Mortgage mahsulü çocuklar elde kaldıKöpekler de kriz kurbanı
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Amerikan mortgage baharında güzel güzel evler alındı, köpekler kediler edinildi, çocuk yapıldı. Sonra kriz geldi, evler terkedildi, köpekler kediler sığınaklara gönderildi, çocuklar da elde kaldı.
2006 yılının doğum rakamları, son 35 yılın en büyük bebek patlamasını gösteriyor. Sosyal bilimciler tartışıyor: Acaba bu patlama, konut kredilerindeki cazibenin ürünü mü? Eğer öyleyse çocuklar mecburi mortgage hediyesi. Şimdi apartman daireleri onlara açık ama ev hayvanlarına kapalı. Bu yüzden kedinin, köpeğin binlercesi sığınaklara bırakıldı. Bu iyi haber. Kötü haber ise şu; icra yoluyla satışa çıkarılan evlerde terkedilen ve açlıktan ölen köpekler var.
Bazı uluslar yoklukta da varlıkta da üremeyi başarır. Ekonomik durgunluk, piyasada canlanma, ev küçük ya da büyük fark etmez. Her şart altında mahsul verildiği için sosyal bilimcilerin üreme trendleriyle ilgili yeni keşiflerde bulunması gerekmez.
Bazı ülkelerde ise ekonomik göstergelerle doğum oranı arasında doğrudan bağlantı vardır.
Mesela şimdi Amerika’daki sosyal bilimciler, son 10 yılda ılıman mortgage ikliminin bebek patlamasına yol açıp açmadığını tartışıyor. Bebek patlaması olduğu kesin de, bunun nedeni cazip konut kredileri mi, o tartışılıyor. Peşinen söylemek gerekirse, kimse böyle bir neden-sonuç ilişkisinden emin değil.
Geçenlerde açıklanan demografik verilere göre 2006, son 35 yılın en yüksek doğum oranına sahne oldu. Ülke nüfusunun korunabilmesi için teorik olarak her kadının ömrü boyunca doğurması gereken çocuk sayısı 2.1. İşte 35 yıldır ilk kez bu rakama ulaşıldı. Demografi uzmanları, bu anlık bir patlama mı, yoksa devamı gelecek bir eğilim mi, henüz bilmiyor. Patlamanın nedenleri de henüz belirsiz. Araştırmaya, tahminlere, yeni keşiflere açık. Ekonomik göstergelerin yanı sıra, yeni göçmenlerin karakteristiği, inanç sistemlerindeki kaymalar ya da kürtaj imkanlarının sınırlı oluşu gibi faktörler bu patlamada rol oynamış olabilir.
Nufüs raporunda ilginç ayrıntılar var. Mesela, Hispaniklerin doğum oranı, beyaz ve siyahlara göre daha fazla. Meksikalı göçmen kadınların çocuk ortalaması 2.96. Oysa Meksika’daki ortalama 2.4. Yani üremede, göçle gelen belirli bir rahatlama var.
Rapor, inançla ilgili bilgi içermiyor. Bununla birlikte, son dönemlerde Evanjelik Kilisesi’ndeki büyümeye karşılık, Protestan cemaatindeki daralma da doğumları artırmış olabilir.
Ancak şu anda sosyal bilimcilerin en çok üzerinde durduğu faktör, barınma ile üreme arasındaki ilişki.
Eldeki veriler şöyle:
1- 2006’daki bebek patlaması, rekor sayıda ev alınmasından sonra meydana geldi.
2- Konut sıkıntısının olduğu geçmiş dönemlerde, doğurganlık oranı düşmüştü. Mesela 1930’ların buhran yıllarında genç çiftler ya evliliği erteliyor, ya da az çocuk sahibi oluyordu. Başka gelişmiş ülkelerde de benzer eğilim var. İtalya’da konut sıkıntısı olduğu için daha az çocuk dünyaya geliyor. ABD’de ise evler görece daha geniş ve sayıca fazla olduğu için Amerikalılar daha fazla çocuk sahibi oluyor.
Nüfus uzmanları ise barınmayı, üreme üzerinde etkili faktörlerden sadece biri olarak görüyor. Bu nedenle de diğer faktörlerden ayrılması ve kesin teşhise varılması zorlaşıyor.
Mesela gelir iyimserliği, çocuk yapmak için önemli bir ruh hali. Barınma maliyeti düştüğü zaman, çocuk bakımının maliyeti de düşük görünüyor. Ancak bir çocuk büyütmenin maliyetini hesapladığınız takdirde, bunun sadece üçte birinin barınma gideri olduğu görülüyor. Yani rasyonel hesap yapan birinin, ucuza ev aldım diye çocuk yapmaması gerekiyor.
Ekonomistlerin ise barınmanın üremeyi nasıl artırdığı konusunda başka bir fikri var. Amerikalılar 1960’lardan bu yana giderek daha büyük evler inşa etmeye başladı. Bu banliyö evleri kadınlar için bir tür doğum teşviki oldu. Çünkü kent merkezinde işe gidiş-geliş masrafı, astarı yüzünden pahalıya getirecekti. Bu nedenle kadınlar evde oturup çocuk büyütmeyi tercih ettiler.
AĞIR VE ACILI ÖLÜM
İşte şimdi emlak piyasasındaki krizle birlikte birçok aile banliyö evlerini terkediyor, küçük evlere, apartman dairelerine çıkıyor. O apartman daireleri, mortgage baharının mahsulü (eğer öyleyseler) çocukları tabii ki kabul ediyor. Ancak apartmanların yüzde 98’inde, özellikle iri köpeklere yer yok. İpotekli evler icra yoluyla satışa çıkarılırken köpekler, kediler sığınaklara veriliyor. Durgunluk beklentisi çok yoğun olduğu için herkes hesabını biliyor, veterinere, mamaya bütçe ayıramayacağı için kimse sığınaklardan hayvan evlat edinmiyor.
Hayvan koruma dernekleri, otoyol kenarlarında, açık arazilerde köpekler bulunduğunu, ev kedilerinin ormanlarda yaban kedilerinin arasına karıştığını söylüyor. Terkedilen evlere giren emlak müfettişleri, ağaçlara bağlanmış köpeklerle, garajlara kapatılmış kedi, kaplumbağa ve tavşanlarla, çocuk odalarında kertenkelelerle karşılaşıyor.
En kötüsü, sığınaklara verilmeyip evlerde bırakılan köpeklerin başına geliyor. Onlar ağır ve acılı bir ölüme terkediliyor. Yardım görevlileri, boş evlerde ölüm döşeğinde pitbullar, labradorlar buluyor. Kemik torbasına dönmüş, parazitlenmiş, açlıktan kendi derisini yiyen köpeklere rastlanıyor. Onlar derhal uyutuluyor.
Yardım kuruluşları, ekonomik durgunlukla birlikte, hayvanlar açısından daha kötü günlerin de geleceği görüşünde. Sadece mortgage krizi yüzünden de değil. Kedisini veterinere götürecek benzini olmayanlar yüzünden.
Üstelik Amerika’da kediyi, köpeği terketmenin bir bedeli de var. Mesela Kaliforniya’da evcil hayvanı terkedenler 500 dolar para cezası veya altı aya kadar hapis cezasına, ya da her ikisine birden çarptırılıyor. Delaware eyaletinde ise ceza 5 bin dolar ve 5 yıla kadar çıkıyor. İşte bu sayede o eyalette, evlerde açlıktan ölen köpeklere rastlanmıyor.