Buerger hastalığı sıklıkla her iki bacakta diz altındaki atardamarların tıkanıklığı ile seyrediyor ve ayak parmaklarında morarma, soğuma veya iyileşmeyen yaralara neden oluyor. Hastalar, genellikle, bu yaraların ayakkabı vurması veya tırnak batması sonucu ortaya çıktığını düşünebiliyorlar. Ancak, yaranın iyileşmesini beklerken geçen süreçte hastalık çoktan ilerlemiş, parmağın ya da parmakların kaybedilme riski artmış olabiliyor. Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı
Prof. Dr. Cengiz Köksal; bu nedenle, kişilerin vücutlarıyla iletişimi kesmemeleri, tüm belirtileri dikkatle izlemeleri ve bu belirtilerle birlikte hekime başvurmaları gerektiğini söylüyor.
Buerger hastalığı en sık 50 yaş altındaki sigara içen erkeklerde görülüyor. Daha çok Ortadoğu ve Asya ülkeleri insanlarında rastlanan bu hastalığın oluşumundaki en önemli faktör sigara kullanımı. Prof. Dr. Cengiz Köksal, bu hastalığın ülkemizde 50 yaş altı sigara içen erkek bireylerin neredeyse en sık uzuv kayıp nedenlerinden olduğunu ifade ediyor.
Buerger hastalığı ile damar sertliği birbirine karıştırılabiliyor. Damar sertliği daha çok 50 yaş üstü, yüksek tansiyon, hiperlipideminin (kanda çeşitli yağların yüksekliğini ifade eden bir terim) varlığında erkek ve kadınlarda görülen; koroner, bacak ve şah damarlarında darlıklarla seyreden bir hastalık. Buerger hastalığında ise hastalar genç sayılabilecek, 50 yaşın altındaki sigara içen erkekler.
Buerger hastalığına bağlı damar tıkanıklığı tanısı için kişinin sigara içiyor olması şart.
Uyku apnesi, horlama ve uykuda solunum durması olarak tanımlanıyor. Uyku, insan ömrünün yaklaşık üçte birini oluşturuyor ve sağlıklı bir yaşam için büyük önem taşıyor. Kalitesiz uyku gündüz sürekli uyuklama ve konsantrasyon eksikliği gibi şikâyetlere yol açıyor. Ayrıca yüksek tansiyon, kalpte ritim bozuklukları, felç veya ani gece ölümleriyle sonuçlanan uyku apnesine de neden olabiliyor.
Uyku apnesinin nedeni boğazdaki kasların havanın geçeceği alanı kapatacak şekilde gevşemesi. Üst solunum yolundaki darlıklar çocukluktan itibaren solunum yolunun yıpranmasına sebep olabiliyor ve bu da uyku apne sendromu sonucunu doğurabiliyor. Uyku apnesi sadece yetişkinlerde değil çocuklarda da görülebiliyor. Uyku apne sendromu olan kişide horlama hem üç dört kat daha fazla oranda, hem de çok kaba ve gürültülü şekilde gerçekleşiyor. Bu kişilerde, horlamanın yanı sıra, nefes darlığı, sık sık iç çekme, el kol hareketleri ile çırpınarak uyanmaya çalışma, sık ve uzun süreli solunum durmaları, sabahları yorgun uyanmaya da rastlanıyor. Uyku apnesinin tam nedeni sayılmasa da, uyku apne sendromlu hastaların % 30-50’sinde hipertansiyon görülüyor.
Uyku apnesi belirtilerinin gözlendiği kişiler gün içerisinde birçok ciddi tablo ile karşılaşabiliyorlar. Uykuda ani ölüm, inme, kalp krizi ve kalp yetmezliği, eğer hasta obez ise kilo vermede zorluk, akciğer hastalarında solunum yetmezliği, cinsel isteksizlik ve istikrarsızlık, kontrol altına alınamayan diyabet uyku apnesinin getirdiği olumsuzluklara örnek olarak gösterilebilir.
