin yerlisi olmak için yeterli zaman kabul ederseniz) İstanbul, Positano, Madrid, Barcelona, New York ve dünyanın daha bir çok şehrinde yaşamış bir göçebenin İstanbul notları. Her geçen gün daha da ¨hard core¨ hale gelen bir şehirde, sıradan bir dünyalının ayakta kalma çabaları. Buyrun cenaze namazına…
1. Arabam şekil, önümden çekil!
Hayır tabii ki trilyonluk otomobili ile bilmem ne AVM’sinin önünde hava atan futbolcu zevcelerinden ya da sosyetik ablalardan bahsetmeyeceğim. Daha fenası var. Yağmurlu günlerde, B sınıfı orta sınıf aracını üzerine üzerine sürüp çukura girmek suretiyle seni sırılsıklam yapan apaçi arkadaş! Misal: 2 gün önce dünyanın en pis yağmuru ile sokağa adımımı attım (sürekli yağan, sicim gibi yağan, hiç durmayan ve fırtına ile karışık yağan berbat İstanbul yağmuru). Derdim Fulya yokuşunu tırmanıp kendimi Şişi-Mecidiyeköy metrosuna bırakmak. (Evet, İstanbul’da metroya ancak kendini kalabalığa bırakmak sureti ile binebiliyorsun, kalabalık seni nereye sürüklerse bahtına) Kaldırımın daraldığı o noktada, önce yerdeki dev su dolu çukurla sonra da o gri corsa’nın içinde bana sırıtan arkadaşla göz göze geldim. Tabii ki gaza basıldı, araç hızlandı, çukura girildi ve bingo! İstanbul’u kirpiklerimin arasından akan suda gördüm.
2. Hadi hep birlikte Suriyeli çocukları ölüme terk edelim!
Sanırım bu son günlerin yeni trendi. Çocukların hali perişan, aileler dilini bile bilmedikleri bir ülkede, kendi dillerinde dileniyor. Kimsenin dönüp bir kuruş verdiği yok. Sana bir şey sormaya çalışsalar, dilini anlamadığın için durmuyorsun bile. Çocuklar resmen ya donarak ölüyor. Ya dileniyor. Ya titriyor. Ya da (şimdi değilse bile pek yakında muhtemel) hırsızlık yapıyor. Durumu sosyal medyaya yazmaya kalktım. Yemediğim laf kalmadı. İyi, tamam. Bakamayacağımız bir ulusu aldık, getirdik bir takım egolar uğruna. Bunun ben de farkındayım. Ama çözüm el kadar sabileri ölüme mi terk etmek? Hiç bir şey yapılamaz mı? Hangi ara taşlaştı bu kadar yürek? Tüm İstanbul, görmemiş gibi yaparak geçip gidiyor bu çocukların yanından.
3. Bir omuz atarım, bir de yerden yersin!
Dünyanın hiç bir şehrinde, hiç bir yerli halk, kendi hemşerisinden böyle zulüm görmemiştir. Herkes birbirine düşman. Herkes yabancı. Sanki Amerika iç savaşındaki Kuzey ve Güney’in halklarını alıp İstanbul’a getirmiş sonra da ¨hadi bakalım, burası artık sizin memleketiniz, kardeş kardeş yaşayın¨ demişsin gibi. Selam sabahı zaten geçtim de; kötülük nereden gelecek diye gölgenden bile tırsarak yaşamak çok fena.
4. En psikopat taksici bizim taksici!
Hoş ya ne yapacaktı adamlar? 12 dakikalık yolu 3 saatte aldıran bir trafikte. Ama trafiğin olmadığı saatlerde bile daha bir tane güler yüzle karşılayan, gideceğin yere burun kıvırmayan, cep telefonundaki haritayı açtığında sinirlenmeyen, gideceğin sokağın orası değil, burası olduğunu iddia etmeyen taksiciye rastlamadım. Daha enteresanları var. ¨Metroya kadın erkek ayrı binilmesini savunan yaşlı taksici amca¨ ile 4 kişi bir gece yarısı tiyatro çıkışı duraktan bindiğimiz takside bize ¨cinsel içerikli maceralarını anlatmaya kalkan taksici abi¨ gibi. Fesuphanallah.
