Siz hiç yurtdışında yaşayan bir Türk oldunuz mu? (3)
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Bugün ve yarın "Siz hiç yurtdışında yaşadınız mı?" başlıklı yazılara gelen mail’leri okuyacaksınız. Hem de dünyanın her tarafından.
Bazen güleceksiniz, bazen de "Yok artık, daha neler!" diyeceksiniz. Ama yurtdışında yaşayan Türk olmak, işte böyle bir şey. Tabii benim bu "kadrolu yurtdışında yaşayanlar" yanında esamim okunmaz. Ben zırt pırt İstanbul’dayım. Sizi öpüyorum, geç de olsa "İyi bayramlar" diliyorum...
HOLLANDA’DAN
33 yıl Hollanda’da yaşadım. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, insan gurbette tuhaf alışkanlıklar geliştiriyor: Mesela, arabayla yolda giderken önüne bir Türk TIR mı çıkıyor, sevindirik oluyorsun. "N’apsam da ona Türk olduğumu anlatsam?" diyorsun. "Korna mı çalmalıyım, penceremi açıp ona el mi sallamalıyım?" Ya da "Kardeş, memleket nere?" diye bağırmak istiyorsun. Hele hemşeriysen, TIR’ın plakası da doğduğun ile aitse... Gel keyfim gel. Ben daha ne delilikler yaptım. Otoparkta duran bir Türk TIR’ın yanına yaklaştım ve o çamurluklarına bakıp, "Bu çamur muhakkak Türkiye’nin çamurudur" diye elimi sürdüm. Biliyorum saçma geliyor ama gurbet böyle yapıyor işte adamı. (Ahmet)
- Yaratıcı ifade gücünüzden dolayı sizi tebrik ediyorum Ahmet Bey. Meseleyi yerli yerine oturtmuşsunuz. Hakikaten doğru. "Memleketin çamurunun kurbanı olayım!" Duygu bu. Saçma ve komik olması da durumu değiştirmiyor. Plaka meselesine gelince ben hálá 01 görünce heyecanlanıyorum. Türkiye’de bile. Hele bir de bu karşılaşma yurtdışında söz konusu olursa, kim tutar beni...
SİNGAPUR’DAN
9,5 yıldır Singapur’dayım. Eskiden Türk ürünü bulmak neredeyse imkansızdı. Şimdi, seyrek de olsa mümkün. Bulur bulmaz çok alıyorum ki, dükkan sahipleri "A ne güzel satılıyor. Bir daha getirelim" desinler. Satın aldığım şeylerin içinde Kent marka lolipop, Bifa marka bayatlamış gofret, Duru sabunu, kuru kayısı, kuru incir, Ülker marka bisküvi, gül ve kayısı reçeli var. Sürekli gelmiyor, o yüzden bulur bulmaz alıyorum, bayat bile olsa memleket koktuğu için tüketiyorum. Yeni aldığım buzdolabının ise Türkiye’de imal edildiğini öğrenince çocuklar gibi sevindim. Neredeyse ağlayacaktım. (Ali İ.)
- İnsanın size "Haklısınız" demesi için aklını kaçırmış olması lazım. Çünkü durum mantıklı değil. Ama ne kadar haklısınız! Bazı şartlarda mantık aranmıyor. Duygular öne çıkıyor. O ne lükstür, yabancı memleketlerde Türkiye gibi kokan şeyleri tüketmek. Ve ne kıymetlidir...
YENİ ZELANDA’DAN
Size Yeni Zelanda’dan yazıyorum. Allah’a şükür burada Türk malı bulabiliyoruz. Özellikle Hazer Baba ve Şah Baba markalı lokumların, ambalajı çok güzel. Ne var ki, Türk lokumu ile alakaları yok. Bir de ayıptır söylemesi bayat oluyorlar. Bir alan, bir daha almıyor. Üzüntüm, olan Türk lokumuna oluyor. Halk yavaş yavaş lokumdan soğuyor. Sanırım, yakında kimse almayacak. Lütfen firmaları uyarın. Yurtdışındaki kişiler aptal değil. Geçenlerde bir yerden alışveriş yapıyordum, Türk olduğumu söyleyince koştu içeriden ne getirdi biliyor musunuz? Kalebodur karosu. Evinin banyosunu yeniliyormuş. "Çok kaliteli" dedi. Bir de büyük bir markette Aygaz gaz sobası gördüm. Hemen kasiyere "Bak, bunlar benim ülkemden geliyor" diye hava yaptım... (Fahreddin)
- Alemsiniz ve çok şekersiniz! Hava yapmaya ve gördüğünüz her türlü aksaklığı bildirmeye devam ediniz. Saygılar sunarım. Bu arada ben de Yeni Zelanda’yı görmek için ölüyorum bilesiniz. Ama neden o kadar uzaksınız?
