Hasan Cemal, genellikle siyasi ve ağır konuları köşesinde çözümlemekle ünlenmiş bir yazar olduğu için midir, nedir, birçok kişi ona takmış vaziyette.
Floransa'dan yazdığı yazı da kafaları karıştırmadı değil. Beni heyecanlandıran sahik de aynı. Hürriyet'in barında sıkıştırdım onu. Ve Hasan Cemal'le yapılabileceğim en gayri ciddi röportajı yaptım...
Siz, teybin kırmızı gözü yandığında, ağır ve manalı cümlelerle, Hasan Cemal imajını bozmadan, görüşmenin kontrolünü elinde tutmaya çalışanlardan mısınız?
- Soru sormaya başlar başlamaz kravatımı düzelttim bile!
Niye bırakmıyorsunuz kendinizi? Bıraksanız ne olur ki?
- Siyaset konuşsak işim kolay. Ama sen olmadık yerden bir soru çakarsın şimdi...
Perşembe günü evlilik yıldönümünüzü kutlayacaksınız. Demek ki hálá kutlayacak bir şeyler var...
- Biz, beş yıldır evliyiz...
Ne yani! 15 yıl olunca kutlayacak bir şey bulamayacak mısınız?
- Bilmiyorum ki. Evlilik, kolay bir iş değil. Her gece aynı yatağa girip uyuyacaksın. Ama bizim Ayşe'yle evliliğimiz çok boyutlu...
Özel hayat sorularına cevap vermek sizi neden tedirgin ediyor?
- Adı üstünde özel ve mahrem olduğu için! O mahremiyeti bazı açılardan korumak gerekir ki, o ilişkinin büyüsü bozulmasın...
Hasan Cemal'in ilişki ve aşk üzerine yazıları, 50'sinden sonra dede olmuş Ertuğrul Özkök'ünkinden ya da Mehmet Yılmaz'ınkinden daha mı sıkıcı olur?
- Yooo. Bu tür yazmaya başlarsam ben daha devrimci yazabilirim. Çünkü hakikaten 50'sinden sonra ben baba oldum, Ertuğrul dede! Mehmet Yılmaz'ın durumu ise farklı. Frenlediğimden değil ama tarz değişikliğini sevmiyorum. Pazarda bir müşteri kitlem var. Onlar, benim uzmanlaştığım alanın siyaset olduğunu biliyorlar. Şimdi ben karşılarına aşk- meşk yazılarıyla çıkarsam, doğru olur mu?
Kimbilir belki de hala biriktiriyorsunuz. Ve günün birinde küt diye bu alanda da yazmaya başlayacaksınız...
- Belki de orta yaş kriziyle ilgili bir şey...
Nasıl yani? Aşk yazıları yazan erkekler orta yaş krizindekiler mi?
- Bilemiyorum. Orta yaş krizi öyle bir gelebilir ki, insan böyle şeyler yapmaya başlayabilir işte. Tabii orta yaş krizi nedir, ben henüz hissetmedim. 50'sinden sonra baba olunca hayata farklı bakıyorsunuz. Onlar yazıyor, ben yaşıyorum...
Sürekli siyaset yazdığınızda kendinizi sıkışmış gibi hissediyor musunuz?
- Hem de nasıl!
O yüzden mi geçen pazar Floransa'dan yazdığınız yazı farklıydı?
- Sen de o yazıyı çok ciddiye alıyorsun! Haftada altı gün yazı yazmak zorunda olan birinden söz ediyoruz...
Ben bir yazıyı şişirebilirim de, Hasan Cemal asla yapmaz gibi geliyor bana!
- Şişirmek bazen ilginç ve renkli olabilir. Üstelik saçmalama hakkını da kullanırsın...
Hasan Cemal de saçmalar mı?
- Aksi mümkün mü? Haftada altı yazı yazıp hiç saçmalamayacaksın, olur mu?
Peki siz kendinizi neden yayın yönetmeniniz Mehmet Yılmaz gibi özgür hissedemiyorsunuz?
- Hissediyorum. Ama bazı konularda susma hakkını kullanmak da özgürlüğün bir parçasıdır. Mesleki bir sorumluluğum var. Siyaset, küçümsenecek bir konu değil.
O hale mi geldi?
- Biraz. Oysa her ülkenin kaderini siyaset belirliyor.
İyi de o zaman geçen günkü Floransa yazısının manası neydi?
- Ben soru sorarak yazmayı severim. ‘‘Neden böyle bir yazı?’’ deyince, dedim ki ‘‘Bu aralar, herkes bizim Umum Neşriyat Müdürü'nün son kitabını yazdı, biz hiç değinmedik’’. ‘‘Yoksa onu mu kıskandın?’’ oldum. ‘‘Ertuğrul Özkök'ün pazar yazıları var, ona ufak bir dokundurma yapayım’’ dedim, ben ona sicil amiri derim, Medya Grup Başkan Vekili olduğu için, ‘‘Ona mı özenmek acaba?’’ dedim. Yoksa Serdar Turgut mu? Ya da Selahattin Duman. Bunlar her konuda yazan insanlar. Ve özgürce yazabiliyorlar. Laf geldi geldi, ‘‘Yoksa bunun altında reyting davası mı var?’’a döndü. ‘‘Kompleksim mi var benim? Siyaset yazıları artık okunmuyor mu?’’ Bir tık raporu çıkmış ya, insanlar İnternet'e giriyorlar, yazılarınızı tıklayıp okuyorlar, öğleye doğru da Umum Neşriyat Müdürü'nün önüne kimin ne kadar tıklandığı konuyor. ‘‘Bu reyting davası galiba’’ dedim. ‘‘Bari bir de futbol katayım şu yazının içine.’’ Böylelikle yazılar kadın ve futbolla okunuyor'u anlattım belki de.
