Oğulcan gibi hastaların uyutulması gerekiyor

“TİJEN ve Oğulcan”ın hikâyesini birkaç senedir senin köşenden takip ediyorum.

Haberin Devamı

Oğulcan gibi hastaların uyutulması gerekiyor
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu
Özellikle Yarım Kalan Hayatlar için Tijen’le görüştüğünden beri, bir düşünce dolaşıyor beynimin içinde.

Korkunç bir düşünce belki.

İnsanlık dışı belki.

Telaffuz etmek bile son derece rahatsız edici belki.

Böyle bir şeyi ancak sana yazabilirim, yazıyorum:

Ayşecim, Oğulcan niye yaşıyor, niçin yaşatılıyor?

Yaşamasının kendisi ya da başkasının hayatında en ufak bir olumlu etkisi var mı? İyileşme ihtimali var mı peki? Hepsinin cevabı “Hayır” değil mi? Bu durumda bana Oğulcan konumundaki hastaların, uyutulması daha mantıklı geliyor.

Bunu söylerken, hariçten gazel okumuyorum.

Benim annem de ALS hastası. 10 senedir giderek kötüleşen bir tabloyla yaşıyoruz. Bundan sonraki seneler, daha da kötü olacak. Aklı tamamen yerinde ama konuşamıyor, elini kolunu istediği gibi kullanamıyor, yürüyemiyor, tamamen başkasının bakımına muhtaç. Yutma güçlüğü nedeniyle yakında yemek de yiyememeye başlayacak, mideden besleyeceğiz. Yemek yemek de bir zevk değil midir? İnsan bundan da manevi bir haz almaz mı? Benim annem bu şekilde kaç yıl yaşayacak? Bu, yaşamak mıdır Ayşe?

Peki ya tıbbın iyileştiremediği insanı, hayatta tutması etik midir, adil midir? Tıp, annemi hayatta tutarak, ona ve bize iyilik mi etmektedir gerçekten? “Ölü bir bedenle hayatta kalmak yaşamak demek değildir” demişti ötanazi isteyen Tuğrul Cankurt, ona katılıyorum.

Orhan Barlas Hoca belki bir umut olur
Kader gibi. Birbirimizin kaderiyiz sanki. Tijen’in ilk haberini yaptığımda 20’li yaşlardaydım, 20 yıl geçti, hâlâ yapıyorum. Hâlâ onun hayatını kolaylaştırmaya çalışıyorum. Biraz yol aldık. Ama sonuç aldık mı? Ih ıh. Oğulcan büyüdü, sorunlar da büyüdü. Tijen’in acıları da. Galiba hayatım boyunca, onun kadar acı çeken bir insan görmedim. Pek çok hastaneye, pek çok doktora gittik, sonuç sıfır. Şimdi Profesör Doktor Orhan Barlas Hoca’dan medet umuyoruz. Hoca sağolsun ilgilendi, Oğulcan’ı görmek istiyor. Tabii onu evden çıkarıp götürmek, yine dünyanın en zor işi. Bakalım nasıl olacak. Gelişmelerden sizi haberdar edeceğim...



Annem bundan elli, yüz sene önce yaşıyor olsaydı, belki de çoktan Hakk’ın rahmetine kavuşacak ve bir insanın düşebileceği en diplere düşerek yaşadığı bu ıstırabı hiç çekmemiş olacaktı. Ve bizler de en sevdiğimizin gözümüzün önünde çektiği ıstırabı izlemek zorunda kalmayacaktık.

Bir hanedeki hastalık sadece sahibini vurmuyor Ayşe, o evin, o ailenin tüm fertleri bu acıyı yaşıyor. Tıbbın temel amacı, insanın hayat kalitesini yükseltmekti bir zamanlar, ama bugün her şeye rağmen kişiyi hayatta tutmak haline geldi. “Her an bir tedavi bulunabilir, şimdi iyileştiremiyor oluşumuz hiç iyileştiremeyeceğimiz anlamına gelmez” diyenler olacaktır.

