Gazetecilik var ya gazetecilik, haber yapmak, bir olayı bir kişiyi anlatmak, soru sormak, cevap almak, röportajcı olmak, kendi çapında yazarlık yapmak, köşecilik oynamak, herhangi bir konu üzerine düşüncelerini ya da gördüğün bir yeri, yaşadığın bir şeyi ve en önemlisi kendini insanlara sunmak...
6 harflik bir kelime: Şahane!
Kendi yaptığım gazetecilikten söz ediyorum. Ben şanslıyım, Prag'a gittim, anlatabiliyorum mesela. Bir çöplüğüm var, orada ötebiliyorum. Bu nasıl bir lükstür. Bu nasıl bir güçtür. Yine dünyaya gelsem gazeteci olurum.
Diyorum ama... Sonra düşünüyorum.
Gazetecilik var ya gazetecilik, haber yapmak, bir olayı bir kişiyi anlatmak, soru sormak, cevap almak, röportajcı olmak, kendi çapında yazarlık yapmak, köşecilik oynamak, herhangi bir konu üzerine düşüncelerini ya da gördüğün bir yeri, yaşadığın bir şeyi ve en önemlisi KENDİNİ insanlara sunmak...
6 harflik bir kelime: İğrenç.
Çünkü sürekli bir sınav. Bitmeyen bir sınav. Her yazı, her haber, her izlenim, her portre, her röportaj bir sınav. Ve içimden bir ses, bu hissiyatımda yalnız olmadığımı söylüyor, pek çok gazeteci, pek çok köşe yazarı; belki de hepsi, (egoları çok şişik olanları hariç tabii!) aynı durumda, sürekli ‘‘sahne alıyorlar.’’ Her Allah'ın günü insanların karşısına çıkıyorlar. Yazdıkları, ürettikleri bir şeyi insanların onayına sunuyorlar: ‘‘Tahtadan bir at yaptım, bakalım beğenecek misin!’’ Ve her kafadan bir ses çıkıyor. O kadar ortada ki yapılan iş, herkes kendinde fikir yürütme hakkı buluyor. İyi ama sanatçı değiliz, popçu değiliz, şarkıcı değiliz, sahne değil ki bizim işimiz. Diyeceğim şahane olduğu kadar bela bir iş. Hele yaptığın işi benim kadar soyunuk yapıyorsan. Bütün meydanlarda, insanlar arasında çıplak dolaşıyorsan. Kolay tabii o yazı da öyle mi yazılırdı, zaten Prag'ı neden senden okuyayım ki demek.
Charles Bridge'de yürürken, tam bunları düşünüyordum ve sokak ressamlarını gördüm. Tutturdum ‘‘Hadi bizim de portremizi çizsinler’’ diye. Tek tek hepsini gezip, tekniğini en beğendiğim ressamı seçtim. Karşısına geçtim. En güvenli halimle. Ve çok garip bir şey oldu. Adam ortaya bir şey çıkaracak ya, karşısındaki kadının yüzünü tuvale dökecek ya, o kadını herkes görüyor ya, (arkasında bir kalabalık birikmişti), o an ‘‘sahne alan’’, işini yapmaya çalışan, onay almak için uğraşan birinin korkusunu gördüm yüzünde. İnanılmaz tanıdık geldi. Alçakça bir şey ama hayvani bir zevk aldım. Resmi bitirene kadar çektiği ıstırabı bir gazetecinin yazısını teslim edinceye kadar çektiği acıya benzettim. Tabii bu bir Prag yazısı olmadı. Istırap çekmeli miyim? Zevk alacak mısınız! İlan geldi, yer kalmadı, arkası yarına kaldı...
ORDÖVR
Bugüne kadar görmediyseniz, gidilecek yerler listenize mutlaka ama mutlaka Prag'ı ekleyin. Hadi ne duruyorsunuz...
Tecrübeyle sabittir, sakın ola yalnız gitmeyin. Prag'a bir iş gezisi filan çıkarsa da kesinlikle hayır deyin. Beni dinleyin. Eşinizle/sevgilinizle gidin. Ya da arıza yaratmayacak, dibine kadar Kafka'nın şehrinin keyfine varacak, size yük olmayacak hafiiif arkadaşlarla. Bizimkiler öyleydi, ödünç verebiliriz. Vazgeçtim! Vermiyoruz. Siz kendinize başka arkadaşlar bulun.
Aman ha! Beş yıldızlı insanı yutan ahtapot otellerden uzak durun. Kendinize merkeze yakın küçük bir otel seçin. Hem daha ucuz oluyor hem de taksi derdinden kurtuluyorsunuz.
