Paylaş
mdtİstanbul’a...
İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin Beyhan Murphy yönetimindeki modern dans topluluğuna...
Müthiş dansçılardan oluşuyor.
Evleri, Fulya Sanat Merkezi.
Haftanın 4 günü, günde 8-10 saat inanılmaz bir azim ve disiplinle çalışıyorlar.
Fakat ne yazık ki, sadece bilen biliyor.
Dansı seven az sayıda meraklı dışında tık yok.
Fulya Sanat Merkezi de Fulya da Acıbadem Hastanesi’nin arkasında, ama yeteri kadar tanıtımı yapılmadığı için fazla bilinen bir yer değil.
AKM kapandı böyle oldu; sanat, evsiz kaldı İstanbul’da.
SÜREYYA OPERASI’NDAKİ
FAUST KAÇMAZ!
Ben de mdİstanbul’un ‘Şehir-Orman’ isimli temsiline tesadüfen gittim kızımla, Alya dans manyağı olduğu için...
Hâlâ onları “hayran bir sapık” olarak takip ediyor.
Kızım sayesinde dansçıları daha yakından tanıma fırsatı buldum. Ve nasıl çalıştıklarını, ne kadar muazzam bir şey gerçekleştirdiklerini gördüm.
Instagram’da gönüllü borazanları oldum.
Çünkü fark ettim ki, bizler gazetelerde de yazmıyoruz. Günümüzün Türkiye’sinde o kadar fena şeyler oluyor ki, kültür-sanat haberleri iyice cüceleşti...
Bu dans topluluğunun başında da modern dansı Türkiye’ye getiren Beyhan Murphy var.
O, hayatını dansa vakfetmiş bir kadın.
Ben onun koreografisini yaptığı temsillerde “Vayy be!” oluyorum, “Şu an sanki Londra’da bir şey izliyorum”...
Gerçekten o kadar ileride, o kadar farklı...
Bütün o temsillerin full çekmesi gerekirken, insanların haberi yok.
O yüzden de ben Instagram’dan sürekli temsilleri yazıyorum, “Gidin izleyin!” diyorum.
Bu cumartesi de Faust başlıyor.
Kadıköy’de Süreyya Operası’nda, bakın o da kaçmaz.
Recep Ayyılmaz’ın sahneye koyduğu Faust operasının danslarının koreografı da Beyhan Murphy.
TUTKUSUNUN PEŞİNDEN LONDRA’YA
Beyhan ilginç bir kadın.
Küçük bir kızken, Ankara TED’de baleyle tanışıyor.
Ama o sadece parmak ucunda yükselmenin, beyaz tütülerin, pembe tüllerin ve masalsı imajların kızı değil, aynı zamanda erkeklerle futbol oynuyor, 13-14 yaşında Sait Sökmen’le tanışınca anlıyor ki, kalbinde yatan şey “modern dans”.
İşte bu tutkunun peşinden İngiltere’ye gidiyor.
Çünkü bu alanda Türkiye’de eğitim alabileceği bir okul yok.
İngiltere’deki modern dans okulunun sınavına giderken annesine-babasına diyorlar ki, “Merak etmeyin, nasıl olsa kazanamaz! Çok zor girmesi. Karışmayın girsin, kendi kazanamamış olur, siz engellememiş olursunuz!”
O kadar eminler yani kazanamayacağından...
Beyhan Murphy sınava giriyor, “Bize hangi parçayı hazırladın?” diyorlar...
O da en emin haliyle jüriye, “Parça filan hazırlamadım, siz hangi parçayı isterseniz onunla dans ederim!” diyor.
O kadar iyi ki, kazanıyor.
İşte bu kadın 20 yıla yakın Londra’da yaşıyor, dansçı olarak çalışıyor, ünlü müzikallerde oynuyor, kendi topluluğunu kuruyor, koreograf ve rejisör oluyor...
Sonra da Türkiye’ye dönüyor.
Önce Ankara, sonra İstanbul.
Modern dansı Türkiye’de tanıtan ve kabul ettiren kadın o. Gerçi savaşı bitmiş değil, hâlâ mücadele veriyor.
Ama bir sürü şeyle mücadele veriyor.
SANAT HEP ÜVEY EVLAT BU ÜLKEDE
Ben Beyhan Murphy’le röportaj yaptım.
Şimdi sorun bana, “Nerede?” diye...
Röportajı koyacak yerim yok.
Köşe bitti, yer bitti...
Sizden ricam, hurriyet.com.tr’ye girip Beyhan Murph’yle yaptığım röportajı okumanız.