Uyku apnesi hastalığı uyku apnesi testi ile belirleniyor. Uyku apnesi testinde beyin aktivitesi ve solunumsal olaylar tüm gece boyunca kaydediliyor. Söz konusu test uyku sırasında beyin dalgaları, göz hareketleri, ağız ve burundan hava akımı, horlama, kalp hızı, bacak hareketleri ve oksijen seviyelerinin ölçümü esasına dayanıyor. Uyku apnesi testini yaptırabilmek için hastaların bir gece uyku odasında kalmaları gerekiyor. Test sırasında vücudun çeşitli noktalarına bağlanan kablolardan alınan sinyaller odanın dışındaki bilgisayara aktarılıyor. Sabaha kadar alınan bu kayıtların incelenmesi sonucunda; uyku süresince solunumun kaç defa durduğu, ne kadar süre ile durduğu, durduğunda oksijen değerlerinin ve kalp hızının nasıl etkilendiği ve derin uykuya dalınıp dalınmadığı anlaşılabiliyor.
Bugüne kadar İstanbul’da beş etkinlik düzenledi. TÜSEV Ankara, Lefkoşa, ve İzmir’de düzenlenen etkinliklere de teknik destek verdi.Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı’nın (TÜSEV) 2011 yılından bu yana yürütmekte olduğu Değişim için Bağış Projesi kapsamında, Destekle Değiştir etkinliği 2014 yılından beri düzenleniyor. Bugüne kadar İstanbul’da beş etkinlik düzenledi. TÜSEV Ankara, Lefkoşa, ve İzmir’de düzenlenen etkinliklere de teknik destek verdi.
“Destekle Değiştir” dünyanın farklı ülkelerinde başarı ile uygulanan, çok sayıda sivil toplum kuruluşunun görünürlüklerini arttırarak kaynak bulmasına katkı sağlayan kolektif bir bağış modeli olan “Giving Circle” modelinin Türkiye’deki uygulamasına verilen ad.
TÜSEV, Değişim için Bağış projesi altında yürüttüğü çalışmalarla Türkiye’de bağışçılığın gelişmesine katkı sağlayacak modellerin tanıtılmasını ve yaygınlaştırılmasını hedefliyor. Bu hedef doğrultusunda, “Giving Circle” modeli, The Funding Netwok’ün teknik desteğiyle 2014 yılında küresel ihtiyaçlara ve yerel eğilimlere göre adapte edilmiş olup uygulanmaya “Destekle Değiştir” adıyla devam ediyor.
Destekle Değiştir etkinliklerinin beşincisi 14 Mart 2019 tarihinde Pera Müzesi’nde gerçekleşti. Canlı müzik sahneleriyle de tanınan aktör Serhat Kılıç’ın sunumuyla gerçekleşen Destekle Değiştir’de, Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği, Rengarenk Umutlar Derneği ve Türkiye Alzheimer Derneği sosyal değişimin parçası olmak isteyen bireylerle bir araya gelerek projelerini tanıttılar. 141 kişinin katıldığı etkinlikte 136 destekçi üç proje için toplam 113.300 TL destek taahhüdünde bulundu.
Bugünkü köşemde bir okurumdan gelen “GBS hastalığı nedir?” sorusuna bir yanıt vermeye çalışacağım.
Guillain-Barré Sendromu (GBS) sinir sistemi ile ilgili bir sorun. Bu hastalık kas zayıflığına, refleks kaybına, kollarda bacaklarda yüzde ya da vücudun diğer kısımlarında hissizliğe veya karıncalanmaya neden oluyor. Hastalığın belirtileri:
- Ayaklarda ve ellerde karıncalanma
- Ayaklarda başlayan güçsüzlük hissinin vücuda yayılması
- Yürürken denge sağlayamama
- Merdiven çıkamama
- Konuşma, çiğneme yutma gibi hareketlerde zorluk
- Özellikle geceleri ortaya çıkan şiddetli ağrı ve kramplar
Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Komitesi’nin Cenevre’de 11 Mart’ta başlayan 21. Oturumu 5 Nisan’a kadar sürecek. Türk Heyeti’nin sunum yaptığı “Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme’ye Dair Ulusal Raporu Yapıcı Müzakere Toplantısı” 13-14 Mart 2019 tarihlerinde Birleşmiş Milletler çatısı altında Cenevre’de gerçekleştirildi. Müzakere toplantılarında Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Komitesi tarafından heyetimize, ülkemizdeki idari yapılanmanın bir gereği olarak, engellilik alanındaki politika ve uygulamalarla ilgili sorular yöneltildi.
