“Harvey Nichols’ın yeni koleksiyonundan 18 parça seçer misin? Styling yapmanı istiyorlar... Seçtiğin parçalarla küçük bir defile olacak... 100’e yakın insan davetli... Millet senin seçtiğin parçaları izleyecek, ardından mini bir kokteyl... O günün geliri de senin istediğin birine aktarılacak...”
*
Oley!
İşte bu.
Yarım Kalan Hayatlar için bir çentik daha.
Tahmin edersiniz ki çok mutlu oldum.
Ve havaya girdim.
Kendimi Carrie Bradshaw gibi hissederken yakaladım.
Allah’tan çabuk toparlandım.
“Bana bak Arzu” dedim, “Ben modadan filan anlamam. Yanlış isimim. Şimdi onlar benden bu yazın trendlerini filan anlatmamı beklerler. Hiçbir fikrim yok. Dahası, ilgim de yok. Ben canı ne istiyorsa onu giyenlerdenim...”
“Tam da bu işte! Onlar modacı olmayan birinin styling’ini istiyor...”
*
O gün Harvey Nichols’a gittim.
Aman Allah’ım nasıl güzel kıyafetler!
Modadan anlamanıza filan gerek yok, o şahane eteklere, ceketlere, elbiselere, payetlere, beyazlara, asker desenlerine, turunculara, tulumlara aşık olmamaya olanak yok.
Kıyafetleri Harvey Nichols ekibiyle birlikte seçtik.
Bana “boy friend ceketi”ni anlattılar. O da çok moda bu yaz. Sanki sevgilinin ceketiymiş gibi üzerine büyük gelen ceketler. Ben sevmedim. Çünkü kadın denilen varlığın formu kayboluyor. Demek ki ben o anlamıyla daha klasiğim. Bel, popo, meme gibi hatları belli eden şeyler seviyorum...
Ama tulumlara filan bittim.
Bu sene tulum modası da var.
*
Sonra defilenin olacağı yeri gösterdiler.
Kırmızı bir halı sermişler, iki yanında da sandalyeler duruyor. Pek şık olmuş her şey.
“Kimler gelecek” deyince, bir sürü isim saydılar, kimini magazin basınından tanıyoruz, “cemiyet hayatının ünlü simaları”...
Birden bir ampul yandı...
Orada sadece elbise seçmiş olmak ve gelenlere “Merhaba” demek, içime sinmedi...
Kimsenin parasını bu kadar kolay alamam!
Dedim ki, “İki kişi seçelim... Buraya gelenlerin merak edebileceği iki kişi... Ben onlarla defile sonrası bu yüz kişinin önünde canlı röportaj yapayım...”
Harveyciler bu fikri pek sevdi.
İyi ama hangi iki kişi?
Tabii ki benim de merak ettiğim iki kişi: Feryal Gülman ve Ayşe Küçüroğlu.
İkisi de kendi tarzlarının mühim isimleri... İkisi de trendsetter... Giydikleri şeyler, gittikleri yerler hep takip ediliyor. İkisi de çok zarif ve güzel. Feryal Gülman’ın makyajı, kıyafetleri, takıları, çantaları, ayakkabıları nam salmış durumda. Hakkında çeşitli şehir efsaneleri üretiliyor. Davetlerde birkaç kere giydiği marka kıyafetlerini, sıkıldığında İsrail’de açık artırmada sattırdığı konuşuluyor. O kadar yani...
Ayşe Küçüroğlu ise, “Happily Ever After”ın sahibi, Bebek’teki o müthiş kafeden, sonra Public’i açtı. Üç şahane çocuğu var, eşi Taner isterse 4’üncüyü de yapmak istiyor. Hiperaktif midir nedir, her yere birden yetişiyor, bir de Çince biliyor.
*
İşte bu iki kadınla canlı röportaj...
Ben sordum, onlar anlattılar...
Önümüzdeki haftalarda “geri dönüşümlü röportaj” şeklinde önünüze gelebilir.
O gün dikkatimi çeken bir başka şey ise, cemiyet hayatının ileri gelen bu güzel kadınları hiçbir şey yemiyor!
O davette, şampanyalar, güzelim tatlılar, minik kurabiyeler havada uçuşuyordu, ama hepsi yiyeceklerle sanki ilişkilerini kesmişler.
Hiçbiri o tepsilerdeki muhteşem şeylere dokunmadı.
Ondan zayıflar demek ki.
Ben de gayet edepli davrandım, sadece üç kadeh şampanya içtim.
Güzel hoş bir gün oldu.
Harvey Nichols da (Demet-Cengiz Çetindoğan çifti) o günün gelirini Yarım Kalan Hayatlar 3’ün hesabına yatırdı.
Robert Kolej’de okuyan 13 yaşındaki bir öğrenciye... Maddi desteğe ihtiyacı olan birine... Para, dün itibariyle hesabına yattı...
Ben de yeni hedeflere doğru ilerlemeye başladım bile...
Bu ay gelen tekliflerle, yaz olmadan 100 bin lirayı bulacağım inşallah...