Bir gün öyle, bir gün böyle...

“Hissedilen her şeye cümle kurulamıyor...” (Paulo Coelho)

Haberin Devamı

Suskunluk ve sessizlik aynı şey değil aslında. Sessizlik huzur çağrıştırırken, suskunluk bir nevi iç gürültüsü..! “Söylemek istediğim çok şey var ama; susuyorum” cümlesindeki ‘susmak’ gibi bir suskunluk neredeyse hepimizin hayatını kontrol ediyor. Telaffuz edemediğimiz her yanlış hayatta adımladığımız her doğruyu götürüyor, bunu bilmiyoruz ya da bilmezden geliyoruz. Tolstoy’un sözü geldi aklıma; “Biliyor musun, her şeyden haberim var ama bazı şeyleri bilmek istemiyorum.” Bunu zaten hep yapmıyor muyuz sanki? Gelecekteki yalanlara sarılıyor, geçmişteki mazeretlere sığınıyoruz. Ne geçmişten ders çıkarma, ne de geleceğe hazırlanma var zihnimizde. İçten içe yanan ruhumuzun girdiği bunalım ve hastalıklı durum elimizde olmadan davranışlarımıza yansıyor. Bir gün aydınlıkta karanlığı, başka bir gün karanlıkta aydınlığı arzuluyoruz... Kimimiz maziden medet umarak kayboluyor, kimimiz ufukta saadet görerek kendinden geçiyor. Bir kaybolma, kendinden geçiş halleri her an üzerimizdeyken anın dinamiği güme gidiyor. İçimize sıkıştırıp haykıramadığımız tüm yanlışlar bir süre sonra yaşamımız ve hatta inancımız haline geliyor, kapılıyoruz... Doğa, güneş, ay, su ve huzurun tadı damağımızda bile kalmıyor. Bir garip ağız tadı yapışıp kalıyor, damağımız anlamsız kederler içinde. Aklımız da gönlümüz de lâl, bir tek gözümüz direniyor, o da gördüğüne aldanıyor... Suskunlukla beklediğimiz neydi onu da unutuyoruz... Dünya tersine dönüyor, yuvarlanıp gidiyoruz. Fiziki olarak yuvarlanmasak da ruhsal yuvarlanışlar sıklaşıyor, dengesizleşiyoruz; halk dilinde ‘kaypak’ deniyor, ona dönüşüyoruz. Bir gün öyle, bir gün böyle halleri o yüzden...

Haberin Devamı

Bir gün öyle, bir gün böyle...

‘ANDA KADIN’

Kadın, kadın, kadın... Defalarca yazabilirim. Her yerde kadın olmalı hatta mümkünse her şeye kadın eli değmeli. Çoğunuzun yürekten katılacağını biliyorum. Kadın yaşamdır, yaşamaktır. Kadın güzeldir, güzelliktir. Kadın doğadır, doğallıktır. Hatta ve hatta kadın ‘evren’dir de demeliyim. Düşünsenize... Jüpiter’in halkasına saksılar yerleştirirken gördüğünüzde, muhtemelen şaşırmazsınız. Rengârenk çiçekleri uzay boşluğuna sarkıtırken; dik ışıklarını esnetmek için önüne kendi elleriyle işlediği dantelli perde taktığı kızgın güneş bile gülümsemez miydi? Venüs’le laflarken pişirdiği kurabiyeleri komşu gezegenlere de tattırmak için üşenmeden kapı kapı dolaşabileceğini hepimiz biliyoruz. Geceleri üşümesin diye güneşe en uzak gezegen Neptün’ün üzerini örtmeye kalkışması abuk mu sizce? Ya da güneşe en yakın Merkür’ün odasını havalandırırken içeriye meteor girmesin diye sinekliği örtmesine ne demeli? Cevap belli, yürek demeli, sevgi demeli; hasılı anne demeli, kadın demeli... Bana göre ‘aşk’ da demeli... Sadede gelirsek kadınların yapabilecekleri ile ilgili ütopik fikirleri, hayata geçirme potansiyeli olduğunu yansıtmaya çalıştım. Sevgili Beste Arısoy da bir kadın ve anne olarak kendi hislerini başka kadınların duygularıyla zenginleştirerek ütopik diyebileceğimiz birçok şeyin nasıl başarıldığını ig.@andakadın adlı sayfasında anlatıyor. Geçmiş kadındı, gelecek de kadın... Ee haliyle ‘Anda Kadın’ uğrayın...

Haberin Devamı

Bir gün öyle, bir gün böyle...

100 BURGER

Burgerciler azaldıkça benim de burger yazma isteğim artıyor, gerçek anlamda lezzetle karşılaşmak ya da öneri almak kolaylaşıyor. ‘100 Burger’in damak zevki bana çok yakın ve bu konuda fazlasıyla güvendiğim ‘Stüdyo Pizza’nın sevgili yöneticisi Sahra Tuncer’in önerisiyle keşfettim. İlk fırsatta Emek Mahallesi Veli Necdet Arığ Caddesi 13 numaradaki burgerciye gittim ve Amerikalıların dediği gibi ‘bingo’. Evet gidişime değmişti, ‘Prime’ denen 9 saatlik tütsülenmiş brisket ve köfteyle hazırlanan burger şahaneydi. Birlikte gittiğimiz sevgili Vakur ‘Truffle’ denedi, öylesine beğenmiş ki çiğnediğini görmedim adeta yuttu diyebilirim. 100 Burger’in sevgili müdürü Filiz Hanım'ın misafirlere ilgisi de çok leziz. Şimdilik butik olarak işleyen yeni nesil burgercinin yakında İncek taraflarında bir şubesi daha açılacakmış. Butik kalırlar mı bilmiyorum, açıldığında gidip göreceğiz.

Haberin Devamı

Bir gün öyle, bir gün böyle...

FESLEĞEN KOKULU RESTORAN ‘BASİL’

İlk açıldığı gün gitmiştim Basil’e. O gün her şey yerine oturmamış olsa da kokusu fesleğendi. Yakın zamanda İstanbul’dan sevgili arkadaşım Yıldız; sporcu ruhlu ve doğal beslenmeye dikkat eden biri olunca yemeğe götürmek için aklıma ilk gelen yer oldu ‘Basil’. İçeri girdiğimizde ilk günkü fesleğen kokusu aynıydı ve hatta daha keskindi diyebilirim. Basil’in en önemsediğim tarafı ‘sürdürülebilirlik ve karbon ayak izi düşük’ restoran olma hedefleri. Mümkün olduğunca ‘yerli, kadın ve dezavantajlı üreticileri desteklemek’ de apayrı bir motivasyon kaynağı yaratıyor, daha çok seviyorum. Bu özelliklerdeki üretici iş birlikleri artmış dolayısıyla menü biraz daha zenginleşmiş. Yıldız, Karadeniz somonu ile hazırlanan tabağı seçince ben de acılı tavuklu olanını denedim. Lezzeti anlatamam ama bayıldık diyebilirim.

Yazarın Tüm Yazıları