BREZİLYA’DAN
Brezilya, Sao Paulo’da yaşıyorum. Benim hastalığım da başka: Marketlerde Türkiye etiketli, kayısı, kuru incir gibi ürünler görünce, eğri filan duruyorlarsa hemen düzeltiyorum. Ya da kutuyu çaktırmadan öne alıyorum. Maksat, memleketimizin ürünü daha iyi görünsün. (Vedat)
- Valla Vedat Bey, şahanesiniz. Ne de olsa bir temsil durumu söz konusu. Eminim, kendi evinizde o kadar titiz değilsinizdir ama Türkiye’nin tanıtımı söz konusu olunca...
HİNDİSTAN’DAN
Eşim, İngiliz bir diplomat. Bu yüzden son 5 senedir sürekli hareket halindeyiz. 2 sene önce Hindistan’ın kuzey tarafında bulunan Simla’daydık. Simla, Hindistan’ın Nepal sınırına yakın, Tibet’e komşu bir yere konuşlandırılmış harika bir yer. Himalayaların o enfes görüntüsü, Budist ve Hindu tapınakları... Kısacası, dünyanın damındasınız ve etrafta gezilecek tonla şahane yer var. Bir sabah, maymun tanrı Hanuman’ın tapınağını ziyaret etmeye karar verdik. Tapınak yürüyerek yaklaşık 4-5 km. Bir süre sonra acıktık, yolda gördüğümüz ufak bir bakkala daldık. Bisküvi almak niyetindeyim. Fakat önümüzde sıra var. Tamamını portakal rengi kıyafet giymiş Budist rahipler oluşturuyor. Onlar da bisküvi alıyor. Ben de bari şu rahiplerin aldıklarından alayım dedim. Kalmış mıdır acaba? Birden bire, Allah’ın Himalayasında bir de ne göreyim? Eti bisküvileri. Kremalı olanı bile var. Budist rahipler Eti bisküvileri yiyor! Nasıl gururlandım anlatamam... (A. Wilson)
- Anlattığınız anekdot, bir reklam filmi gibi gözümün önünde canlanıverdi. Özellikle de turunculu Budist rahipler ve kremalı bisküvi... Çok, çok hoşuma gitti. Öpüyorum. Kremalı bisküvi gibi hoş bir yıl diliyorum!
FRANSA’DAN
30 yıldır Paris’te yaşıyorum. Bir gün Fransız bir arkadaşımla adres arıyoruz. Gözüme kestirdiğim ilk kişiye Türkçe, "İyi günler kardeşim" dedim ve aradığım sokağı sordum. O da bana "İyi günler abi" dedi, "İlk soldan dön, ileride..." diye cevap verdi. Yine Türkçe teşekkür edip ayrıldım. Yanımdaki Fransız arkadaşım, hayretler içinde kaldı, "Nasıl anladın onun Türk olduğunu?" diye sordu. Sadece gülümsedim. (Süha B.)
- Anlattığınız öykü ilginç. Hemen anladınız, "Bu bir Türk" dediniz, değil mi? Gerçekten de başka hiçbir millet, sadece bakarak birbirine çıkaramaz. Ama biz genellikle karşımızda bir Türk’ün durduğunu bakar bakmaz anlarız. Böyle bir yeteneğimiz var. Doğuştan, genetikten! Fransızlar daha çoook şaşıracak. Yaşasın Türkler!
TÜRKİYE’DEN
Siz şimdi düşünebiliyor musunuz, içi İtalyan zeytinyağları ve İtalyan konserve ve yiyecekleriyle dolu olan bir dükkanın önünden geçen bir İtalyan’ın heyecanlanacağını... (Murat U.)
- Hayır düşünemiyorum. Dönüp bakmazlar bile. Çünkü onların dünya çapında çok markaları var, alışmış durumdalar. Biz öyle değiliz ki. Biz biraz görgüsüz durumdayız. Ama... Umurumuzda bile değil!
ALMANYA’DAN
Komşumuz, Almanya’dan kesin dönüş yaparken, Türkiye’de yoktur diye marketteki zücaciye reyonunu boşaltıyor, eve geldiğinde yeni bardaklarının altındaki Paşabahçe yazısını görüyor. Onun da gözleri doluyor: Ama sinirden! (Semra P.)