5. Metrobüs; nefes alsan yeter!
Suçunu itiraf etmeyen zanlılar için yeni işkence yöntemi olsun bence. Sabah en kalabalık saatte koysunlar metrobüse 3 kere gitsin gelsin, bak nasıl ötüyor. Sırf bir kere binmek bile bir daha semtinden geçmemen için yeterli sebep. Dünyanın hiç bir gelişmiş kentinde böylesine bir rezillik olduğunu sanmıyorum.
6. Havalı cafe’lerin küçük dağları ben yarattım personeli!
Tamam anladım. İşini sevmiyorsun. İstanbul’da yaşam çok zor. Ama bu sana tek bir adet küçük poğaça istediğimde ya da kahvemi 60 derece sıcaklıkta sipariş verdiğimde beni aşağılayan gözlerle süzme hakkını vermiyor. Sevmiyorsan git konuş bence.
7. Herkes instagramcı, herkes fenomen!
İlk bloğumu 2007’de açtım. Sen de birinci dünya savaşı yılları, ben diyeyim internetin ilk icat olduğu zaman. İş hayatına yeni yeni atılmışım. Reklam yazarıyım. Aldığım para belli. O halde bile benim bloğum var sizi bloğa yazacağım demeye utanır, gizli gizli yazardım izlenimlerimi. Büyüdüm, Hürriyet yazarı oldum, bir kez ağzımdan çıkmadı ¨sizi yazarım haa¨ cümlesi. Şimdi maşallah her önüne gelen lezzet yazarı, instagram blogger’ı (!). Restoranları arayıp biz 15 kişi kahvaltıya geliyoruz bizi ağırlayın¨ diyen mi ararsın, ¨otel resepsiyonunda benim arkamda on binler var (330 takipçisi var) odamı upgrade edin¨ diye bağıran mı? Hoş bazı mekanlara da müstahak, o da ayrı konu.
8. İlişki istemiyorum erkekleri, evlenmek istiyorum kadınları!
Geçen yıl bu konu hakkında bir yazı yazmıştım, olay bu sene iyice patlamış. Eskiden adamı nikah masasına oturtan kadına gıpta ile bakılırdı; şimdi ¨erkek arkadaş sıfatını almayı kabul eden adamı ikna eden kadın¨ parmakla gösteriliyor. Herkes herkesle flört (kibarcasını yazdım) halinde. Ama kimse kimseyle sevgili değil. Bir de bu durum gayet kabullenilmiş. Pes!
9. Fulya’dan Çengelköy’e 2 saat 25 dakikada gitme saçmalığı!
Bizzat yaşadım; tam 4 vesait. Bu nedir kardeşim? Ben İzmir’de bu süre içinde arabayla Bozcaada’ya, otobüsle Ayvalık’a, 4 kere Çeşme’ye/Foça’ya (biraz abartmış olabilirim), Madrit’ten Toledo’ya, Milano’dan Torino’ya giderim. Üzerine iki de kahvaltı ederim. Hızımı alamazsam bir de pantolon dikerim.
10. ¨Ayy İzmir’de mi yaşıyorsun ne tatlııı¨ tepkisi!
Bu da yeni çıktı. Gerçi ben pek memnunum. Geçmiş yıllarda yaşadığım ¨ayy İzmir’e mi dönüyorsun, ne yaparsın orada¨ ifadesinden sonra bu level’a atlamış olmak gayet eğlenceli. Ama bu şehirde yaşamaktan bu kadar mutsuzsan işin zor.
11. Ölsem kimse duymayacak korkusu!
İstanbul’da o kadar çok, o kadar çok ¨single¨ (evde kalmışın modern hali, ben de bir single’ım) yaşayan var, hayat o kadar bireysel ki; ölsem kimse duymayacak hissine kapılıyor insan. O yüzden de biraz her single, bir diğer single’ın ailesi bir yerde.
12. Ulan İstanbul! Ulan İstanbul!
Tüm bunlar olup biterken bir işin düşüyor Eminönü’nden Üsküdar vapuruna biniyorsun. Allah’ım bir şehir bu kadar mı güzel olur. Tüm öfken, trafiğe, insanlara , düzene saydırışların bir anda siliniyor aklından. Yerini dünyalar güzeli Boğaziçi, saraylar, martılar, kız kulesi alıyor. Sonra diyorsun ki; Ulan İstanbul, ulan İstanbul! İnsan bu kadar mı güzel olur vicdansızın oğlu?¨ Hem baş döndüren güzelliği, hem de 24 saat nefes almasıyla sen de yaşadığını hissediyorsun.
Paylaş