Özgürlükte ileri gidenleri kınıyor musunuz? Mesleğin cılkını çıkardılar diye...
- Ben bu konuda hoşgörülüyüm: Saçmalama özgürlüğünü ve hakkını bu meslek, insanlara tanımak zorunda. Çünkü saçmaladığın vakit insanları düşündürürsün de.
Eşiniz Ayşe Sözeri vazgeçilmez bir okurunuz mu? Yoksa bir aşk yazısına sizi satar mı?
- Ayşe, benim en eleştirel okurum. İnsafsızca eleştirir. Ama aynı zamanda, yazarlık hayatımda vicdanımın çok önemli bir parçası. Bir de eleştirilerinin yerini ve zamanını iyi tayin edebilse ...
Neden? Sizi çok mu demoralize ediyor?
- Olmadık bir anda ‘‘Ya bugünkü yazında da hiçbir şey yok!’’ diyebiliyor. Başkası olsa ters bir cevap verebilirim, yapamıyorum. Yazı yüzünden kavga ettiğimiz oluyor...
Sizi tanıyan köşeyazarları sizinle ilgili çok rahat yazabiliyorlar. Benim tahmin ettiğim kadar komplekssiz misiniz?
- Serdar Turgut, Selahattin Duman, Murat Bardakçı bunlar benim dostlarım. Bir hukukumuz var. Ne dediklerini ben anlıyorum. Ama çevre öyle algılamıyor. Yıllar içinde alıştım: Sen ‘‘Kırmızı’’ diyorsun, biri mutlaka çıkıyor, ‘‘Hayır, siyahtır’’ diyor. Senin fikrini beğenmeyenler hakaret edip çok ağır yazılar da yazıyorlar. İki farklı tavır alabilirsin. Ya sen de onların üstüne çullanacaksın ya da sinirlenmemeye çalışacaksın. Ben ruh sağlığımı düşündüğüm için, düğmeye basıyorum, ‘‘Sinirlenmeyeceksin Hasan’’ diyorum. Yürüyüp gidiyorum. Bu tavrımı, dostlarım beni tiye alan yazılar yazdığı zaman da gösterebiliyorum...
Yazı alanında bu kadar kontrollü biri olmanıza rağmen ileri yaşta baba olma cesaretini gösterdiniz. Bu hayata bakışta bir çelişki oluşturmuyor mu?
- Ne çelişkisi? Tam tersine devrimci bir tutum!
İyi de devrimci ruhunuzun bu alanda hayat bulmuş olması şaşırtıcı değil mi?
- Kimbilir, devrimciliği başka alanlardan çekince belki de bu alana kaymıştır!
SERDAR’A KIYAMADIM
Serdar'in yazdıkları dışarıdan farklı algılanabiliyor. ‘‘Yine sana sataşmış bu adam!’’ diyorlar. Ablam, Hürriyet okurudur mesela, beni arar, ‘‘Niye uğraşıyor bu adam seninle?’’ diye sorar. Ben de derim ki, ‘‘Abla, o benim arkadaşım.’’ İnanmaz, ‘‘Yok, yok sataşmış!’’ der. Bunların önemi yok, hem hukukum var, hem de zeka çıtası yüksek olduğu için Serdar'ı keyifle okuyorum. Bir kere de onunla ilgili yazı yazmaya niyetlendim. ‘‘Öteki Türkiye’’yi keşfettiği vakit. Çünkü ‘‘Öteki Türkiye’’ çoook uzun yıllardan beri vardı. Birden aklıma Peter Sellers'ın The Gardener (Bahçıvan) filmi geldi. Uzun yıllar evde, dört duvar arasında, sonra da bahçesinin dört duvarı arasında yaşayan bir adamı anlatır. Çeyrek yüzyıl sonra ilk defa dışarı çıkar ve herşeye şaşırır! Aklıma Serdar Turgut ve Gardener benzetmesi yapmak geldi ama kıyamadım...
HASAN CEMAL POZUNU BÜLENT ERKMEN YARATTI
Fotoğrafınız basın dünyasında bir çığır açtı...
- Evet. 86'da Cumhuriyet'in yayın yönetmeniydim. Gazetenin bütün mizanpajını, tasarımını Türkiye'nin 32. Büst Kitabı'yla tanıdığı Bülent Erkmen yapmıştı. ‘‘Gel senin de fotoğraflarını çektirelim’’ dedi. Beni Tülin Altılar'a götürdü. Bülent Erkmen de dört tane fotoğraf seçti, ‘‘Bunların dışında dışarıya fotoğraf vermeyeceksin’’ dedi.
Ve o fotoğraf, gazete logosu oldu öyle mi?
- Cumhuriyet'te değil, Sabah'ta. O tarihe kadar Hasan Cemal Pozu diye bir şey yoktu yani. Sabah'ta yazmaya başlarken Selahattin Duman ve Zafer Mutlu fotoğraf seçiyorlardı. Selahattin tutturdu, ‘‘Bu olsun diye’’.
Türkiye'nin ‘‘Hasan Cemal Pozu’’na tepkisi ne oldu?
- Vallaha, önceleri rahmetli Uğur Mumcu benimle dalga geçiyordu: Hasan Cemal gömlek reklamı yapıyor diye. Sonra bir de baktım, köşeyazarları, kollarını kavuşturmuş benim gibi fotoğraf çektiriyorlar...