- Hepimizin başına gelmiştir, geliyor... Türkiye’de her şeyin álásı var. Ama bizim de nedense hálá kendi malımızdan çok yabancı mala itimadımız var!
İSVEÇ’TEN
Geçenlerde konsoloslukta bir işim oldu. Tam kapısına geldiğimde, tabii ki kapısında Türk bayrağı sallanıyordu, içimden "Ey şanlı bayrağım, ne güzel dalgalanıyorsun!" diye bir şey geçti ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. İçimden kapıdaki koruma görevlilerine bile sarılmak geldi. Bunu Türkiye’de yaşayan anlamıyor işte. Anlatıyorum, "Aman, hadi be sen de!" diyorlar. Değil işte. Bu arada İsveçli eşim de sadece Apikoğlu sucuk yiyor! (R.V)
- Ben size çok iyi anlıyorum. Öyle ki mail’inizi okurken gözlerim doldu. Düşünün artık. Tamam gülmekten ama duygulandım işte. Sevgiler, saygılar. İsveçli yengeye selamlar!
KANADA’DAN
Ben çok uzun yıllardan beri Kanada’da yaşayan bir Türk olarak size şunu söylemeliyim ki, artık sizin sandığınız gibi yurtdışında şunu bunu özlemek gibi bir şey kalmadı. Yazdıklarınızı abartılı buluyorum. (Nuran Ö.)
- Siz nasıl istiyorsanız öyle düşünebilirsiniz. Ama ben size ne yazık ki katılamayacağım.
AMERİKA’DAN
Her markete gidişimde, California’nın renk renk organik meyve ve sebzelerini görür, ülkemde neden hormonlu ve tarım ilaçlı meyvelerini yemek zorunda kaldığıma hayıflanırım. Yürüyüşe çıkarım, kimse çarpmaz bana, kimse yere de tükürmez gözümün önünde. Oysa ülkeme gidince, iki adımda bir tüküren insanlardan çokluğunu görürüm, hayıflanırım. Her metroya, trene, otobüse binişimde, tacize uğramamanın rahatlığı ile içinde gideceğim yere gider ve dönerim. Neden ülkemde bunu yaşayamadığıma hayıflanırım. Sabah sokağa çıktığımda güler yüzle "Günaydın" diyen insanlara "Size de günaydın" demenin mutluluğunu yaşarım. Oturduğum apartmanda, tepeme halılar silkelenmediği, olur olmaz saatlerde, tamirat, koşuşturma ve topuklu ayakkabı sesleri gelmediği için mutluluk duyarım. Neden bunların ülkemde de olamadığına hayıflanırım. Dürüst, yalanı sevmeyen, hümanist; beni dış görünüşüm ve giyim kuşamımın markası ile değerlendirmeyen buradaki arkadaşlarımın samimiyetine güvenirim. Ülkemde ise henüz arkamı bile dönmeden dedikoduya başlayan sözde arkadaş ve komşuların o samimiyetsizliğine hayıflanırım. Kafe ve restoranlarda sigara içilmediği için rahat rahat kahvemi içer, yemeğimi yerken, neden bunun ülkemde bir hayat memat meselesi gibi hálá tartışıldığına ve zaman kaybedildiğine hayıflanırım. Harvard Square’de muhtemelen yüksek eğitim için gelmiş zengin çocuklarının BMW’lerinden ya da jeep’lerinden, Amerikalıların şaşkın bakışları arasında, en üst volümden İbrahim Tatlıses arabesklerinin fışkırmasına hayıflanırım. Yazarları, aydınları söyledikleri ile değil ürettikleri ile değerlendiren bu ülkede, ülkemde neden öyle olmadığına hayıflanırım. Daha pek çok şeye hayıflanırım. Bir de en çok, burada, kendi ülkemde olduğumdan neden daha çok huzurlu ve mutlu olduğuma hayıflanırım. (Sevgi L.)
- Anlattıklarınız sadece sizin değil, pek çok insanın gerçeği. Ne var ki hálá, yurtdışında yaşadığı ya da yaşamak zorunda olduğu hayıflanan insan sayısı, yurtdışında olduğu için mutlu ve huzurlu olduğunu söyleyenlerden çok daha fazladır. Sizi üzmek istemem ama ben de onlardan biriyim. Azınlıktasınız Sevgi Hanım. Öpüyorum, saygılar sunuyorum.