Çünkü bu boğuştukları engeller akıl alır gibi değil.
Seçiliyorlar mesela, Türkiye’yi temsil etmek için yurtdışında gidecekler ama uçak bileti verecek bir kurum yok.
Opera “Para yok!” diyor, devlet “Para yok!” diyor.
Bir yerlerden bulup buluşturuyorlar, THY’ye para ödeyip çatır çatır bilet almak zorunda kalıyorlar.
Okuyunca anlayacaksınız ki, sanat bir şekilde hep üvey evlat bu ülkede.
Bir sanatçının bir futbolcu kadar değeri yok...
Yanlış anlaşılmasın, futbolcular da değerli...
Ama sanatçılar da öyle...
Mutlaka cumartesi başlayan Faust’u izleyin.
23 Şubat’ta Fulya’da Şehir-Orman var, haberiniz olsun, biz yine orada olacağız...
Dans tutkun ne zaman başladı?
- 8 yaşında. Annemin bir arkadaşı vardı Mine Hanım. Heykeltıraş Mine Sunar. Bir Kuğu Gölü albümü hediye getirdi bana. Onu dinleyip, “Bu ne şahane bir müzik!” dediğimi hatırlıyorum. Sonra Ankara TED’de bale kursuna yazıldım. Ama parmak ucunda yükselmek, o uçma duygusu, tütüler, pembe tüller, masalımsı imajlar bir süre sonra kesmedi. Ben erkeklerle top oynamayı da seven bir kızdım. Dansın bende tutku haline dönüşmesi modern dansa kaymamla oldu. 13-14 yaşlarında Sait Sökmen’le tanıştım. Sait abi sayesinde, “Ben bu iş meslek olarak yapmak istiyorum!” dedim. Yurtdışına gitmeye de o zaman karar verdim. Çünkü Türkiye’de modern dans eğitimi alabileceğim bir yer yoktu...
Ailenin tepkisi ne oldu?
- O kadar direttim ki, çaresiz kaldılar. Millet de akıl vermiş, “İngiltere’ye istediği okulun sınavlarına götürün, zaten mümkün değil kazanamaz. Ama siz, anne-baba olarak engellememiş olursunuz!” O yıllarda Türkiye’de birinin Londra’da bir dans okuluna girmesi zordu. Ama o kadar istekliydim ki, girdim. Bir şeyi gerçekten istiyorsanız olmaması imkânsız...
Bu ülkeden gitmeseydin böyle bir dans kariyerin olabilir miydi?
- Zannetmiyorum.
Kaç yıl kaldın?
- Toplam 17 sene. Orada profesyonel olarak dansçılık yaptım. Sendika üyesi falandım, o arada, bir İngiliz müzisyenle evlendim. Dolayısıyla “sanat ve zanaat”ın beni şekillendirdiği senelerimin hepsi Londra’da geçti. Orada öğrendim her şeyi...
Girdiğin modern dans okulunun jürisi sana sınavda, “Bize hangi parçayı hazırladın” diyor, sen de “Hazırlamadım. İstediğiniz parçayı çalın, ben dans ederim!” diyorsun. Böyle bir özgüven...
- Böyle bir aşk diyelim! Ben mezun olduktan sonra müzikallerde de yer aldım. Mesela Yul Brynner’in “Kral ve Ben”inde. Pat diye dediler ki, “Şarkı söyleyebiliyor musun?” Hiç söylememiştim oysa. “Tabii ki söylerim!” dedim. Bir şeyi çok istiyorsan “Yapamam!” demeyeceksin, elinden geldiği kadar yapacaksın. Dans söz konusu olunca benim için akan sular duruyordu. Hiç korkmadım, öyle bir tarafım var...
Sonra peki?
- Başka müzikallerde de yer aldım. Sonra ilk koreografi teklifimi aldım. Sonra kendi grubumu kurdum. Sonra Royal Shakespeare Company’de koreograf olarak çalıştım. Rejisörlüğe doğru giden yolda, oradaki yönetmen ve aktörlerle geçirdiğim zamanlar bana çok şey kazandırdı. İngiliz tiyatro kültürü tenime girdi. Dünyanın en eski tiyatro kültürüdür...
Her iyi dansçı senin kadar iyi koreograf ve rejisör olur mu?
- Bu işlerin kuralı yok. Hepsi tutkunla, yeteneğinle, direncinle, iradenle ve şansınla ilgili. Hepsinin bir bileşimi. Sadece yetenekli olman yetmiyor mesela. İmkân değerlendirme meselesi de var. Bazı yetenekli insanlar imkânları değerlendiremiyor. Ya da bazı yetenekli insanların önüne imkân çıkmıyor. Taştan su çıkarmak lazım, hele bizimki gibi bir ülkede...
