Paylaş
Onu çok seviyoruz. Çünkü sahici, çünkü bizim en büyük starımız, çünkü o başka, bambaşka. Alya ile Tarkan konserindeydik
Yılın yine o zamanları...
Tarkan zamanları.
Ama aksi gibi, bu yıl Alya’nın okulu erken başladı.
Aldı beni bir düşünce...
“Konser 12’de bitecek, çocuk nasıl 6’da uyanıp neredeyse Bulgaristan sınırındaki okuluna gidecek? Ben, sorumsuz anne miyim?”
Bu annelik bitmez tükenmez bir suçluluk duygusu!
Sonra, “Amaaaan ne sorumsuzluğu! Söz konusu olan Tarkan’sa, akan sular durur!” dedim ve soluğu Açıkhava’da aldık.
Alya, IICS diye bir okulda okuyor. İstanbul International Community School. Yıllardır orada. Bir gün, “Hayatta en sevdiğim üç şeyden biri okulum” dedi, şok yaşadım. Yani tuhafıma gitti, bir çocuğun deli gibi okulunu sevmesi. Kılığa kıyafete karışılmayan, saça başa takılmayan, çocukları sıkboğaz etmeyen bir okul. Ivır zıvır şeylerle değil, eğitimin kalitesiyle ilgileniyorlar. Şu anda beşinci sınıfta, sınıf arkadaşları da dünyanın farklı ülkelerinden, farklı milletten. Genellikle de dünya müzikleri dinliyorlar, Alya da öyle.
Türkçe müziklere pek yüz vermiyorlar.
Amaaaaa söz konusu Tarkan olunca, yine akan sular duruyor!
Alya’nın İskoçyalı öğretmeni bile Tarkan’a bayılıyor.
İki gece üst üste konserine gitmiş ve öğrencilerine büyük bir heyecanla anlatmış.
* * *
En sevdiği siyah şortunu giydi.
Üzerine de gri tişört ve siyah deri yelek.
Ayağına siyah kısa çizmelerini giyince artık dayanamadım, “Kızım pişersin bu sıcakta!” dedim.
Ama kendime bile yaşlı geldim!
Baktım ki karizması bozulacak, “Peki ne istersen giy!” dedim.
Dedi ki, “Senden bir şey rica edebilir miyim?”
Kulaklarımı diktim.
Bakalım ne gelecek?
Bu konularda çok dikkatliyim.
Ola ki, olmayacak bir şeye “Tamam” dedin, ergenliğin kapısında olduğu için yandın, seni sonsuza kadar zorluyor!
Hafif tedirgin, “N’apabilirim senin için?” dedim.
“Tırnaklarıma mavi oje sürebilir miyim?” dedi.
Ben oje sevmem.
Çocukta hiç sevmem.
Babası da nefret eder.
Ama şimdi Tarkan konseri öncesi kavga etmenin manası var mı?
Zaten her şeyin, ‘benim yüzümden’ olduğu bir çağındayız Alya’nın. Bu yaşlarda çocuğu olan bütün anneler için geçerli bu aslında. Her şeyin suçlusu biziz! Havanın aşırı nemli olması bile bizim yüzümüzden!
En son, yanında bile olmadığım bir zamanda sahilde ayağına kıymık battı.
“Bundan da ben sorumlu değilim herhalde?” dedim.
Gözlerini kısarak baktı ve “Kıymığın ayağımın üçüncü parmağına batması tesadüf mü sence?” dedi, “Senin de ayağının üçüncü parmağı defolu!”
“Yok artık daha neler!” dedim.
Anlayacağınız bir gün içinde 5 bin duyguyu bir arada yaşıyoruz.
Ama Tarkan konseri öncesi gerginlik olsun istemedim.
Mavi ojeye, konser sonrası baba görmeden silmesi kaydıyla “Tamam” dedim.
Arkadaşı Sera’yı da davet etti...
O iki kızın heyecanını görmeliydiniz.
