Paylaş
300-400 kişilik bir salon.Lacivert giymiş beyefendiler, ben aralarında kulağımda kulaklıkla yürüyüp sahneye çıkıp, spotların altında profesyonel bir yöneticiyle röportaj yapmak üzereyim. Oysa ben, karşımda üç kişiden fazlasını görünce fena oluyorum.
Elim ayağım karışıyor.
Bire bir ilişkide iyiyim.
Diğeri için fazla utangaç ve mahcubum.O kadar insanın önünden, üzerinde dar siyah elbiseyle yürümek kolay mı zannediyorsunuz. “Giyme o zaman!” demeyin, kural bu, ince görünmek zorundasın. Karnını içine çekmek zorundasın, dik durmalısın. Akıllı olman yetmiyor, güzel de olacaksın. Popona bakıyorlar, bacağına bakıyorlar, yüzüne bakıyorlar, saçına bakıyorlar...
Çünkü sen sahnedesin, herkesin seni inceleme hakkı var.
Yani kendim için asla yapmam, işim olmaz. Ama Yarım Kalan Hayatlar için yapıyorum.
Bu sahne röportajlarından 20 bin lira geliyor, o da ihtiyacı olan birine gidiyor. Ve yağıyor talepler, bitmek bilmiyor.
Sonunda sahne canavarı olup çıkacağım sayelerinde...
Bu, 17.’siydi.
Swiss Otel Fuji Balo salonu...
Teknosa İş Ortakları Toplantısı. Önce Sabancı Holding Perakende Grup Başkanı Haluk Dinçer konuştu, sonra Genel Müdürü Mehmet Nane bir konuşma yaptı ve “Sorusu olan var mı?” dedi, işte o zaman insanların arasından yürüyüp “Benim var!” dedim. Sanki kendine çok güvenen bir kadınmışım gibi!
Sahnede de bar taburelerine tırmandık. “İnşallah kafamı kırmam” diye geçirdim içimden.
Ve başladım sormaya...
Bu arada Nane de benim gibi Tarsus Amerikan Lisesi mezunu, benden üç sınıf büyük. Okuldan abim yani...
- Tarsus Amerikan, benim için çok önemliydi. Bir sürü şey öğrendim. Siz, hayatınıza temel teşkil edecek neler öğrendiniz?
Benim mayam orada karıldı! Beni, ben yapan değerlerin hepsine Tarsus’ta ulaştım. İnsan olmayı, dost edinmeyi, dostlara değer vermeyi, hep orada öğrendim. Bir Antep sözü vardır, “Adam adama gerek” o sözün ne manaya geldiğini orada kavradım. Kendi başımıza kalmayı, bir şeyler paylaşmayı, paylaştıkça değer yaratmayı, bu değeri de insanlığa geri kazandırmayı öğrendik. Ekip ruhunu, takım olabilmeyi...
- Hala görüşür müsünüz oradaki arkadaşlarınızla?
Her Salı kebaba gideriz. 10 yaşından beri beraberim onlarla, turnuvalara beraber gittik, birlikte dayak yedik, evlendik şimdi de çoluk çocuk tatile gidiyoruz.
- Siz Tarsus’tan sonra Boğaziçi’nde Kamu Yönetimi okudunuz ve bankacılık yaptınız...
Evet, 9 sene bankacılık yaptım, sonra köklere dönüş oldu...
- Nasıl yani?
Perakendecilik, benim dede mesleğim. Mersin’de tuhafiye dükkanımız vardı. Dedem, 1906 yılında Mersin Ticaret Odası’na ilk kayıtlı esnaflardan biri. 4 oğlu vardı, biri de babam, hepsi dükkancıydı. Benim de hayatım o Naneler Tuhafiye’de geçti, okuldan çıkıp soluğu orada alırdım...
- Şimdi gözünüzü kapatın ve anlatın neler var o dükkanda?
Neler yok ki. Kırk metrekarelik bir dükkan, oyuncaktan baharata her şey. İbrişimden etamine, kırtasiye malzemesinden gıda boyasına. Bin bir türlü ürün satardık...
- Siz iyi “satıcı” mısınız?
Hiç fena sayılmam! Aile mesleği, çekirdekten yetiştim. 85’de İstanbul’a gelince, cumartesi günleri Tahtakale’ye koşardım...
- Ne işiniz vardı, dükkana mal mı bakıyordunuz?