Toplantı öncesi komiteye sunulan yazılı raporda, Sözleşme’nin Türkiye tarafından onanmasıyla birlikte Türkiye’de engelli bireylerin haklarının korunması, teşvik edilmesi ve iyileştirilmesi açısından önemli fırsatlar yakalandığı ve yasal düzenlemeler yapıldığı belirtildi. Raporda, komiteden yazılı olarak gelen sorulara cevaben son yıllarda yasalarda yapılan değişikliklere, uygulamalarda gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmesi planlanan iyileştirmelere yer verildi. Müzakere Toplantısı’nın açılış konuşmasını Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakan Yardımcısı Ahmet Erdem gerçekleştirdi. Erdem konuşmasında, “engellilerin haklarını kullanabilmeleri için alınan tedbirleri bir imtiyaz ya da lütuf olarak değil; insan haklarının bir gereği olarak” gördüklerini söyledi.
Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Komitesi ülkelerin durumlarını incelerken sadece devletlerden bilgi almakla yetinmiyor. Müzakerelerin yürütüleceği ülkelerin sivil toplum kuruşlarından da görüş bekleniyor. 16 sivil toplum kuruluşunun iş birliği ile hazırlanarak Türkiye Engelliler Konfederasyonu tarafından komiteye sunulan Ağustos 2018 tarihli raporda, Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme uyarınca yasamada öngörülen değişikliklerin gerçekleştirildiği belirtilirken, yasaların ihlal edilmesi ve yönetmeliklere uyulmaması durumunda uygulanacak yaptırımların belirsiz ve yetersiz kaldığı vurgulanıyor. Raporda, aynı zamanda, adalet mekanizması dahilinde Sözleşme’nin pek bilinmediğinin üzerinde duruluyor. Bu durum ayrımcılık nedeniyle açılan davalarda, sonuçtan bağımsız olarak, Sözleşme’ ye atıf yapılmamış olmasından da rahatlıkla görülebiliyor.
Raporun ve sunumun bence en önemli niteliği söylemin çok açık bir şekilde hak temelli ve katılımcı politikalara işaret ediyor olması. Umarım bu durum sadece sözde kalmaz ve günlük hayatımıza da yansır.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Not: Söz: konusu raporlara Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Komitesi’nin 21. Oturumuna ait dokümanların bulunduğu resmi internet sitesinden ulaşabilirsiniz: https://tbinternet.ohchr.org/_layouts/treatybodyexternal/SessionDetails1.aspx?SessionID=1304&Lang=en.
Her yıl mart ayının ikinci perşembe günü tüm dünyada “Dünya Böbrek Günü” olarak anılıyor. Bu özel günde çeşitli paneller ve konserler, kamuya açık alanlara yerleştirilen tanıtım stantları ve billboardlar, radyo-televizyon programları ve basılı yayınlar aracılığı ile böbrek sağlığı ve hastalıkları konusunda farkındalık yaratıcı ve bilgilendirici çalışmalar yapılıyor.
Türkiye’de yapılan araştırma ve çalışmalar her gün tüketilen günlük tuz miktarının 16 ilâ 18 gr. aralığında olduğunu gösteriyor; normalde alınması gereken günlük tuz miktarı ise en fazla 6 gram. Bu durumda, günlük beslenme rutinimiz içerisinde tuzu azaltmak böbrek sağlığını korumak için elzem görünüyor. Örnek verecek olursak; ekmek bizim mutfağımızın temel gıda maddelerinden biri. Gün içerisinde ekmeğin fazla tüketilmesi, günlük tuz ihtiyacının karşılanması anlamına geliyor. Dolayısıyla diğer besinlerden alınan tuz miktarı da düşünüldüğünde, günlük tuz miktarını oldukça aştığımız görülüyor. Diğer yandan hazır gıdaların içeriğinde koruyucu olarak kullanılan fosfat tuzları da var. Böbrek hastalığı gelişen hastalarda hazır gıda tüketiminin minimuma indirilmesi, tercihen sonlandırılması gerekiyor.
