Paylaş
“Beyaz Baston” başlıklı bir önceki yazımla ilgili olarak birçok e-posta aldım sevgili okurlarımdan. Yeri geldikçe hepsinin mesajlarına yer vereceğim bu satırlarda. Bugün ise, öncelikle, Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Fakültesi dördüncü sınıf öğrencileri adına yazan Gamze Metin’in beni özellikle mutlu eden iletisini paylaşmak istiyorum sizlerle.
Gamze Metin ve sınıf arkadaşları Topluma Hizmet dersi kapsamında, Doç. Dr. Şahinde Yavuz danışmanlığında, görme engeli çocuklara ve ailelerine destek amacıyla tasarladıkları “Sesli Kitap Okuma Projesi”ni hayata geçirmişler. Proje kapsamında belirlenen masallar sesli olarak stüdyoda okunmuş ve http://www.masallarinsesi.com/index.html sitesinde yayınlanmaya başlamış. “Geliştirilebilir ve farklı uygulamalara açık olan bu proje ile görme engelli çocuklara kitap sevgisini aşılamanın yanı sıra günümüz çalışma koşullarında kendisine ve çocuklarına yeterince vakit ayıramayan ebeveynlere destek olmak amaçlandı.” diyor Gamze, arkadaşları adına gönderdiği mesajda. Çok duyarlı olduklarını düşündüğüm bu özel gençlerin benden de bir istekleri var. “Proje çok yeni ve sesimizi duyurmamızda bizlere yardım ederseniz minnettar kalırız.” sözleri ile dile getiriyorlar bu isteklerini.
Ben merak edip girdim Masalların Sesi sitesine. Gözümü alamadım gördüklerimden…
Rengârenk, canlı ve neşeli bir site tasarlamışlar sevgili gençler. Ayrıca, bu site yalnızca görme engelli çocuklarımızla sınırlı kalmayıp aynı zamanda masal dinlemeyi seven bütün çocuklar için de hizmet veriyor. Küçük çocuğu olan ebeveynlere duyurulur.
Sizlerle paylaşacağım ikinci e-posta görme engelli okurum Halil Köseler’den geliyor. Bu mesajı, bir görme engellinin –aslında herhangi bir engellinin- düşüncelerini ilk ağızdan duyabilmeniz amacıyla, yazıldığı şekliyle aktarmak istiyorum.
Halil Köseler’in “Merhaba Ayşegül Hanım,” diyerek başladığı mesaj şöyle devam ediyor:
“Ben Halil Köseler. Görme engelliyim. Hürriyet Gazetesi’ndeki yazılarınızı beğenerek okuyorum. Engelli vatandaşlarımızın sorunlarına karşı duyarlılığınız için size çok teşekkür ediyorum. Toplumun doğru bilgilenmesine önemli katkılarda bulunuyorsunuz. Ülkemizde karşılaştığımız sorunlarla ilgili bazı görüş ve düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim. Yazılarınızda bunları dile getirirseniz sevinirim.
Ben, söylemleriyle değil eylemleriyle sosyal adaletten, eşitlikten, emekten, emekçiden, ezilen, dışlanan, ayrımcılığa uğrayan kesimlerden yana olan bir iktidarı özlüyorum. AKP iktidarı engellilere yönelik olarak benim özlemlerime cevap veren doğru bir politika izlemiyor maalesef. Sadaka kültürüne, lütuf anlayışına dayalı himayeci bir politika izliyor. Örneğin, hükümetin bir bakanı “Biz engellileri adam yerine koyduk.”; bir diğer bakanı ise ‘taşeron işçiyim, maaşımız çok düşük’ diyen engelli bir vatandaşımıza, “Engelli olduğun halde sana iş verdik, daha ne istiyorsun.” diyebiliyor.