Tabii. Güya Boğaziçi’nde okuyup bankacı olmaya çalışıyordum ama kanımda, ruhumda perakedencilik vardı. Bankacılık macerasından sonra Sabancı Holding’e geçtim. Tabii o yıllarda adı Teknosa değildi, sadece projelerimizden biriydi, Grup Başkanımız Haluk Dinçer 2005’de sahaya gelmemi teklif etti, ben de icabet ettim, 6 yılı dolduruyoruz. 2005’te 56 mağazaydık, bugün 260 mağaza olduk, 17 ildeydik, şimdi 68 ile yayıldık..
- Acayip büyüme, deniz anası gibi...
Sadece biz değil, bizimle birlikle tedarikçiler de büyüdü, bünyelerine farklı markaları da kattılar. Her şeyi el birliğiyle yaptık...
- Sizin mesleğinizde insanın kendini geliştirebilmesi için nerelerden geçmesi şart?
Bu işin okulu yok. İnsan ilişkisi iyi olan herkes yapabilir. Ama kolay ilişki kurabilen biri olman gerekiyor, işimiz “sıcak satış”...
- “Hot sales” ve “cold sales” diye kavramlar varmış bilmiyordum...
Evet. Bir ürünü raftan al, sepete koy, kasada öde, bu “cold sales” yani soğuk satış. Biz “sıcak satış” yapıyoruz. Tüketicinin bizim sattığımız ürünü alabilmesi için bilgiye ihtiyacı var. O bilgiyi de arkadaşlarımız sağolsunlar, sıcak olarak anında iletiyorlar. Biz de onları eğitiyoruz, okullarımız var. Ben de kendimi iyi satıcı sayıyorum, çünkü tezgahtarlıktan geliyorum.
- İnsanlar “tezgahtar” lafını kullanmaktan bile utanıyor günümüzde, “sekreter” bile diyemez olduk..
Benim hiç öyle komplekslerim yok. Yaptığımız iş, “tek perdelik tiyatro.” Müşteri geldiğinde, müşteriye o ürünü ya satarsınız ya satmazsınız. Satamazsanız üzülürsünüz ama yüzünüzü düşüremezsiniz, yeni müşteri geldiğinde güleryüzle karşılamak zorundasınız, perde yeniden açılıyor.
- Kafayı siz teknolojiye ne zaman taktınız?
Teknoloji bağımlısı değilim ama seviyorum çünkü hayatımı kolaylaştırıyor. Üniversite’de okurken Mersin’deki ailemi jetonla arardım, o zaman nerede cep telefonu filan, 5 küçük jeton bir büyüğe eş değerdi, “Hangisiyle daha uzun konuşulabiliyor?”u tartışırdık.
- Peki ama bazen de tersi olmuyor mu, susmayan telefonlar, insanı bilgisayara hapseden e mail’ler...
Bu benim için problem değil. Günde 300 civarında mail geliyor, hepsine tek tek cevap veriyorum. Günün her saatinde de ulaşılabilir olmak durumdayım.
- Nasıl bir lidersiniz?
Allame-i cihan olsam, aynı anda, 3 ya da 4 mağazayı idare edebilirim, 260 mağazayı edemem. Ürün satın alırken, Einstein olsam en fazla 2-3 markayla ticaret yapabilirim, ötesiyle başa çıkamam. Ben takım olmaya, ekip ruhuna inanırım. Bizde aslolan tüketicidir, müşteri merkezli bilimsel perakendecilik yaklaşımını benimsiyoruz. Bu yüzden lider olmaya devam ediyoruz.
- Alçakgönüllükten ölüyorsunuz! Siz hiç mi bir şey yapmadınız!
Lider dediğimiz bir buket çiçeğin etrafındaki ip gibidir...
- Vay be! Bu lafı nereden öğrendiniz?
Şu an çıktı.. Valla... Çalışma arkadaşlarım beni bilir, ağzımdan böyle vecizeler çıkıverir...
- Akşam bir yerdesiniz. Karşıdan güzel bir kadın geliyor, hadi bir vecize çıkartıverin bakalım...
O anki rup halime bağlı ama gülümser ve “Ay gibi ışık verdiniz!” derim...
- Peki ya gündüzse...
“Güneşim oldunuz, beni aydınlattınız!” derim...
- Yemeğe çıkarmak istiyorsunuz...
“Bu akşam, aşımı sizinle paylaşmak istiyorum!” derim
- Flört edeceksiniz...
Onun da çeşitli yöntemleri var. Duruma göre. Biz satıcıyız, unutmayın...
- İnsan annesinden “satıcı” mı doğuyor?
Biraz genlerden gelmesi. Ama tabii eğitim, öğretim de gerekiyor. “Red face” dedikleri olay mesela, asla yüzünün kızarmaması lazım...
Paylaş