Bu söylediklerine ne kadar inanıyorlar acaba? Dünyada bugüne kadar sinir hasarından kaynaklanan hangi hastalıkta ne kadarlık bir iyileştirme sağlanabilmiş? Peki daha kaç sene geçmesini öngörüyorlar gerçek bir tedavi sunabilmek için? Tıp, anneme ve Oğulcan’a yeni birer beyin, yeni birer sinir sistemi veremediği sürece, onları hayatta tutmakta ısrar etmemelidir bence.
(Feray K.)

Haberin Devamı

Kişi ölüme yatabilmeli ama kendi seçimiyse

Haberin Devamı

Feray K., öncelikle samimiyetiniz için teşekkürler. Cesaretiniz için de. İnsanların kolay kolay dile getiremeyeceği bir şeyi yazmışsınız. Ben ötanaziyi savunan biriyim. Tam da sizin dediğiniz gibi insanlığın dibine vurmuşsam; varlığım, çevremdeki herkesi için bir yükse, bir azapsa, kendi seçimimle buna son verebilme hakkım olmalı. Eğer annenizin, böyle bir talebi varsa, evet ölüme yatabilmeli. Ama onun ya da bir başkasının adına bizim karar vermemiz ne kadar doğru olur bilmiyorum. Ben ne sizin ne de Tijen’in yerindeyim. O yüzen fikir yürütmek, ahkam kesmek gibi geliyor. Mail’inizi Tijen’e attım, aşağıda onun görüşlerini de okuyacaksınız. Kolaylıklar diliyorum. Kolay da olmadığını biliyorum.

Haberin Devamı

Ben onun yerine karar veremem

Oğulcan gibi hastaların uyutulması gerekiyor

Tijen anlatıyor

Feray K.’nın söyledikleri doğru. Yüzden 100. Yerden göğe haklı. Ama ben Oğulcan’a böyle bir şey yapamam, kıyamam, ölmesine izin veremem. Ha bazen kurtulmak istediğim olmuyor mu? Oluyor, çektiğim azap beni perişan ediyor. Yine de yapamam. Çünkü bu, Allah’ın işine karışmak gibi geliyor. Saçma bulabilirsiniz ama benim inancıma göre “ömür” denen şeyi Allah biçiyor, ben sonlandıramam. Benim görevim, bu dünyada halledilebilecek şeylerin peşinde koşmak, oğlum için elimden geleni yapmak. Ama şu var, aklı yerinde olsaydı ve bu, Oğulcan’ın talebi olsaydı, “Ben ötanazi istiyorum” deseydi, desteklerdim. O zaman, onun seçimi olurdu, şimdi benim seçimim olur, yapamam, hayatını sonlandıramam.

Benim derdim ise, yaşadığımız bu ülkede, benim durumumda olan insanlara “pasif ötanazi” yapılıyor olması. Ben ölüyorum, yavaş yavaş. Bazen de ölmek, resmen bu azaptan kurtulmak istiyorum. Derdimi anlatmak için televizyon programına çıktım, evde olmadığım için sinirlendi Oğulcan. Eve geldiğimde bana saldırdı, daha ne kadar dayanabileceğim bilmiyorum, uykusuzum, yorgunum, bitabım, yaralıyım. İnsan bu kadar nasıl sağlıktan uzak ve yalnız bırakılır hiç anlamıyorum...