Böbrek hastalığı genellikle sessizce ilerliyor; sıklıkla ciddi bir belirtiye neden olmadan önce, kişi böbrek fonksiyonlarının bir kısmını zaten kaybetmiş olabiliyor. Erken tanı bu hastalıkta da önemli. Çok su içme, sık idrara çıkma, yorgunluk, bulantı-kusma ve ödem hastalığın uyarıcı belirtileri. Tüm vakaların yaklaşık üçte birinin nedeni olarak belirlenen diyabet ile yüksek tansiyon böbrek hastalığının en sık nedenleri. Yüksek tansiyon tüm böbrek yetmezliği vakalarının dörtte birinden fazlasına neden oluyor. Şeker yani diyabet hastaları, yüksek tansiyonu olan hastalar, ailesinde böbrek hastası olanlar riskli grupta yer alıyor. Ayrıca, sigara kullanan, fazla kilosu olan, sağlıksız beslenen, uygunsuz bitkisel ürün kullanan, yeterli sıvı tüketmeyen bireyler de risk altında.
International Society of Nephrology (ISN) ve International Federation of Kidney Foundations (IFKF) bu yıl Dünya Böbrek Günü’nün temasını “Herkes için Böbrek Sağlığı” olarak belirlemiş bulunuyor. Dünyada her 10 kişiden biri, ülkemizde ise her 7 kişiden biri kronik böbrek hastalığından mustarip. Böbrek hastalığı her yaşta gelişebiliyor. Bu büyüyen salgının tedavisinin maliyeti, dünya çapında sağlık sistemlerinde büyük bir yük oluşturuyor. Düşük ve orta gelirli ülkelerde uzun vadeli diyaliz tedavisi mümkün olmuyor ve bu da yılda 1 milyondan fazla insanın tedavi edilmeyen böbrek yetmezliğinden ölmesi sonucunu doğuruyor. Biz, sağlık hizmetlerine ulaşma konusunda şanslı ülkelerden biriyiz. Diyaliz merkezleri, diyaliz cihazları ve sağlık çalışanları açısından herhangi bir yetersizlik söz konusu değil ülkemizde; zira 865 hemodiyaliz, 120 periton diyalizi ve 78 böbrek nakli gerçekleştiren sağlık kuruluşumuz var ve tedavilerin hepsi devlet tarafından karşılanıyor.
Böbrek hastalığı her bireyde farklı özellikler nedeniyle ortaya çıkmış olabilir. Dolayısıyla hastaların birbirlerine tedavi ve yaşam biçimi ile ilgili tavsiyelerde bulunması doğru değil. Zira hastaların her birinin hastalığının özelliği farklı olacağından, uygulanacak tedavi biçimi de farklı olacaktır.
Böbrek yetmezliğine neden olan durum, hastanın mevcut hastalıkları, yaşı, ailede böbrek hastası olup--olmama durumu gibi pek çok unsurun değerlendirilmesi ile saptanacak ve tüm bu değişikliklerden yola çıkılarak en uygun tedavi şekli belirlenecektir.
Kronik Böbrek Hastalığı teşhisi, hemen diyaliz veya nakil ihtiyacınız olacağı anlamına gelmiyor; ancak, iyi takip ve tedavi edilme zorunluluğu getiriyor. Kan basıncının iyi kontrolü, kan şekerinin normal seviyelerde tutulması, tuz tüketiminin azaltılması, sigaranın bırakılması, kilo verilmesi, düzenli egzersiz yapılması ve önerilen tedavi düzeninin aksatılmadan sürdürülmesi ile hastalığın ilerlemesi engellenebiliyor.
