Paylaş
Cam kavanozlardan ceviz, badem tırtıklıyorum, sonra ağzıma yeni yıkanmış dev bir yeşil erik atıyorum.
Oh ne güzel, sulu sulu!
O sırada, Alya’nın defteri çarpıyor gözüme.
Okul defteri.
Bir sene boyunca yaptıkları ödevlerle, projelerle dolu.
Öğretmenleri acayip yaratıcı.
Tekrar 7 yaşında olup, o öğretmenin talebesi olmak istiyorum.
Size neden bu ismi vermişler
Daha önce de yazmıştım, her hafta farklı konular işliyorlar, bir hafta “sorumluluk” kavramını işlediler.
A’dan Z’ye sorumluluk.
Meslek gruplarının sorumlulukları.
Aile bireylerinin sorumlulukları.
Çocukların sorumlulukları.
Bir haftanın sonunda da eve, ödev geliyor.
Geldi.
“Aile bireylerinden biri sorumluluğunu yerine getirmezse ne olur? O, hayatınızda olmazsa ne olur? Bununla ilgili kısa bir hikâye yaz.”
Bizimki, “Maribel hayatımızdan çıkarsa ne olur?”u yazdı.
Ben araya gireyim, mahvoluruz!
Çünkü Alya’dan sorumlu bakan o. Odası, odasının temizliği, giysileri, çamaşırı, ütüsü ondan soruluyor, en önemlisi de Maribel onun can yoldaşı, her şeyi birlikte yapıyorlar.
Alya da bunu idrak etmiş olacak ki, şöyle şeyler yazmıştı:
“Odam, savaş alanına döner. Hiçbir aradığımı bulamam. En yakın arkadaşımı kaybetmiş olurum, çok üzülürüm.”
Bir başka konu “ölçüler”di.
Ödev şöyle geldi: “Kendinize, bilinen ölçüler dışında farklı bir ölçü yaratın ve herhangi bir şeyi ölçün.”
Bizimki, “anne dudağı” diye bir ölçü icat etti, kolunu öptürdü. Kendi kolu kaç öpücük, Hmm’ın kulağı kaç öpücük, babanın televizyonu kaç öpücük onları yazdı.
Hayretle izliyorum.
Bu tür şeyler, bana hem ödev gibi geliyor hem de gelmiyor.
Kafa yordukları bir başka konu “isimler”di.
Cisimlere, şehirlere, ülkelere, insanlara verilen isimler. Anlamları var mı? Neden öyle?
Ödev de: “Sizin isminizin anlamı ne? Neden size bu ismi vermişler? Seviyor musunuz? Kısa bir kompozisyon.”
Ödevinin devamı da var, yazdıklarını çıkıp sınıfın önünde de anlatacaksın.
Bakar mısınız eğitimin geldiği hale, bunları filme çekiyorlar, bir de üstüne youtube’a yüklüyorlar, oha filan oldum.
İyi-kötü yok, size ait fikir var
Bir başka hafta “su”yu kavram olarak ele aldılar.
Okyanuslar, denizler, nehirler, dünyamızın kaçta kaçı su, vücudumuzun kaçta kaçı?
Ödev: “Su israf etmemek için ilginç fikirler geliştirin!”
Bizimki, bir hafta boyunca plastik bir fıçıda yıkandı. “Çık artık oradan pis!” dedik, “Hayır” dedi, “Suyu akıtmayarak tasarruf ediyorum. Bir duş alacağım işim bitecek!”
Biz ona babasıyla başka fikirler söylemeye kalkıştık, hiç itibar etmedi.
Çünkü öğretmeni, “İyi fikir kötü fikir yoktur, size ait fikir vardır!” demiş, “Ne söylersem benim fikrim olması lazım, bana karışmayın” diyor.
Kös kös uzaktan izliyoruz.
Bir başkasında, “teknoloji”yi incelediler. Malum hepsi teknolojik ve dijital çocuklar ya, teknolojinin iyi taraflarını biliyorlar. Hatta, bizimle dalga da geçiyordu, “Aaaa sizin çocukluğunuzda cep telefonu yok muydu? Laptop yok muydu? İnternet yok muydu? Google yok muydu? Youtube’u bilmiyor muydunuz? Siz çocukken filmleri nerede seyrediyordunuz?” diyordu ama Breda Hayes sayesinde teknolojinin kötü taraflarını da öğrendi.
Neler kaybetmiş insanlar teknoloji yüzünden? Eve kapanmışlar, yalnızlaşmışlar. Eski oyunlar ne kadar şenlikli ve sosyalmiş. Sunay Akın’ın oyuncak müzesini ziyaret ettiler. Sokak oyunlarını öğrendiler, tartıştılar.
O günden beri, bahçede arkadaşlarıyla daha fazla oynuyor, birlikte zaman geçiriyor.
Şimdi sok sokabilirsen içeri!
Ağzımda erik, çaktırmadan son ödevine bakıyorum.
Neymiş diye.
Oooo bu da müthiş!
“İlham.”
Ödevi okuyunca beynimden vurulmuşa dönüyorum.
“Dört tane sevdiğiniz kitap adı yazın. Sizce yazar, nereden ilham alarak bu kitabı yazdı?”
Altında şöyle bir not var:
“Bu sorunun cevabının doğrusu, yanlışı yok, uçabildiğiniz kadar uçun!”
Erik ağzımda kalakaldı.
Çiğnemeyi unuttum.
Aman Allah’ım, bu ödevi ben yapmak istiyorum. Baktım bizimki neler yazmış diye, Aslan Kral, Süslü Püslü Nancy, Küçük Prens, Charlie ve Lola. Yanlarına yazarların ismini de yazmış. Ama yazarın ilhamı nereden aldığı kutusunu henüz boş bırakmış.
Önünde daha dört gün var.
Yemin ederim, kalemi alıp, ben doldurmak istedim.
Aslan Kral mesela, hepinizin bildiği gibi, yavru bir aslanın babasıyla ilişkisini anlatıyor ve babasının ölümünden sonraki çaresizliğini.
Ama bu sayede, erken yaşta kendi kaderini ele alıp güçlenmesini ve aslan haline gelişini.
Ben ne zaman izlesem ağlıyorum, müzikalini izlediğimde de ağladım.
Belki de yazar, gerçek hayatta, babasını erken yaşta kaybetti. Bu kayıp da onun bir anlamıyla önce “kaybolmasına” sonra “yeniden var olmasına” sebep oldu.
Bütün kayıplar, bizi önce yıkıyor, sonra güçlendiriyor ve özgürleştiriyor.
Ezbere dayalı eğitim almayan çocuklar
Uzun lafın kısası, 42 yaşındaki ben, 7 yaşındaki kızımın ödevini feci halde kıskandım.
Hatta havaya girdim, ben olsam neler yazardım diye aklımdan geçirdim.
Aslında erken gidiyoruz okullara, tam okula gidecek kıvama geldiğimizde okullar bitmiş oluyor.
Ezbere dayalı eğitim almayan günümüz çocuklarının ne kadar şanslı olduğunu düşündüm.
Ağzıma bir erik daha attım...
Paylaş