Beklenti ve beklemek...

“Beklemek bir alın yazısı olamaz... Mutluluğu beklemek, başarmayı beklemek, sevilmeyi beklemek... Bunlar ağacın dallarında kendiliğinden yetişen doğaya emanet edilmiş meyveler değildir. İnsanın doğası bir yerde kendine emanettir.” (Marcus Aurelius)

Haberin Devamı

Hayatın doğasında elbette bekleyebileceklerimiz var. Bunlar doğanın döngüsü içinde milyonlarca yıldır sekmeden alıştığımız ve beklediğimiz durumlar. Gece göğe baktığımızda ayın, yıldızların görünmesini, sabahla birlikte güneşin doğmasını bekleyebiliriz. Emeklerken yürümeyi, sonra da koşmayı... Çocukken genç olmayı, yaşlanmayı ve ardından kaderine razı olmanın rahatlığıyla sırası geldiğinde ölümü de bekliyoruz... Zira doğanın kanunu ve çaresi de yok.. Bunu biliyoruz. Mevsimlerin değişimini, baharda yeşeren çiçekleri, yazın pişen meyveleri, sonbaharda dökülen yaprakları, kışın göçen kuşların baharda geri gelecek olmalarının sevinciyle yağan karda yuvarlanabiliriz. Emin olduğumuz ve ömrümüz boyunca tutunduğumuz bu değişim anlarını istesek de istemesek de zaten bekliyoruz... Mutlaka gelecektir. Durakta beklediğimiz otobüs, iskelede beklediğimiz vapur, istasyonda beklediğimiz tren de gelecektir, kurala bağlanmıştır çünkü... İnsanın toplumsal yaşamının gerekleridir ve herkesin bu kurallara uyması beklenebilir. Peki... Gülümsediğiniz insanın size geri gülümsememesi sizi gülümsemekten alıkoymalı mı? İnsanlara verdiğiniz güzel duyguları geri isteme hakkınız olabilir mi ya da olmalı mı? Yaptığınız güzelliklerin karşılığını beklemek; kendi içinizle birlikte o güzelliği de, dünyayı da kirletmez mi? Ne yazık ki, insani duygular asırlardır kurallara bağlanamadı... Bağlanamıyor... Beklentiler duygularımızı kirletiyor, buna inanın. Geleceğinden emin olamadığınız, mutluluğu, sevgiyi ve başarıyı bekleyemezsiniz... Bunun için çaba göstermeniz gerekiyor.

Haberin Devamı

Beklenti ve beklemek...

BARIŞ VE SEVGİ PAYLAŞIMI ‘AŞURE’

Nuh, 150 gün süren büyük tufandan sonra karaya ayak bastığında elinde kalan son tahıllar, kuru meyveler ve yemişlerle, tufandan kurtuluşu kutlamak için pişirip ailesiyle birlikte yediği yemeğin adına ‘Aşure’ deniyor... Anadolu’da yöreden yöreye farklılık gösteren, içeriği ne olursa olsun tadıyla lezzeti; barış ve sevgiyi çağrıştırıyor. Nar tanelerini yeni yıl bereketini ifade eden anlamıyla kullanan Ermeniler de yeni yıl kutlamaları için ‘Aşure’ pişiriyor. Müslümanlar yine yeni yılın ilk ayı anlamındaki ‘Muharrem’in onuncu gününe denk gelen ve ‘Aşur’ denilen günde pişirdiğinde, şiddeti ve öldürmeyi protesto ediyor. Herhangi bir canlının öldürülmesinin yasak ve haram kılındığı bugünde pişirilen ‘Aşure’, barış ve sevgi yemeği olarak, zengin fakir gözetilmeksizin eş, dost, akrabaya dağıtılırken sevgi, saygı ve barış mesajları içeren cümleler kuruluyor. ‘Bism-i şah Allah Allah! Barekallah... Kurbanımız, muradımız, dileğimiz kabul ola! Evimiz, ocağımız şen, soframız bereketli, kısmetimiz bol ola!’ Afiyet olsun...

Haberin Devamı

Beklenti ve beklemek...

BİR ORTA DOĞU YEMEĞİ ‘İÇLİ KÖFTE’

Bir Yahudi kültürü ve yemeği olan içli köfteye, doğduğu asıl bölgesi Orta Doğu'da ‘Oruk veya Kibbe’ deniyor. Kavrulmuş kıyma ve soğana ilaveten sonradan eklenen maydanoz ve baharatlarla hazırlanan iç dolguyu; ince bulgur, çekilmiş yağsız et ve kişnişle yoğrularak hazırlanan hamurun içine koyduktan sonra kubbe şekli verilen dış katman derin yağda kızartılarak yeniyor. İç dolgusuna ceviz ya da çam fıstığı tercihe göre konan çeşitleri olmakla beraber; hamurunda ince bulgurun yanı sıra yarma ve irmik kullanılan ve haşlanarak pişirilen yöntemleri de var. Özel günlerin vazgeçilmez yiyeceği içli köfte, sofraların başköşesindeki yerini muhafaza etse de, yeni neslin uğraşı ve emek gerektiren bu yemeği öğrenip hazırlamak yerine makineyle yapılanları tercih ettiğini görmek beni mutsuz ediyor. Oysa ki; içli köftenin lezzeti onu hazırlayan ellerin mahareti ve sevgisinde yaşıyor.

Haberin Devamı

Beklenti ve beklemek...

MARDİN KEBABI

Bir başka Orta Doğu yemeği ve tutkusu ‘Kebap’ın adı; Arapça’da pişmiş ve kızarmış et anlamına gelen ‘Kabâb’ kelimesinden türemiş. Orta Doğu’da başta Mezopotamya bölgesi ile Arap ve Fars mutfaklarının değişmez et pişirme yöntemi olarak tüm Anadolu’ya yayılan kebabın; binlerce yıllık geçmişi olduğu biliniyor. Özellikle Güney Doğu Anadolu’da her şehrin hatta kasabanın kendine has coğrafi yapısına göre yetişen etlerden değişik yöntemlerle hazırladığı kebapları var. ‘Mardin Kebabı’ gerek hazırlanış yöntemi ve kullanılan malzeme, gerekse geçirildiği şiş ve piştiği odunun farklılığı tadını da eşsiz hale getiriyor. Kuzu but ve döş karışımı etlere ilave edilen kuyruk yağının oranını; etleri zırhla kıyan ustanın el lezzetiyle maharetine kalıyor. Mardin’de eskiden tüm kebapçıların şahane Mardin Kebabı pişirdiği günleri hatırlıyorum. Şimdilerde turistikleşen Mardin merkezde iyisini pişirene ne yazık ki rastlayamadım. Mardin sanayi sitesindeki ‘Sevenler Lokantası’na gittim, iyi ki de gitmişim, salaş ama tadı eskisi gibi. Yolunuz Mardin’e düşerse, kebabı ‘Sevenler’de yiyin, seveceksiniz.

Yazarın Tüm Yazıları