Engelliyi önce engelli olarak değil insan olarak gören, eşit yurttaşlık anlayışına dayalı hak temelli bir politika izlenmesini istiyorum ben. Engelliye aş vererek birilerine bağımlı boynu eğik yandaş insan haline getirmeyi değil; ona iş vererek, meslek kazandırarak başı dik, onurlu ve özgür vatandaş haline getirmeyi amaçlamalıyız diyorum.
Engellilerin tek sorunu hizmetlerden indirimli ya da ücretsiz yararlanmakmış gibi düşünülmemelidir. Asıl sorunun diğer insanlar için sunulan sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik bütün hak ve olanaklardan engellilerin de eşit düzeyde yararlanabilmesini sağlamak olduğu unutulmamalıdır.
Engelli vatandaşlarımızla ilgili yapılan hizmetlerin, düzenlemelerin uygun standartlarda olabilmesi için bilgisi ve deneyimi olan engelli kişilere, sivil toplum örgütlerine danışılması çok önemlidir. Ancak ülkemizde bu hususun çoğu kez ihmal edildiğini görüyorum. Bu ihmal nedeniyle sorunlar çözülmediği gibi büyük kaynak israfına da yol açılıyor. Örneğin bir süre önce görme engelli vatandaşlarımıza gideceği yeri bulmakta yardımcı olsun diye Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından binlerce sayıda özel bir navigasyon cihazı dağıtıldı. Ama bu cihaz doğru tasarlanmadığı için kimsenin işine yaramadı ve yapılan bütün masraflar da boşa gitti. Yine görme engelliler için kaldırımlara yapıştırılan plastik takip çizgileri kimi yerlerde zamanla kalktığı için engel haline dönüşmeye başladı. Bu takip çizgileri kimseyi engellemeyecek biçimde, daha farklı, daha işlevsel tasarlanabilirdi. Bazı yaya üst geçitlerinde engellilerin yararlanabilmesi amacıyla çıkış için rampa yapılırken iniş için rampa gerektiği unutulup merdiven yapılabiliyor. Kaldırımlara otomobiller park etmesin diye ülkenin her yerinde büyük masraflar yapılarak konulan onbinlerce, yüzbinlerce mantar taşının, demir kazıkların engellileri engellemekten başka hiçbir işe yaramadığı önemsenmiyor. Metro istasyonları inşa edilirken rampa ve asansör tasarımlarıyla ilgili doğru, yeterli düzenlemeler yapılmadığı için tekerlekli sandalye kullanan engellilerin metrodan yararlanma hakkı unutulabiliyor. Daha birçok alanda bu tür örnekleri çoğaltabiliriz.
Engellilikle ilgili doğru bilinen birkaç yanlışı da sizinle paylaşmak istiyorum.
Engelli bir insan 24 saat engelliliğini düşünerek yaşamaz. Ona engelli olduğunu hatırlatan tek şey, günlük yaşamında karşılaştığı fiziksel ve sosyal olumsuzlukların yanı sıra, insanların sergilediği ayrımcı ve önyargılı davranışlardır. Dolayısıyla yaşanan sorunların önemli bir bölümü, insanın kendisinde var olan bir özürden değil, başkaları tarafından yaratılan engellerden kaynaklanmaktadır.
Engelli sorunları üzerinde konuşurken çoğunlukla hepimiz birer engelli adayıyız, bir gün biz de engelli olabiliriz şeklinde söze başlıyoruz. Evet, her ne kadar böyle bir gerçekle karşı karşıya bulunuyor olsak da; engelli vatandaşlarımıza engelli olmaktan korktuğumuz için değil, insan olduğumuz için destek olmamız gerektiğini düşünmeliyiz.
Engelli deyince akla sadece sorunları olan bir topluluk gelmemelidir. Çünkü bilgi ve deneyimleriyle, özverili çalışmalarıyla, bulunduğu topluma çevresine çok önemli katkılar sunan, örnek alınacak başarılı hizmetler yürüten engelli dediğimiz çok sayıda insan vardır.