Neden döndün?
- Çocuklarım Türkiye’de yetişsin istedim. Bir de ülkeme hizmet edeyim hissi vardı bende. İngiliz kocam da karşı çıkmadı, döndük. “6 ay dayanamazsınız!” dediler, 20 yıldır buradayız.
Hep böyle pozitif bir insan mısın?
- Evet. Hep “Yaparız, ederiz. Niye olmasın? Biz beceririz!” derim. Mizaç herhalde.
Sence opera, bale, dans, modern dans bu ülkede hak ettiği ilgiyi, değeri görüyor mu?
- Dalga mı geçiyorsun, tabii ki hayır! AKM kapandığından beri seyirci sayısı feci düştü. 8 senedir, ilgi yerlerde sürünüyor. Bir de kimse alınmasın ama yazılı basın da artık destek vermiyor. Gazetelerde kültür-sanat sayfası neredeyse kalmadı. Bir sanatçının asla bir futbolcu kadar değeri yok bu ülkede. Tamam futbolcular da değerli ama yazık değil mi sanatçılara? Hayatını buna vakfediyor ve sadece belli bir süre yapabiliyor, para desen, zaten bu işlerde kazanılmıyor, e izleyici ve alkış da yok. N’apsın o sanatçı?
YÖNETMELİKLER ÇAĞDIŞI VE ADALETSİZ
Bizde yönetmelikler çok eski. Birtakım manasız kurallar var. Mesela modern dans kadrosuna girmek isteyenler, önce klasik baleye girer gibi bir sınava giriyorlar ve bale eğitimi alıyorlar. Bu, zorunlu. Ama klasik baleciden bu istenmiyor. “Tamam, işe başvurdun ama bakalım modern de yapabiliyor musun?” diye soran yok. Ama bizim moderncimize, “Bir dakika, sen klasik bale yapabiliyor musun!” diye soruyor bu sistem. Mesela bu, çağdışı ve adaletsiz. Bunun değişmesi lazım.
BAZI GÜNLER GÜNDE 10 SAAT ÇALIŞIYORUZ
mdtİSTANBUL ne zaman kuruldu?
- 5 yıl önce.
Fulya Sanat Merkezi de sizin eviniz?...
- Evet. Devlet Opera ve Balesi’nin Beşiktaş Belediyesi’yle bir anlaşması var. Burayı haftanın 4 günü biz kullanabiliyoruz. Diğer günlerde de Üsküdar Paşalimanı’nda klasik balenin evi olan Tekel binasına gidiyoruz. Biraz göçebe yaşıyoruz ama artık alıştık. Ama ne yazık ki Fulya Sanat çok bilinmiyor. Beşiktaş Belediyesi’nin de buraya yeteri kadar önem verdiğini ve tanıttığını düşünmüyorum. Girişi ön taraftaydı, uzun bir süredir arkada. Çözemediler bu işi. Buraya dolmuş yok, otobüs yok. Bir el atılması gerekiyor. Keşke daha çok önem verseler ve daha çok tanıtımını yapsalar...
Peki seni genel olarak geldiğiniz nokta tatmin ediyor mu?
- Valla, güzel bir yere geldik diye düşünüyorum. Artık çoğunlukla modernden mezun olmuş arkadaşlarla çalışıyoruz. Dolayısıyla sanatsal olarak, biraz daha rafine bir modern dans tekniği üzerine kurulu bir grup olarak var oluyoruz. Zaten bazı yurtdışı tanıtımlarına hemen bizi yolluyorlar. Çünkü konularımız evrensel ama aynı anda Türk temalarını işleyebiliyoruz.
Sizin camiada ayak oyunları hiç olmaz mı?
- Ay hem nasıl olur! Ama bütün dünyada kıskançlıkların, çekememezliklerin ve görmezden gelmelerin falan mevcut olduğu bir camiadır! Gerçi bir miktarı gerekli diye düşünüyorum, negatif duygular da bence insanı birtakım şeyleri başarmak için tetikliyor.
Seni kolay kabul ettiler mi?
- Ben kariyerimin ilk 12 yılında Ankara’daydım, orası kurum olarak daha kolay kabul etti, İstanbul’da biraz daha zor oldu. İlginç bir şekilde Ankara’daki kafalar, İstanbul’dan biraz daha açıktır sanatta. Belki de Ankara’nın seyircisi daha çok üniversite o yüzden. Ankara’da hiçbir dirençle karşılaşmadım, İstanbul’da ise karşılaştım. Ama işte her şeyi aşıyoruz, yılmıyoruz.
