Paylaş
Olmadık acılarına tuz basıp, çığlığını içine gömmüş. Doğduğu yerden hiç ayrılmamış. Hep dayanmış, hep direnmiş. Ama ömrünün sonunda karşılaştığı zorluk ve çaresizlikle artık tek başına mücadele edemeyecek kadar yaşlı ve hasta.
Her yıl anneler günü, Leyla Nine'ye bunca şey yaşamasına rağmen, hüzünlü anlar yaşatıyor.
BURADA DOĞDUM, BURADA ÖLECEĞİM
Diyarbakır’ın Çermik ilçesine bağlı Kalecik Köyü’nde yaşayan 106 yaşındaki Leyla Yeşilyaprak, bu yaşına kadar yaşadığı sıkıntılara rağmen köyünü terk etmemekte ısrarlı. Leyla Nine, çocukluğunun geçtiği, evlendiği, ilk evladına sahip olduğu, çocuklarını sevdiği, acıları ve mutlulukları yaşadığı bu toprakları terk etmek istemediğini belirterek, "Burayı terk etmeyi içime sindiremiyorum. Burada doğdum, burada öleceğim" diyor.
Anneler günü nedeniyle görüştüğümüz Leyla Nine’ye anneler günü hakkında ne düşündüğünü sorduğumuzda, böyle bir günün varlığından haberi olmadığını; ama anne dediğimizde, anne olarak unutamadığı acıyı, 30 yıl önce vefat eden oğlu Ramazan'ı unutamadığını paylaşıyor.
Leyla Nine'yi ziyaret ettiğimizde, göz altındaki kırışıklarıyla bana dönüp sağ elini omzuma atarak, "Ah evladım bu kör olasıca yaşlı gözler neler görmedi ki... Gençliği, yaşlılığı, zenginliği, kıtlığı, salgınları ve fakirliği gördü. İyi günlerimiz de oldu, kötü günlerimiz de. Sevdiklerim ve canımdan olan parçalarım benden evvel göç etti bu diyardan. Ben gitmedim buralardan. Gidemedim desem daha doğru olur. Nasıl gideyim ki? Ben bu toprağa aitim. Bu toprakta doğdum, bu toprakta yok olacağım. Eklem rahatsızlığım da olmasa bir derdim olmazdı ama yaşlılık işte..." diyerek, geçmişi yâd ediyor... Sonra hatıralara dalıyor Leyla Nine…
Eski günleri anıyor, savaşlardan, isyanlardan, yaşadığı ölümlerden ve eski komşulardan bahsediyor…
"Bölgemizde çok kan davaları oldu. 40 kişi kan davası nedeniyle öldürüldü köyümüzde. Bunların hepsine tanıklık ettim. Kimini köyde tedavi ettiler, kimisi doktora yetişemeden can çekişe çekişe kucağımızda son nefesini verdi" diyen Leyla Nine, köyde yaşadığı yıllardaki kan davalarını ve ölümleri öfke ve hüzünle anlatıyor...
Bölük pörçük ve silik anılarının arasına sıkışmış güzel günlerini hatırlayınca da, gözlerinden yaşlar süzülüyor… “Sevdiklerim benden önce gittiler… Sevdiklerim benden önce gittiler” diye mırıldanıyor kendi kendine.
LEYLA NİNE’NİN HİKAYESİ
1.Dünya Savaşı’ndan 27 gün önce Diyarbakır'ın Çermik ilçesine bağlı Kalecik Köyü'nde 1 Temmuz 1914 yılında dünyaya gelen Leyla Yeşilyaprak, 15 yaşında aynı köyde yaşayan akrabası Zülfikar ile evlenir.
Leyla Yeşilyaprak'ın kimlik yaşı 1914 ama kendisi daha çocuk iken Birinci Dünya Savaşı olduğunu ve yaşananları hatırladığını belirtiyor. O günleri hatırlarken, "Üç kişi geldi köyümüze. Bunlar yaralıydı ve savaştan kaçmışlardı. Dağ sıralarını takip ederek gelmişler. Ailem yaralarını bitkisel ilaçlarla tedavi etti. Ben çocuktum ama bugünkü gibi hatırlıyorum. Bu üç kişi iyileştikten sonra köyden ayrılmadı ve burada yaşamaya başladılar. Burada evlendiler, çoluk çocuğa karıştılar. Ama Birinci Dünya Savaşı’na bizim köyden gidenlerin de olduğunu ve bir daha geri dönmediklerini büyüklerimden duyuyordum" diye anlatıyor.