Unutmayalım ki, engelliliğin büyük bir bölümü önlenebilir nedenlerin önlenememesi sonucu ortaya çıkıyor. Dolayısıyla en önemli hizmetlerden biri engelliliği doğuran nedenlerin ortadan kaldırılması için yapılan hizmettir. Bilgisizlik ve ihmallerin, yanlış tedavi ve yetersiz sağlık koşullarının, iş ve trafik kazalarının, savaş ve terör olaylarının yarattığı engellilik bir kader değildir. Onu kader olarak görmek veya göstermek, yapılan tüm ihmalleri, yanlışlıkları da meşrulaştırmak, sorumluluğu kaderin üzerine yıkarak işin içinden çıkmak anlamına gelecektir.
Temmuz 2005 tarihinde bütün partilerin oybirliğiyle çıkarılmış olan 5378 Sayılı Özürlüler Yasası’nın hem içerik hem de sağladığı haklar bakımından o güne kadar kabul edilen en kapsamlı, en bütünlüklü bir yasa olduğunu belirtmek isterim. Emeği geçen herkese takdir ve teşekkürlerimi sunuyorum.
Bir yasanın çıkarılması önemlidir Ancak o yasanın uygulanabilmesi, sağladığı tüm hakların hayata geçirilmesi çok daha önemlidir. Özürlüler Yasası’nın 8 yıllık uygulaması bize göstermiştir ki, herhangi bir yasanın hayata geçirilmesini sağlayacak olan bireysel ve toplumsal duyarlılık, idari ve kurumsal yeterlilik gibi koşullar istenen düzeyde mevcut değilse, o yasayla sağlanan hakların birçoğunun kâğıt üzerinde kalması da kaçınılmaz hale geliyor. Nitekim AKP iktidarı döneminde bazı yasalarda yer alan hakların bir kısmı uygulamada ya kâğıt üzerinde kalmış ya da çıkarılan yanlış yönetmeliklerle kısıtlanmıştır.
2022 sayılı yasayla muhtaç engellilere ödenen engelli maaşının bakmakla yükümlü kimsesi bulunmamak şeklinde gerçekçi olmayan katı bir koşula bağlanmasını, engellilere verilecek sağlık kurulu raporları yönetmeliğiyle engellilik oranlarının aşağı çekilmesini, ağır engelli vatandaşlara evde bakım ücreti ödenebilmesi için aile bireylerine asgari ücretin üçte ikisinden fazla gelir düşüyor olmaması koşulunu, genel işyerlerinde çalışamayacak düzeyde ağır engelli vatandaşlarımız için yasada yer alan korumalı işyeri uygulamasının neredeyse hiç hayata geçirilememesini, defalarca uzatılan sürelere rağmen yolların, kaldırımların, binaların, toplu taşıt araçlarının engellilerin yararlanabilmesine uygun standartların çok gerisinde kalmasını, Anayasa gereği devletin asli yükümlülükleri arasında yer alan engellilerin eğitim ve rehabilitasyonunun haftada iki saatle sınırlı ders uygulaması gibi çok yetersiz ve yanlış düzenlemelerle özel sektöre devredilmesini ve benzeri olumsuzlukları hakların kâğıt üzerinde kalmasına ya da kısıtlanmasına örnek verebilirim.
Bütün bunlardan çıkarmamız gereken ders şudur: Hayal ettiğimiz özgür, demokratik, engelsiz bir Türkiye idealine ulaşabilmemiz için yasaların değişmesi yetmiyor; kafaların da değişmesi gerekiyor. Çoğu kimse dünyayı değiştirmekten söz ediyor da, nedense kendini değiştirmeyi hiç aklına getirmiyor…”
Evet sevgili okurlar, bilmem sizin de içinizi yaktı mı okuduklarınız. Zira, hepsini zaten biliyor olsam da, fena halde canım yandı bunları bir başka engellinin ağzından duyduğumda. Umarım, esas canı yanması gerenler kendilerine düşen dersi alabilirler Halil Köseler’in söylediklerinden.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Paylaş