Ali Bulaç’la sohbet ederken, söz birden alçakgönüllülüğe geldi, o da başlıkta okuduğunuz lafı ediverdi: "Tevazu, müminin süsüdür." Sufilerin bir deyişiymiş, çok hoşuma gitti; bugün de başlık olarak önünüze geldi. Ali Bulaç söyleşine dün kaldığımız yerden devam ediyoruz...
"Dinde tabu yoktur, kutsal vardır. Kutsal da tartışılabilir" diyorsunuz...
- Evet, İslamiyet'te "kutsal" vardır. Bazı mekanlar, Mekke mesela, kutsaldır. Bazı günler, geceler, Kadir Gecesi mesela, kutsaldır. O gece, insanlar dua eder, tövbe eder, bağışlanmak ister. Manevi bir arınma hisseder. Bu kutsallara ya inanırsınız ya inanmazsınız. Tabu ise yoktur. Çünkü tabu, hiçbir şekilde konuşulamayan, anlamsız, kim tarafından konulduğu bilinmeyen irrasyonel yasaklardır. İslam'daki temel hükümler, tartışılır ve yoruma açıktır. Çünkü Kuran’ın kendisi yoruma açıktır. Bir şey de yoruma açıksa, orada müzakere ve tartışma vardır. Oysa, tabu ve dogma tartışılamaz. Dogmayı, yanılmaz bir kişi vaaz eder. Papa mesela, Tanrı adına konuşur. Bunu hüküm olarak kabul edersiniz, tartışmaya açık değildir. Fakat Kuran’da ve sünnette belirtilmiş bir hüküm nass’tır. İçtihata açıktır. Sayısız örnek var buna. İbadetler hariç tabii. Günde neden 5 vakit namaz kılmamız gerektiğini tartışamazsınız. Ama zekat hesabı ne kadar dağıtılacak?.. Türban takılacak mı, takılmayacak mı?.. Bunlar tartışılabilir, dinde her şey tartışılabilir...
Öyle diyorsunuz ama... Salman Rüştü meselesi peki?
- O bir şey tartışmıyor ki! O Şeytan Ayetleri kitabında ne diyor? Kabe’yi bir geneleve benzetiyor. Peygamber efendimizin hanımlarını da -ki onlar bizim annelerimizdir, canlarımızdan daha değerlidir- genelevde çalışan fahişeler olarak tanımlıyor. Bu bir tartışta ya da ifade özgürlüğü değil, basbayağı aşağılamadır. Herhangi bir ülkenin kraliçesine yaptığınız zaman dava açar. Danimarka’daki karikatür hadisesi de pek farklı değil. Peygamberimiz o karikatürlerde bir terörist olarak tasvir ediliyor, şehvet düşkünü bir çöl Arabı olarak tasvir ediliyor. Ve şeytan gibi gösteriliyor. Bunun neresini tartışalım. Ama kadınlar başörtüsü taksın mı takmasın mı tartışalım...
Peki her insan Allah’ın koyduğu kuralları kendine göre yorumlamaya kalkarsa, ne olacak?
- Doğrusu da budur. Her insan Kuran’ı okuyup kendince bir sonuç çıkarabilir ama burada iki şey var. Kuran diyor ki "Benim bu söylediklerim üzerine düşünün." Düşündünüz ve farklı yorumladınız diyelim. Kuran’ın bizden istediği: 1) Aslına uygun mu düşünüyorsunuz? Yani hareket noktanız Kuran mı? 2) Bir yöntem içinde mi düşünüyorsunuz?.. "Eğer meşru bir yöntem içinde düşünüyorsanız, insan sayısı kadar içtihat olabilir" diyor. Sizi hiç kimse bir başkasından farklı düşünmekten ve farklı yorumlanmaktan alıkoyamaz...
BİZİM KESİMDE KÜRTAJ ALDI BAŞINI GİDİYOR
Müslüman kesimde de var ahlaki sapma. Mesela, kürtajda bir patlama yaşanıyor. Karşı olduğumuzu, bunun son derece günah olduğu yazıp çiziyoruz. İslam hukukuna göre, bir haftalık bir cenin bile hak sahibidir. Bir canlıdır. Onu parçalaya parçalaya öldürmek haramdır.
