Paylaş
“Hımmm” dedim.
Yüzünde bir şaşkınlık ifadesi, “Anlamadım” dedi.
Çantamdan bir kâğıt çıkardım, yazdım, uzattım.
“Erkek mi?” diye sordu.
Kafamı salladım.
“Bir aile büyüğü mü?” dedi.
Gözümün önüne tavşanımızın uzun kulakları ve muzip yüzü belirdi, gülümsedim...
“Ailemizin bir ferdiydi” dedim.
“Bir de ölüm ve doğum tarihleri gerekli” dedi.
“Tamam” dedim, “Başka?”
“Genellikle ‘Ruhuna Fatiha’da yazdırıyorlar” dedi.
Ve karşıdaki mezarlığı gösterdi.
Birden algıda seçicilikle, onlarca, yüzlerce mezar taşını taradı gözlerim, hepsinde de aynı şey yazıyordu.
Tabii ki güzel bir cümle ‘Ruhuna Fatiha...’
Bütün ölmüşlerimizin, aramızda olmayan sevdiklerimizin ruhuna Fatiha...
İyi ama...
Sadece ruhuna Fatiha yeter mi?
Sevgimizi gösterecek, o insanların bizim için ne kadar “özel” olduğunu anlatacak başka bir cümle de gerekmez mi?
“Seviyoruz”, “Hiç unutmayacağız”, ‘Hep kalbimizdesin” vs. gibi...
O gri mezar taşlarına, biraz daha sıcaklık, biraz daha özen katsak...
Galiba aradığım kelime bu, ben biraz daha “itina” istiyorum.
Mezar taşları, sanat eserleri olsun istiyorum, o çok sevdiklerimizin bu dünyada kalan son izi...
Artık kendileri yok, ama onlar adına bir taş var orada...
Dönüp ustaya diyorum ki, “Neden hep aynı yazı biçimi? Neden farklı değil?”
“Böyle de ondan!” diyor, “Farklı bir taleple gelen de olmuyor ki. Zaten farklı bir şey isteseler, ben yapamam. Onu grafik eğitimi almış insanların yapması gerekiyor, ben hasbelkader bu işi yapıyorum. İsterseniz siz de birinden rica edin, yapsın, sonra bana getirin ben taşın üzerine o istediğiniz şeyi uygulayayım...”
*
Allah sizi inandırsın, Hımmm’ın mezar taşına ne yazacağımızı günlerce düşündüm.
Onu en çok ne mutlu eder diye.
En çok ne onun ruhuna uyar diye.
İnternetten, hayvan mezar taşları sitelerine baktım.
Nasıl yapmışlar diye.
Gerçi, bizde hayvan mezarları bile çok yokken, biliyorum bu söylediklerim lüks...
Ama bir tek cümle bile olsa, sıcak bir cümle olsun ve sadece ona özel olsun...
Kitap kapakları da eskiden bu kadar güzel değildi, ama artık çok gelişti, üniversitelerde bunun özel eğitimini bile alabiliyorsunuz, eminim ki mezar taşları da böyle olacak...
Daha güzel, daha özenli...
Hepsi birer sanat eseri gibi...
Bazı insanlar ölen köpeklerini, kedilerini çöpe atıyorlar, atabiliyorlar.
Bu da bence korkunç bir özensizlik, duyarsızlık...
Hatta öküzlük!
Neyse, biz Hımmm’ın mezar taşını bekliyoruz, sonra mezarını çiçeklerle süsleyeceğiz, evimizin bahçesinde küçücük bir cennet köşesi yapacağız...
Ve onu hep güzel hatırlayacağız.
Hayatın olağan akışı da güzeldir
SEVDİĞİM adamın doğum günü...
Bugüne kadar her doğum gününde ona o kadar çok numara çektim ki, şimdi kara kara, “Bu sefer ne yapacağım?” diye düşünüyorum.
Bunalımdayım!
Çünkü bugüne kadar, striptizci getirdim, dansçı getirdim, şarkıcı buldum, müzisyen ayarladım, banyolarda bekledim, yatakların içine saklandım, yurtdışına kaçtık, ailece kutladık, arkadaşlarıyla film çektim, ailesiyle film çektim, onu sorguya çektim, yarışma düzenledim, temalı partiler yaptım, kitap bastırdım, yakın arkadaşlarıyla röportaj yaptım...
Artık tıkandım!
Yanlış anlamayın, onun bir beklentisi yok. Sorun benim.
Ne yapsam bana yeterli gelmiyor. Hiçbir şey beni kesmiyor.