Netice olarak, sağlıklı bir yaşam sürmeyi amaçlayan tüm bireyler böbreklerinin kıymetini iyi bilmelidirler.
Geçtiğimiz günlerde Denizli’ye bağlı bir ilçede ormanlık alana atılmış dört ayrı çöp poşeti içinde toplam altı adet kedi ölüsü bulundu. Kedilerin zehirlendikten sonra poşetler içinde ormana atıldıkları sanılıyor.
Söz konusu ormanlık alanda yürüyüş yapanlar, bir çöp poşeti içinde ağaç dibine bırakılmış kedi ölüleri olduğunu gördüler ve cep telefonlarıyla görüntüleyerek sosyal medyada paylaştılar. Ardında da durumu polise ve Denizli Büyükşehir Belediyesi Sokak Hayvanları Merkezi’ne bildirdiler. Büyükşehir Belediyesi ekipleri poşetler içindeki, zehirlendikten sonra ormanlık alana atıldığı sanılan altı adet kedi ölüsünü incelenmek üzere götürdüler. Polis de konuyla ilgili bir soruşturma başlattı. Çevrede başka kedi ölüsü olup olmadığı araştırılıyor.
Hayvan severler ve Hayvanları Koruma Dernekleri’nce büyük tepki ile karşılanan bu toplu kedi katliamı hepimizin yüreğini burktu. Bizleri, ister istemez, insanların nasıl böyle bir canavarlık yapabildikleri konusunda düşünmeye yöneltti. Zira bugün kedilere zarar veren yarın insanlara da zarar verebilir. Neticede insan da can taşıyor hayvan da. İnsanların yaşama hakkı olduğu gibi, hayvanların da yaşama hakkı var.
Hayvanların yaşama hakkına yürekten inanan, onların hayata yeniden umutla sarılabilmeleri için var gücüyle çalışan bir genç yaşıyor ülkemizde. Adı Hasan Kızıl, herkesin bildiği adıyla “Hayat Tamircisi”. Bir kış gecesi misafirlerinin aracına sıkışıp omurgası kırılan kediyi yaşatmaya çalışıp, kedinin ellerinde can vermesiyle çok üzülmüş. Ve bunun üzerine hayvanlar, özellikle engelli hayvanlar için bir şeyler yapmak istemiş. Biraz araştırma ve incelemenin ardından yurt dışında hayvanlar için yapılan protez ve yürüteç örneklerini görüp çalışmalara başlamış. Başka bir gün, Mardin’de bir restoranın önünden geçerken arka ayakları tutmayan yavru kediyi görünce hemen harekete geçmiş ve ilk yürütecini yapmış.
Hasan Kızıl, hayvanlar için tasarladığı bu yürüteçleri ilk olarak evde bulunan oyuncak araba gibi tekerlekli araç gereçleri parçalayarak yapmış. Daha sonra, destek veren firmaların ortaya çıkmasıyla birlikte, hayvanlar için protez yapmaya da başlamış. Hasan Kızıl’ın yaptığı yürüteçler alanında uzman kişilerce de destekleniyor.
Biri can alan, diğeri ise o canı yaşatmak için çalışan iki örnek. Ben can alan tarafında kimse kalmamasını, herkesin “canı yaşatmaya çalışan” olmasını diliyorum. Umarım bu dileğim gerçek olur.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile….
Bugün Dünya Kadınlar Günü. Tıpkı Engelliler Haftası’nın kutlanacak bir hafta olmaması gibi, bu özel gün de aslında birbirimize hediyeler alarak kutlanacak bir gün değil. Tıpkı Engelliler Haftası gibi Dünya Kadınlar Günü de bir toplumsal soruna parmak basarak farkındalık yaratmak ve hak aramak amacı taşıyor.
