Paylaş
Çünkü bana çok rahat geliyordu.
Ayaklarımı uzatıp ahkam kesmek, "Hadi be oradan! Öyle mi denir? Böyle mi cevap verilir? O lafın da mı altında mı kalınır!" demek.
Televizyonla ilişkimi uzaktan kumandayla ayarlamak bana çok hoş geliyordu.
Meğer daha hoş bir şey varmış.
Orada olmak, bizzat olmak.
Müthiş bir adrenalinmiş ve çok eğlenceliymiş.
En azından şimdilik böyle.
Ama şöyle de bir şey var:
İçine dahil olduğum şey, buz dansı.
İnanılmaz estetik.
Seyretmesi çok güzel ama yapması, yapmaya çalışılması zor. O yüzden daha önce bu sporu hiç yapmamış insanların çaba sarf edip sonunda o buz pisti üzerinde kuğu gibi kaymaya başlamaları çok hoş bir şey.
Seyretmek de insana mutluluk veriyor.
Her ne kadar bu işi kuralları üzerinde ahkam kesecek kadar bilmesem de, "Buzda Dans" jürisinde olduğum için mutluyum.
Yeni bir dünyaymış.
Hayretler içindeyim.
Bir dolu şey öğreniyorum.
Heyecanlanıyorum.
Bazen korkuyorum.
Bazen geriliyorum.
Ama esas olarak kendimi son derece diri ve canlı hissediyorum.
Şimdiye kadar yaptığım her şeyi sizinle birlikte yaptım. Bundan sonra da öyle olacak, ne yaşıyorsam hissediyorsam paylaşacağım.
Sizden yardım istiyorum.
Ekrandan görüp de beğenmediğiniz, yanlış olduğunu düşündüğünüz şeyleri yazın da bir an evvel kendimi düzelteyim..
Olcay Baykal
İtiraf saati.
Deniz Baykal’dan çok fazla hoşlandığım söylenemez.
Özel bir sebebi yok.
Ama sevmem için de özel bir sebep de yok.
Bunu daha sonra tartışırız.
Ama bu olayda, Olcay Baykal üzerinden girilen tartışmada, yüzde 100 haklı.
Nimet Çubukçu’nun eleştirisine verdiği "Olcay, sepet mi ki yanımda taşıyayım" cümlesine aynen katılıyorum.
O cümle, "Kadınlar sepettir" anlamına gelmiyor.
Ya da daha sonra dediği gibi "Kadınlar aksesuardır."
O cümlenin anlamı, "Kadınlar eşya değil ki, kocaları oraya veya buraya taşısınlar veya götürsünler"dir.
Ki doğru.
Ben de bir kadınım ve kocamın sepeti değilim.
Ne işim var benim onun toplantılarında, iş yemeklerinde, iş seyahatlerinde...
Ancak kadınlar isterse eşleriyle bir yere giderler, isterse siyasete girerler, isterse şunu ya da bunu yaparlar.
Cümlenin anahtarı, kadınların istemesidir.
Bu açıdan, Olcay Baykal, kocasıyla birlikte siyasi bir simge gibi gözükmek istemiyorsa, bu tamamen onun seçimidir ve herkes ona saygı göstermek zorundadır. Nokta.
HAMİŞ: İğrenç bir çıkarcı gibi durmak istemem ama... Olcay Hanım, kendinizi ifade etmek isterseniz, teybim, kalemim ve bilgisayarımla emrinize amadeyim.
Angelina, 10 çocuklu aile istiyormuş, ben de
Hangi caminin, kilisenin yanından geçsem; hangi mumu üflesem; ne zaman biri "Dilek tut" dese, ne zaman beyaz selpak bağlanabilecek bir ağaç görsem...
Hep aynı şeyi diliyorum.
Çocuk, daha fazla çocuk.
Alya’ya kardeş, kardeşler.
Ben miydim marjinal Ayşe!
Meğer iflah olmaz bir anneymişim de haberim yokmuş. Ne var ki, doğum günümde acı gerçekle bir kere daha yüz yüze geldim. Oysa ben kendimi şöyle avutuyordum:
"Sevgilim istemese de en az iki çocuğumuz olur. Bakarsın, daha fazla! Erkektir, önce istemez sonra sen onu bir şekilde razı edersin. Çocuk işi tamam zaten, sadece zamana bakıyor. Sonra bir kedi bir de köpeğimiz olur. En az... Tabii bir de karavan. Şöyle uzun seyahatlere çıkacağımız, rahat bir şey. Ne güzel hep birlikte geçinir, gideriz... Benim için aşk bu, aile bu... Hayattan beklediğim de bu... Çoğalmak, gelişmek, ilerlemek..."
Ne yazık ki 9 Aralık günü bütün bu avunmalarıma bıçak indirildi.
Bu türü hayallerimin, olayın muhatabı erkek tarafından kesinlikle onaylanmadığını anlamış oldum.
Bu sefer, kafama gerçekten dank etti yani.
Muscat’ta güzel bir oteldeydik, adı da Cedi aklınızda olsun, çok romantik bir yer, çocuk filan kabul etmiyorlar.
Zaten ben anlamalıydım beni öyle bir otele götürmesinden.
Net ve direkt olarak şöyle dedi: "Seni sadece kendim için istiyor olmama kızma, istersen de kız ama gerçek bu. Alya’nın varlığı şahane, bir ablası da var zaten, minettarım. Ama daha fazla çocuk istemiyorum. Yeni herhangi biri, o benim bir parçam olsa da, seni benden alıyor, ben de bundan hoşlanmıyorum. Bencillik de, ne dersen de ama durum bu..."
Nasıl yani?
Çocuk yok. Kedi yok. Köpek yok. Dolayısıyla, karavan da yok.
Hep böyle küçük çekirdek aile halinde mi gideceğiz her yere?
Bu yeni duruma adapte olabilmek için yeni avunma taktikleri geliştirdim, kendime "Aç gözlü olma" diyorum. "Ya hiç çocuğun olmasaydı? Allah yüzüne baktı da çocuğun oldu, bir tane daha istiyorum tutturmaya, Alya gibi kendini yerlere atıp ağlamaya, şımarıklık yapmaya hakkın yok..."
Halbuki Angelina, 10 çocuklu aile istiyormuş.
Onun Brad’i de kabul ediyormuş.
O kadar param olsa yemin ederim ben de isterdim.
İddia ediyorum, bundan daha güzel bir şey yok dünyada.
Paylaş