Taksi mi dediniz? Ne taksisi! Yürüyüş ayakkabılarınızı yanınıza aldınız değil mi? Tamam. Ayaklarınızın su toplamasını istemeyiz. O topuklu ayakkabıları da hemen bavuldan çıkarın. Olmuyor, o daracık sokakların arnavut kaldırımlarına takılıyor. Bir de insan kendini Prag'da şık kadın yapmaya çalışınca gülünç oluyor. Hava atmak için değil, keşfetmek için buradayız. Tabana kuvvet yürüyeceğiz. Gotik, Barok, Neo Klasik, Art Nouvea... Biz bu açık hava müzesinde... Mimarlık denilen sanatın şahikasını göreceğiz... Hep kafamız havada yürüyeceğiz. Tabii elektrik direklerine ve sokak lambalarına dikkat edeceğiz. Benim gibi sinagoga bakayım derken, toslamak istemezsiniz değil mi!
Prag'da bir broşür canavarına dönüşmekten çekinmeyin. Nerede, ne varmış öğrenin. Minyatür bir Paris'i andıran Prag'ın topraklarını sıksan sanat fışkırıyor. Galeriler, sergiler, konserler, sıkıcı olmayan müzeler, müzikaller... 20 yıldır sahnelenen Laterna Magika'ya mesela, bir gece mutlaka gidin.
Yürüyüş turlarından söz etmiş miydim? Bütün turlar, eski şehirdeki Astronomik Saat'in önünde başlıyor. Franz Kafka yürüyüşünü mesela, kaçırmayın derim. 75 dakika sürüyor. Babanın, bütün bir hayatı, kitapları, yaşadığı yerler film şeridi gibi gözünüzün önünden geçiyor.
Genel Yayın Yönetmeni sözü de dinlemek gerekiyor. Charles Bridge'in altındaki (hani o meşhuuur köprü) cafe'de yemek yiyin dedi. O yiyememiş, içinde kalmış, üşenmedi, çizdi, işte şurası dedi. Bingo! Adı Kampa Park. Olağanüstü. Köprünün tam ayağında, nehrin kenarında, bembeyaz şemsiyelerin altında. Yemek yerken sürekli öpüşeceksiniz ama...
Bu arada ‘‘Amma güzel kızlar var bu şehirde!’’ diyen, yani ‘‘Czech chick’’leri (Çek piliçleri anlamına geliyor!) öven sevgililerin kulağını bükmek serbest.
Çok iyi caz kulüpleri var. Zaten Prag, aynı zamanda müzik demek. Bir tarafta klasik müzik konserleri, diğer tarafta sokak çalgıcıları. Ve tabii her adım başı içinden canlı müzik yükselen otantik cafe'ler. Mahalle barları bile sandalyelerini sokağa atmış, insanı yoldan çıkarır bunlar! Bir de şurada oturup bira içelim bari...
Özellikle bira diyorum. Çünkü bira cenneti. İçmeyeni dövüyorlar. Herkes her an içiyor!
Charles Bridge'den 118 kez geçilecek. Bu böyle biline. Güneş enseni yakarken de, yağmur iliklerine kadar seni ıslatırken de. Yeni uyanmışken de, yatmadan önce de. Ayıkken de sarhoşken de. Tamam mı? Bu köprü mevzuu çok önemli. Ve tabii o köprüde yürüyen herkes gibi sarmaş dolaş olunacak, insanı sarsan tarihinin yanı sıra Prag bir öpüş-kokuş kenti olarak hatırlanacak. O yüzden yalnız gitmeyin diyorum ya, insanlar boynuna kadar romantizm yaşıyor orada!
Mutlaka bir sokak ressamına portre çizdirilecek. Ne var yani dibine kadar turist olsak!
Hızımı alamıyorum, Prag yapmaya niyeti olanlar için birkaç hoş restoran ismi sayıyorum: Rybi trh, Barock, Kampa Park, Pravda, Bellevue...
Unutmadan, bir de tekne turu yapın. Köprünün altından geçerken de dilek tutun. Ölür müsünüz, n'olur yani yapsanız...
Ama lütfen alışveriş yapmayın! Biz yapmadık çünkü. Hem bu bir alışveriş seyahati değil, üstelik ucuza çıkarmaya çalışıyoruz şu tatili!
Sonuç olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, Prag, kızların erkeklere ısmarlayabileceği bir seyahat. Tabii işin cılkını çıkarmaz, Bohemya kristaliydi, bardaktı, çanaktı, el yapımı kuklaydı, tabloydu demezseniz. Demeyin ve bu tatili siz çekin. Hem neden hep erkekler çekiyor tatilleri? Birlikte gittiğim kız arkadaşım sevgilisine böyle bir şıklık yaptı. Kıskançlıktan öldüm. Benim niye aklıma gelmedi diye. Bir Londra, Paris, New York ısmarlayamazdım ama... Bunu yapabilirdim. Ah benim salak kafam. Şimdi onu Saint Petersburg'a filan götürmem gerekecek. Neyse, ben yapamadım, siz yapın, sevgilinize Prag ısmarlayın.