MÜSLÜMAN YAZAR OLMANIN SIKINTILARI
Valla, en başta yasal zorluklar var. Türkiye’de ceza hukuku bir mayın tarlası gibidir. Yazı yazarken nereye adım attığınıza çok dikkat etmeniz gerekir. Her an bir mayın patlayabilir. Bir de uykuya bırakılmış mayınlar vardır, siz fonksiyonlarını kaybettiklerini düşünürsünüz, fena halde yanılırsınız, uzaktan kumandayla patlatılıverirler. O yüzden dikkat edin 163, 141, 142 gider, 312 gelir. O gider 216 gelir. O gider, 159 gelir. Ben tabii ki o kadar cesur bir adam değilim. Kendi gücüm ve imkanlarım çerçevesinde düşünür, yazarım. Ama tabii şu da var, insan her şeyi söyleyebilir, yazabilir. Yeter ki, söyleme üslubunu bulsun...
TÜRK AYDINI DÜNYAYI TAKİP ETMİYOR
Şu anda gerçek anlamda entelektüel inisiyatif, Müslümanlarda. Çünkü okuma oranı çok yüksek. Batı’yı en iyi onlar takip ediyor. Yeni teorilerin, yeni fikirlerin peşindeler. Türk aydını ise tutucu oldu. Halen pozitifist ve rasyonalist; resmen 19. yüzyılda kaldı. Dünyayı bile takip etmiyor. Feyerabend okumuyor, Rene Guenon, İvan İllich okumuyor. Okuduğunda da anladığını sanmıyorum.
BENİ EN ÇOK İLGİLENDİREN MARJİNALLER
Şu aralar beni en çok ilgilendiren, Avrupa’daki ve Batı’daki marjinaller. Hiçbiri bizimkiler benzemiyor. Ben onları takip ediyorum. Onlar benim zihnime açılım getiriyor. Ateistler, savaş karşıtları, anti-küreselciler, demodernistler, antimodernistler, yeşiller, feministler, eşcinseller... Çünkü onlar muhalefet ediyor, eleştirel bakıyor. Bu benim için çok önemli bir şey. Onlar benim için haliftir. Ahlaki bir yer duruyorlar. Ama ellerinde bu dünyaya yeniden düzenleyecek bir projeleri yok, o ayrı bir şey...
REFERANS PERFORMANSA YENİK DÜŞTÜ
Ben Mardin Belediyesi'nde işçi olan bir adamın çocuğu olarak dünyaya geliyorum. İyi bir okulda okuyamıyorum. Yabancı dil bilmiyorum. Fakirim. Tabii ki hayata 5-0 yenik başlıyorum. Her şeyi kendi çabalarımla öğrenmem gerekiyor. Yurtdışına bile, 30 yaşında gidebiliyorum. Dünyayı tanımak için inanılmaz eforlar sarf ediyorum. Ben, benim gibilere "performans" diyorum. Çünkü bizim var olabilmek için özel bir "performans" göstermeniz gerekiyor. Bir de "referans" olarak tanımladığım bir grup var. Onlar, varlıklı bir aileye doğuyorlar, anneleri İngiliz, mürebbiyeleri Fransız, yabancı dil sorunları hiç olmuyor, her sene tatile yurtdışına gidebiliyorlar, benim babam "Parasız yatılıyı kazanamazsan, ben seni okutamam" diyor, onların ise böyle sorunları hiç olmuyor, en iyi okullara kaydoluyorlar, dolu referansları var. Bizde nerdee?.. Türkiye’de eğitim, sınıf atlama mecralarından bir tanesidir. Benim durumumda yüzlerce, binlerce insan var. Ben okumasaydım, ya marangoz olurdum ya da terzi. Ama gelin görün ki, yine bu ülkede "referans", "performans"a yeni düşmüştür. Çünkü "referans" kendini geliştirememiş, yerinde saymıştır; oysa "performans", almış başını gitmiştir.