Bu konudaki ilk büyük adım 1909 yılında ABD’de Sosyalist Parti’nin 28 Şubat’ı, bir yıl önce New York’ta kötü çalışma şartlarını protesto etmek için greve giden tekstil işçileri şerefine, Kadınlar Günü ilân etmesiyle atıldı. Ertesi yıl Kopenhag’da toplanan Sosyalist Enternasyonel Kongresi’nde, 17 ülkeden yüzden fazla kadın delegenin oybirliği ile uluslararası nitelikte bir Kadınlar Günü tesis edilmesi kararı alındı. 1911’de Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre’de ilk kez düzenlenen Dünya Kadınlar Günü mitinglerine bir milyondan fazla insan katıldı. Katılımcılar kadınlara seçme hakkı, kamu görevinde bulunabilme hakkı, çalışma hakkı, mesleki eğitim hakkı talep ediyor; iş yerlerinde ve meslek seçimlerinde ayrımcılığa son verilmesini istiyorlardı. Birkaç yıl içinde Rus kadınlar da Dünya Kadınlar Günü gösterileri düzenlemeye başladılar. 1945’te Birleşmiş Milletler’in kurulmasıyla birlikte kadın hakları meselesi üzerinde daha fazla durulmaya başlandı. Birleşmiş Milletler 1975 yılını Dünya Kadınlar Yılı ilân ederek Dünya Kadınlar Günü’nü resmi olarak 8 Mart olarak belirledi.
Birleşmiş Milletler, her yıl için bir tema belirliyor. 2019’un teması “Eşit düşünün, akıllıca inşa edin, değişim için yenilik yaratın”. Bu şekilde davranarak özellikle toplumsal koruma sistemleri, kamu hizmetlerine erişim ve sürdürülebilir altyapı alanlarında toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlenmesi konularında ilerleme hedefleniyor.
Kadınların eşit şartlarda yaşaması ve güçlenmesi için Birleşmiş Milletler’ e bağlı çalışan önemli bir birim de UNESCO Cinsiyet Eşitliği Bölümü Direktörlüğü. Üstelik bu birimin başında bir Türk kadını, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü 1978 mezunu Saniye Gülser Corat var. UNESCO Cinsiyet Eşitliği Bölümü Direktörlüğü’nün çalışmalarıyla bütün dünyaya vermek istediği mesaj çok net:
“Kadınlar ve erkekler eşit yurttaşlar olarak aynı olanaklardan, seçeneklerden, becerilerden, güçten ve bilgiden faydalanmalılar. Kız çocuklarına ve erkek çocuklarına, kadınlara ve erkeklere cinsiyet eşitsizliğini sorgulayacak bilgiyi, değerleri, tavırları ve becerileri edindirmek hepimiz için sürdürülebilir bir gelecek inşa etmenin ön koşulu.”
Feminizm ve popüler kültür üzerine çalışan sanatçı Tyler Feder'in 2013 Dünya Kadınlar Günü için tasarlandığı (sanatçının kendi adını taşıyan web sitesinde görülebilecek) illüstrasyonun üzerinde “Yapabiliriz” yazıyor. Bu yazı II. Dünya Savaşı sırasında askere giden erkeklerden kalan işlere kadınların yerleştirilmesi nedeniyle ağır işlerde çalışmak zorunda kalan kadınlara moral vermek için Westinghouse firması için J. Howard Miller tarafından hazırlanan ünlü afişe gönderme niteliğinde. Miller’in afişinde sadece sağlıklı beyaz bir kadın yer alırken, Feder çeşitli niteliklerden kadınları eserine dahil ederek hiçbir ayrım göz etmiyor. Bence, kadınların gücünü de Dünya Kadınlar Günü’nün mesajını da çok güzel ortaya koyuyor.
Feder, “Feminizmin kesişim noktaları benim için çok önemli, çalışmalarımda çok geniş bir kadın yelpazesine, özellikle de kenara itilmiş olan kadın kimliklerine yer vermeye gayret ediyorum,” diyor. Kadın olmak zorken, engelli olmak zorken, “engelli kadın” olmak tam da bu kesişim noktalarından biri. İşte tam da bu yüzden, Feder’in eserindeki gibi yapabileceklerimizin farkında olup, dayanışmanın katacağı güçle sesimizi duyurmaya devam etmeliyiz. Hepimizin çabasıyla ve inancıyla geleceğe çok daha güzel bir dünya bırakabiliriz.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…