Haberin Devamı

Kızımı soyup koli bantlarıyla banyoda bağlamış

KANYON’daki ziyaretçilerimden biri...
Bir askerî hekimdi.
Oturdu karşıma ve kızını anlatmaya başladı.
Kimliğini gizleme gibi bir derdi yok, ama kızını düşündüğüm için ve dava devam ettiği için ben adını vermeyi uygun bulmuyorum.
Müjde 12 yaşında, her zamanki gibi evden okula, yürüyerek geliyor. Saat 3 sularında. Annesi de babası da çalışıyor, birkaç saat sonra onlar da evde olacak.
Ama o gün diğer günlerden farklı bir gün, peşine biri takılıyor, Müjde farkında bile değil. 30 yaşlarındaki adam, yaşadıkları apartmana kadar onu takip ediyor. Müjde, apartmandan içeri giriyor, adam da peşinden. Müjde 4’üncü kata çıkıyor, adam da peşinden. Müjde yaşadıkları dairenin önüne geldiğinde çantasından anahtarlarını çıkarıyor, kapıyı açarken, adamın hâlâ arkasında olduğunu görüyor.
Adam, “Veli bilmem    kim bu katta mı oturuyor?” diyor.
En saf haliyle, “Hayır bu katta biz oturuyoruz ve komşumuz Handan Hanımlar” diyor.
“Ha öyle mi?” diyor adam.
Müjde o anda kapıyı açmış durumda.
Adam, şimdi evde birileri var mı yok mu onu anlamaya çalışıyor.
Tam içeri girecekken, “Kâğıt-kaleminiz var mı?” diyor, Müjde çantasından kalem çıkarıyor, kâğıt bulamıyor, bir telaş içeri giriyor, mutfağı karıştırıyor kâğıt bulmak için.
Adam hâlâ durumdan emin değil, evde biri var mı yok mu, Müjde onun için ideal kurban olabilir mi, olamaz mı?
Kafasını içeri uzatıyor, Müjde o sırada elinde kâğıtla geliyor ve adam son numarasını patlatıyor, “Küçük hanım, bir bardak su alabilir miyim?”
“Tabii” diyor Müjde, mutfaktan suyu getirirken, artık adam, açık adıyla sapık, kızın evde yapayalnız olduğuna kanaat getiriyor, eve giriyor ve kapıyı arkasından kapatıyor.
Bundan sonrasını baba, gözleri yaşlı anlatıyor:
“12 yaşındaki kızımı soymuş, tecavüz etmemiş ama tacizde bulunmuş. Kızım hiçbir zaman detayları anlatmak istemedi. Banyoda koli bandıyla onu bir sandalyeye bağlamış. Yanına da bir bıçak koymuş. Ağzını bantlamamış, sadece ‘Sakın bağırma ve saçma bir şey yapma, seni öldürürüm’ demiş. Sonra eklemiş: ‘Söyle bakalım evde para var mı?”
Tesadüf bu ya, maaile yurtdışına tatile gideceklermiş, evi iyice karıştıran adam, pasaportları ve zarf içindeki dolarları buluyor, alıyor ve kaçıyor.
Babanın yorumu şöyle, herhalde benim üniformamı gördü, o yüzden kızıma daha fazla zarar vermeden çekti gitti.

*

Haberin Devamı

Sonrasını merak ediyorsanız, ben size anlatayım...
Müjde, 3 yıldır psikolojik tedavi görüyor.
Asla bu konu hakkında konuşmak istemiyor.
Yaşadıklarının ona nasıl bir zarar verdiği, o gün, o evde olanların hayatını nasıl etkilediğini ve etkileyeceğini kimse bilmiyor.
Sapık onlarca çocuğu da aynı şekilde taciz ettikten sonra yakalanıyor. Dava hâlâ sürüyor. Acılı baba, “Mahkeme süreci de felaketti” diye anlatıyor, “Mağdur muyuz, suçlu muyuz anlayamadık. Defalarca Adli Tıp’a çağrıldık. Ben kızımın tekrar tekrar muayene edilmesini, ruh sağlığı açısından uygun bulmadım. Bu tür olaylar hep vardı, olacak. Ama anneleri, babaları ve çocukları uyarmak gerekiyor. Hep tetikte olmak gerekiyor...”
Ben bu hikâyeden bir sürü şey öğrendim.
En çok da daha dikkatli olmamız gerektiğini.
Kalem kâğıt, su istemek bana da ders oldu.
Çünkü ben de kazık kadar kadın olmama rağmen aynen Müjde gibi iyi niyetliyim, ben de olsam o suyu verirdim.
Bu tür örnekler giderek artıyor, ben de sizi uyarmak istedim...

Yazarın Tüm Yazıları