Geçen hafta çok şaşırtıcı bir keşif haberi geldi. AIDS'e karşı kalkan oluşturan genin neden sadece beyaz ırkın bazı üyelerinde bulunduğuna açıklama getiren bu keşif haberini dünya sayfalarında kullandık.ABD'deki Ulusal Kanser Enstitüsü'nün araştırmaları sonucu şöyle bir tablo ortaya çıkmıştı: Ortaçağ'da Avrupa nüfusunun üçte birini yok eden veba salgınından etkilenen bölgelerde yaşayanların soyundan gelenler, bağışıklık sistemini HIV'nin saldırılarından koruyan bir gen taşıyorlardı. Sadece Avrupa'dan göç edenlerde görülen bu genetik mutasyona, ne Asya, ne Afrika ne de Amerikan yerlileri arasında rastlanıyordu. Avrupalıların vebayla olan 700 yıllık tanışıklığı, bağışıklık sisteminde genetik bir evrime yol açmıştı çünkü.Şu işe bakın, diye düşündük; Kara Ölüm diye anılan veba, çağın vebası denilen AIDS'e çare oluyor.Haberin bana şaşırtıcı gelmesi, sadece veba-AIDS ilişkisinden kaynaklanmıyor tabii ki. İnsanlığın evrim sürecine tamamen salgın hastalıklar penceresinden bakan bir tarih teorisi bulunduğunu da bu haber sayesinde keşfetmek, doğrusu sürpriz oldu. New York Times'da yayınlanan yazının satır aralarında şöyle bir cümle yer alıyordu: ‘‘... Böylelikle, insanlık tarihinin salgın hastalıklar tarafından yazıldığını savunan teorinin doğrulanması yolunda önemli bir adım atıldı...’’Bu ipucundan yola çıkarak küçük bir araştırma yapınca, virütik tarihin değişik ırkların kaderinde nasıl rol oynadığını iyice anladım. Tarih, insanoğlunun bağışıklık sistemiyle virüsler arasındaki bir köşe kapmacadan ibaretti sanki. Bilim yazarı Jared Diamond'un ‘‘Yoksul ve Zengin’’ adlı kitabında bu kovalamacayla birlikte bazı hastalıklarla ilk kez tanışan halkların nasıl kırıldığı anlatılıyor. Amerikan yerlileri kızamık, çiçek ve tifüs gibi bulaşıcı hastalıklardan kırılırken, Avrupalılar çok az kayıp veriyor. Çünkü bu hastalıklarla eskiden tanışıyorlar. Ama, buna karşılık sadece yerlilerin tanıdığı hastalıklar da Avrupalılara fazla zarar vermiyor. Neden mi? Diamond'a göre Avrupalılar, daha fazla hayvan evcilleştirdikleri için birçok virüse karşı bağışıklık geliştiriyorlar. Virüslerin çoğu önce hayvanlarda ortaya çıkıyor, sonra da insanlara geçiyor. Örneğin HIV, maymunlar arasında zararsız bir virüs olarak ortaya çıkan SIV'den türüyor. Grip virüsü de, bir zamanlar kuşlarda bulunan bir virüsten insanlara sirayet ediyor. Bağışıklık sisteminin kodları sürekli değişiyor; hayvanlardan geçen parazitler de sürekli olarak yeni sayısal kombinasyonları deneyerek, şifreleri çözmeye çalışıyorlar. Alman salgın hastalık uzmanı Stefan Winkle'nin ‘‘Salgınların Kültür Tarihi’’ de bu konuda yazılmış, Antik Çağı da kapsayan bir kitap. Çiçek ve kızamıktan, veba, kolera, sıtma, tifüs, difteri ve frengiye kadar uzanan bir dizi bulaşıcı hastalığın, tüm savaşlarla, kıtlık, deprem ve sellerin toplamından daha fazla kurban aldığını anlatan Winkle, birçok uygarlığın salgınlar yüzünden çöktüğünü iddia ediyor. Örneğin Atina'nın altın çağı, İÖ 430'da salgın yüzünden sona eriyor. Koskoca Roma İmparatorluğu da hamam sefaları, şarap ve aşk yüzünden değil, feci bir sıtma salgını nedeniyle parçalanıyor. Roma, ateş nöbetlerinde eriyip gidiyor ve 1350 yılında sadece 17 bin Romalı kalıyor. Papalar bile Güney Fransa'ya Avignon'a kaçıyor. Vizigotlar, Hunlar ve Vandallar da sıtma yüzünden heba oluyor. 1348-1349 yıllarında Avrupa'yı kasıp kavuran veba tam 25 milyon can alıyor; böylece dünyanın dörtte biri yokoluyor. Grip virüsü yaşadığımız yüzyıl içinde tam 20 milyon can alıyor. İşin kötü tarafı; bugünün tarihini de bulaşıcı hastalıklar yazıyor. AIDS'in yanı sıra tüberkuloz, sıtma ve kolera, eski Sovyet cumhuriyetleriyle Afrika'da yeni den tırmanışa geçiyor.Virütik tarihi yenmek gelecek yüzyıllarda da mümkün görünmüyor. Dünya üzerinde bilinen 50 bin çeşit mikro-organizma bulunuyor. Bunların yüzde 99'u insanlarla kesinlikle ilgilenmiyor. Ama, geriye kalan birkaç yüz tanesi yetiyor da artıyor bile.