Sizinle sürekli çalışan kaç dansçınız var?
- 15.
Günde kaç saat çalışıyorsunuz?
- Ortalama 8 saat. Bazı günler 10 saat. Manyak bir disiplin ve özveriyle...
Sen onların nesisin? Bu aile içindeki statün nedir?
- Gereğinde başlarını koyup ağlayabilecekleri bir omuz, telefonun ucundaki izin almaları gereken merci, danışacakları, paylaşacakları bir ablaları ama aynı zamanda da yeterli mesafeyi koyan profesyonel direktörleriyim.
En çok neyi başardığın için kendinle gurur duyuyorsun?
- İnsan yetiştirmek. Türkiye’de sonradan koreograf olan, hoca olan, müdür olan, idarecilik yapan, organizasyon yapan, stage management yapan bir dansçı tayfa var. Bunların yüzde 80’i elimden geçti. Bu da benim büyük gurur kaynağım. Geriye bunu bırakabilmek şahane bir şey...
MİLLİ GÖREV İÇİN GİDİYORUZ UÇAK BİLETİ VERMİYORLAR
Bu kadar çaba, bu kadar emek... En çok neden şikâyetçisin? En çok neyin eksikliğini duyuyorsun?
- Bazı şeyleri yapabilmek için hâlâ yeteri kadar para yok, yeteri kadar ilgi ve özen de yok. Ben Türkiye’de en çok bundan yakınıyorum. Şu çocuklar günde 8 saat çalışmanın sonucunda hâlâ figüran sözleşmesindeler. Bu olacak şey mi? İnanılır gibi değil! Biz gerektiğinde yurtdışında Türkiye’yi temsil ediyoruz. Bu mesela çok adaletsiz. Düşünebiliyor musun, yurtdışına gideceksin, uçak bilet parası bulamıyorsun. Devlet diyor ki “Param yok!”, opera diyor ki, “Param yok!” Halbuki biz, milli görev için gidiyoruz, bedava bilet veriliyor olması lazım. Ama yok! Sonra da THY’den çatır çatır parasını ödeyip, satın alıyoruz. Yazık bize ya! Bu hantallığı maalesef daha atamadık üzerimizden. Bir sanatçıya, asla bir futbolcu verildiği kadar önem verilmiyor...
RECEP AYYILMAZ’IN FAUST’U BU CUMARTESİ BAŞLIYOR
Cumartesi yeni temsiliniz başlıyor...
- Evet, Faust. Yönetmen Recep Ayyılmaz’ın sahneye koyacağı opera, Faust. Biz onun içerisindeki dansları yapıyoruz. mdtİstanbul için bir ilk bu. Normalde opera koreografileri yapmıyorum ama Recep, işlerini çok takdir ettiğim biri. Bir de beni rahat bırakıyor. “Uç şekerim!” diyor. O beni rahat bıraktığı için ben de istediğim gibi uçuyorum. Sonra Bedirhan Dehmen’in “Ezel Bahar”ı var. Bedirhan, bizim genç kuşaktan çok desteklediğimiz sanatçılarımızdan biri. İki temsil Fulya Sanat’ta, iki temsil Süreyya’da, onlar da kaçmaz, mutlaka izlenmeli. Ondan sonra mayısta da 5. yılımızı kutlayacağımız bir doğum günü partisi yapacağız. Sahnemizi dışarıda çalışan bağımsız arkadaşlara da açacağız...
İYİ DANSÇILAR YURTDIŞINI TERCİH EDİYOR
İyi dansçılar bu ülkeyi terk mi ediyor?
- Evet, çünkü yurtdışında daha iyi şartlarda çalışıyorlar. Hem şartlar daha iyi hem de ilgi. Ve duyulan heyecan. Ben 92’de Ankara’da başladığım zaman Türkiye’nin siyasi ve sosyolojik iklimi daha farklıydı. 92 ve 2002 arasında, yaklaşık 70 küsur yabancı koreograf ve eğitmen getirdim Ankara’ya. Bu çok ciddi bir rakam. Kafaya koymuştum, azmettim. Büyükelçiliğe gittim para dilendim, British Council’e gittim, hiç utanmadım. Ve geldiler, yetişen dansçılarımıza da inanılmaz faydaları dokundu. Ama bu son 5 senede işler çok değişti, 10 kişi bile getirememişimdir. Artık kimse para mara da vermiyor. Bu anlamda yerimizde sayıyoruz...
Paylaş