Alya, tüm konser boyunca gözlerini Tarkan’dan ayırmadı. Hani ona gülümser, selam verir belki diye. Gerçekten de bir ara güldü Tarkan buna, öpücük yolladı.
Muhtemelen tanıdığından değil, orada heyecanlı bir çocuk gördüğünden.
Bizimki eridi.
Ve en en en acayip an, Tarkan’ın ter havlusunu sahneden seyircilere attığı andı...
O havlu havada döndü, döndü...
O sırada bizim Alya havalandı... Ve kaptı!
Mutluluktan öldüğü andı!!!
O gri havlu, şu an odasında başköşede duruyor.
Dün de espri yaptım, “Yıkayım istersen!” diye.
Kötü kötü baktı bana.
Ha bu arada mavi ojeler çıktı...
Alya, Tarkan’ın ter havlusunu odasının başköşesinde tutuyor.
Tek başına bir fabrika
-Gerçekten öyle. 10 gün boyunca yaklaşık 70.000 kişiyi coşturuyor, eğlendiriyor, kalplerine dokunuyor...
-Ama aynı zamanda her konseri, aşağı yukarı 1000 kişinin geçindiği bir ekonomik faaliyete dönüşüyor. Her birinin de iki-üç kişilik ailesi olduğu düşünülürse, bir tek konseri 3000 kişiye ekmek kapısı yaratmış oluyor.
-Dünyada müzik endüstrisi, internetten indirilen şarkılar, Spotify, Apple music gibi uygulamalar yüzünden zaten zor durumda. Sponsorluk şartları da ağırlaştırılmış. Türkiye’de durum daha da fena. O yüzden albümler ve konser biletleri satmıyor. Mevcut kalabalık, sponsorların dağıttığı davetiyeyle gelmiş oluyor. Çok az sanatçı mekânları doldurabiliyor. Anladınız, bunlardan biri Tarkan! Hakkını teslim etmek gerekiyor...
Çünkü sahicisin
Yılda bir defa insanların karşına çıkıyor, ortalığı kırıp geçiriyor. Oysa ne yeni bir albüm var ne yeni bir şarkı. Bakın biz bu konserde neler hissettik...
-Kim ne derse desin, o, bizim en büyük starımız. Bizim Michael Jackson’ımız.
-Ona bayılıyoruz. Hipnotize olmuş şekilde sahneye bakıyoruz. Zıplıyoruz, coşuyoruz ve azıyoruz. Bizi, fevkalade mutlu ediyor. O üç saat içinde dünyanın geri kalanını unutuyoruz.
-Bu da herkesin başarabileceği bir şey değil! Zamanın nasıl geçtiğini unutturabilmek -hele bu devirde- ciddi bir maharet. Tarkan, bütün izleyiciyi avcunun içine alabiliyor. Tek tek herkesle flört edebiliyor. Öyle bir enerjisi var.
-Ne yapsa gidiyor adama. Çünkü ‘mış’ gibi yapmıyor. Gerçekten sahici. Ruhu güzel, müziği güzel, dansı güzel, enerjisi güzel, gülüşü güzel, kalbi güzel. Öyle bir hali var.
-Ve sevildiğini biliyor. O yüzden kendine güveni tam. Ama asla kibir değil, o ince sınırda durmayı biliyor. Hiçbir şey üzerinden akmıyor.
-Hem Batılı hem Doğulu, hem yabancı hem lokal, hem seksi hem şefkatli, hem modern hem klasik, hem cüretkâr hem mahcup, hepsi, hepsi... Ama en önemlisi, samimi ve sahici.
-Bir sürü sanatçı var, o sahnede ‘uzaylı’ gibi duruyor. Sadece bir kesime hitap ediyor. Tarkan öyle değil işte. En bizden türküleri de söylüyor, sonra çıkıyor göbek atıyor, sonra romantik takılıyor. O, biziz aslında.
-Alya o kadar sevdi ki, “Bir kere daha gidebilir miyiz?” dedi. Ne var ki ikinci tur konserlerin de biletleri tükenmiş durumda, düşünün... Helal olsun Tarkan’a!
Paylaş