Sürekli içimde, “Daha yaratıcı olmalıyım!” diye bir cümle. Çünkü hastayım! Bir de, onu gerçekten şaşırttığımdaki yüz ifadesini görmüşüm, “çıta”yı yükseltmişim, yine o ifadeyi görmek istiyorum.
Parti yapamam.
Millet, bayram diye bir yerlere dağılmış.
Yurtdışı bir alternatif olabilir.
Ağzını yokladım, oralı değil.
Hafta içi sürekli seyahat ediyor, hayatı uçaklarda geçiyor, havaalanı, pasaport, bavul, bu bayram uğraşmak istemiyor.
Sonunda, “Hayatın olağan akışı da güzeldir” cümlesine sığınıyorum, onu şehirde, bilmediği bir otele götürmeye karar veriyorum.
Sumahan, Kandilli’de minicik bir otel, 24 odalı.
John Malkovich’in de İstanbul’a geldiğinde kaldığı otel.
Bizimki bahçeye açılan minicik bir loft, kepenklerini açtığında, çim ve deniz. Resmen Boğaz’ın üzerindesin. Çalışkan bir arı gibi, bütün hediyeleri bir gün önce otele taşıyorum. Şampanya ve havyarları da...
HAYATIN OLAĞAN AKIŞI DA GÜZELDİR- AYŞE ARMAN - FOTOGALERİ
*
Bizde kural şu, bir tane sevineceği hediye, bir de kendi el emeğinle ürettiğin özel bir hediye...
İşte insanı hırpalayan, yoran o!
Aynı zamanda, “Ben onun için bir şey yaptım” duygusunu veren de...
Çünkü parayla alabileceğin bir şey değil.
Yıllar yılı, karşılıklı el emeği, göz nuru albümler yaptık, albüm değil aslında, hayatımızdan kareler, kesitler...
Birinci aşama, evin içinde doğal fotoğraflar çekmek.
Bütün aile evde buluşup birbirimizin fotoğraflarını çekiyoruz, evin her tarafında, kudurmaca, sarılmaca, poz vermece...
Sonra da o fotoğraflarla, babaya albüm yapıyoruz.
Her yerinden temenniler, hayaller, sevgi cümleleri fışkırıyor...
Albümün önüne iliştirilmiş şimdi okunacak mektup var, onu Alya yazdı, komikti, babasıyla ilişkisini anlatıyor, tek tek, birlikte neler yapmayı sevdiğini sıralıyor, 8 yaşında bir çocuk yazınca da, tatlı ve saf oluyor.
Diğer iki mektup, albümün arkasında, on yıl sonra açılacak, onu da büyük kızı Yaso ve ben yazdık.
10 yıl sonra neler olacağını kestirmeye çalışmak heyecan verici...
*
Hediyeler bizimle birlikte otelde...
Karanlık çökmeye başladığında, “Hadi” diyorum.
O, baş başa akşam yemeği yiyeceğimizi zannediyor, taksiye atıyorum sevgilimi, doğru Asmalı’daki Ece, 13 kişiyi bir araya getirmeyi becermişim, küçük bir şaşkınlık geçiriyor insanları görünce, Ece de yemekleri ve ambiyansıyla uçuruyor bizi, aynı gün doğum günü olan Nezihe de...
Sonra doğru Baylo, tepinerek dans ediyoruz...
O kadar sarhoştuk ki, otelin yolunu nasıl bulduğumuzu bilmiyorum.
Ertesi gün, bütün aile otele geliyor.
Şahane bir manzarada, uzuuun bir masada, öğle yemeğe yiyoruz.
Büyük kızı Yaso, en yaratıcı hediyeyle çıkageliyor. Babasının bin yıl önceki iş çantası, artık açılmıyor bile, şifreyi bilen yok, tornavidayla açman gerekiyor, aaa içinden sevgilimin karnelerine kadar bir sürü eski evrak, kimlikler, saçlı hali, mektuplar çıkıyor... Her şeyi bulup koymuş...
Sevgilimin şahane pastaları da geliyor, kuzenim Kutas Pasta’nın üzerine tanımam.
Bu doğum gününde ben de bir şey öğreniyorum: Bazen de, insanın özel bir şey yapacağım diye göbeğini çatlamaması, kendini hayatın akışına bırakması gerekiyor...
Amaaaa...
Yine de, benim elimde değil...
Önümüzdeki günler için hain planlarım var.
İyi ki doğdun güzel sevgilim!
Sen yine de benden kork!
Paylaş