DEVE DİKENİ KAYNATIYOR, YULAFTAN EKMEK YAPIYORDUK
Leyla Nine, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye'nin genelinde yaşanan kıtlık dönemini de hatırlayarak, "Yiyecek yoktu. Biz deve dikenini suda kaynatıp onu yiyorduk. Ekmek olarak da bulabilirsek yulafı öğütüp un yapıyor ve bunu hamur haline getirip ekmek yapıyorduk. Ağaçlarda bulunan reçineleri de toplayıp suda kaynatıyor ve bunun suyunu içiyorduk" diye anlatıyor.
TELEVİZYON İLE İKİ YIL ÖNCE TANIŞMIŞ
Televizyonu ilk kez iki yıl önce görmüş. Halen izlerken bile televizyon ekranında görünenlerin, ekrandan çıkarak odanın içine doluşacağına inanıyor.
Leyla Nine, tamı tamına 11 çocuk dünyaya getirmiş. Çocukların 8'i daha bir yaşına basmadan hastalıktan yaşamını yitirmiş. Çocuklarının ölümünü 'nazar' diye bellemiş kendince.
Vaktiyle köy imamının, doğumunu evin dışında yaparsa çocuklarının yaşayacağı tavsiyesine uyarak, tarlada doğurduğu üç çocuğu da yaşamış. İkisi kız, biri erkek üç çocuğu olmuş. Kızları evlenip çoluk çocuğa karışmış, oğlu Ramazan ise yanında kalmış. Ancak 30 yaşındaki Ramazan’ı da 34 yıl önce kaybetmiş.
Batıya göç eden iki kızının 'gel bizimle yaşa' sözlerine kulaklarını tıkayan Leyla Nine, doğup büyüdüğü bu toprakları terk etmek istemediği için, son nefesini de burada vereceğini söylüyor.
8 ÇOCUĞUMU ELİMLE TOPRAĞA VERDİM
8 çocuğunu kendi elleriyle toprağa gömdüğünü ifade eden Leyla Nine, "Benim yaşadığım acı tarifsiz, anlatılmaz, artık ömrümün son dönemini yaşıyorum. Allah kimseye evlat acısı yaşatmasın. Rabbim kimseyi de kimseye muhtaç etmesin. Ben çok şükür bu yaşımda bile kimseye muhtaç değilim. Tek dileğim öteki dünyaya borçlu gitmemek" dedi.
Anneler gününü, köyde nasıl yaşadığını soruyorum bu arada. Ama o kendi dünyasına dalmış, duymuyor bizi. Oğlu Ramazan'ı da böyle bir ayda kaybetmiş...
Ben de bozmak istemiyorum Leyla Nine’nin tatlı düşünü. Usulca oradan uzaklaşmaya çalışıyorum, ama O bunun farkına bile varmıyor, sonra sesleniyor, "Dur, bir çay bile içmedin evlat" diyerek, kapıya kadar benimle gelip, tatlı bir tebessümle uğurluyor beni.
Leyla Nine’nin hayatını belki de en iyi anlatan Zülfü Livaneli’nin Eski Tüfek türküsünün sözleriydi… Zülfü Livaneli’nin dostluğa, hayata ve sevgiye dair yazdığı en iyi dizelerdi belki…
Bir insan ömrünü neye vermeli
Tükenip gidiyor ömür dediğin
Yolda kalan da bir yürüyen de bir
Savrulup gidiyor ömür dediğin
Yüreğin ürperir kapı çalınsa
Esmeyen yelinden hile sezerler
Künyeler kazılır demir sandıkta
Harcanıp gidiyor insan dediğin
Dışı eli yakar içi de seni
Sona eklenmedi önce gideni
Ayrılık gününün kör dereleri
Bölünüp gidiyor nehir dediğin
Bir insan ömrünü neye vermeli
Para mı onur mu kaç dikenli yol
Ağacın köküne inmek mi yoksa
Çırpınıp duruyor yaprak dediğin
Paylaş