Paylaş
Posta kutuma bir mail düştü.
“Ablam Selma Ann Desmond’un hayatını anlatan bir kitap yazdım. Yakında çıkıyor. İlgilenir misiniz?”
“Elbette” diye cevap yazdım.
Ve birkaç gün sonra kitap elime ulaştı.
Kitap, anne Güney Erman’ın anlatısıyla başlıyor.
İzmir Amerikan Koleji mezunu Erman, Göztepe’de bir baloya gitmek üzere hazırlanıyor. O yıllar Amerikan rüyasının tavan yaptığı yıllar, bu genç kadın da Hıdır Ellez’de gül ağacının altına ABD haritası çizmiş. Aklı fikri kapağı ‘yeni dünya’ya atmakta. Ve o partide İrlanda asıllı genç bir Amerikalı subayla tanışıyor. Âşık oluyorlar. Bir süre sonra da evlenme teklifini kabul ederek peşinden ABD’ye gidiyor.
İşte Selma Ann, bu evlilikten dünyaya geliyor.
Fakat evlilik uzun sürmüyor, annesiyle birlikte bir süre sonra İzmir’e dönüyor.
Güney Hanım, ilerleyen yıllarda bir kez daha evleniyor, bu evlilikten de kitabın yazarı Neriman doğuyor.
Selma ile Neriman arasında 15 yaş fark var.
Küçük kardeş ablaya çok düşkün.
Uzun süre onu annesi zannediyor, çünkü Neriman’ı Selma büyütüyor.
Kitap ilerledikçe, Selma’nın hayatına girmeye başlıyoruz.
Kişiliği, içine kapalı karakteri, dışa vurmadığı duyguları, nişanlılığı, birinci evliliği ve derken Ali Taran.
Ali ve Selma’nın 21 yıllık aşkı anlatılıyor.
Ama Neriman’ın gözünden.
Ara ara röportajlar verilmiş, benim Selma ve Ali Taran’la Dubai’de yaptığım röportaj da kitapta yer alıyor.
Sonra hastalık ve Taran’ın Ayşe Özyılmazel’le çok tartışılan evliliği…
Ve derken Selma Ann Desmond’un ölümü…
Düz bir anlatım.
Süs püs yok.
Hikâyenin kendisi zaten çarpıcı.
“Kitabı bitirdiğinde ne hissettin?” derseniz, duygularım karışıktı.
Haklı-haksızdan çok acı bir durum var.
Ve bir kayıp.
Kitabın geliri kanserli kadınlar için Alaçatı’da kurulacak bir merkeze gidecek.
Neriman Erman’la röportaj yaptıktan sonra Ayşe Özyılmazel’e ulaştım ve “Sana da söz hakkı doğuyor. Dilersen aynı gün yayınlanmak üzere seninle de röportaj yapayım, bu konuda söylemek istediklerin varsa yayınlayayım” dedim.
“Konuşmanın bir faydası yok. Boşanalı bir sene oldu. Çok zor günler geçirdim, sustum, yanlış anlaşıldım, iftiraya uğradım, çıkarımlarımı yaptım ve o konuyu kapattım. Güzel bir hayata başladım. Demek ki, tüm yaşananlar benim imtihanımmış. Her söyleneni ve herkesi sevgiyle kucaklıyorum. Ancak kimseye kendimi, hislerimi ve özel hayatımı savunacak değilim. Teklifine teşekkür ederim. Ne zaman istersen seni evimde misafir etmek isterim. Ama röportaj vermeyi tercih etmiyorum” yazdı.
Ortak bir arkadaşımız vasıtasıyla, Ali Taran’a da ulaşmaya çalıştım.
Verdiği numarada bulamadım, New York’taki oğlu Kuzey’e ulaştım, “Babamın konuşacağını sanmıyorum” diye bir yanıt aldım.
Yani bütün tarafların görüşlerine yer verebilmek için uğraştım.
Ama olmadı.
Kitap, Arıtan Yayınevi’nden çıktı, adı ‘Selma.’
Neriman Erman’la yaptığım röportaj da burada.
Şimdi aradan çekiliyorum ve sizi onun anlattıklarıyla baş başa bırakıyorum.
Siz bu kitabı niye yazdınız?
- Ablamın vasiyetiydi, onu yerine getirmek için.
Size böyle bir vasiyeti olduğunu mu söyledi?
- Ölmeden dört-beş hafta önce annemle Çeşme’ye gidiyor. Normalde dertlerini anlatmaz. Annem, “İlk defa bu kadar çok konuştuğunu gördüm!” dedi. “Bir kitap yazacağım, sana bu anlattıklarımı kitaba koyacağım. Çünkü bazı insanlara bir çift lafım var” demiş. Ablamın ömrü o kitabı yazmaya yetmedi...
Sizce o kitapta ne anlatmak istiyordu?
- Onun iç sesini bilemem. Ama hastaydı, kırgındı. Kırıldığı insanlara da değinecekti muhtemelen. Ama esas olarak, bir kadının mücadelesini yazmak istiyordu. Anneme öyle söylemiş. Hayatı, sessiz bir mücadeleyle geçti.
Gerçekten şu anda onun vasiyetini yerine getirmiş gibi hissediyor musunuz?
- Bu, bir ilk adım. Kansere yakalandığında, kocası tarafından terk edilen bir sürü kadın var. O kadınlara yardım etmek için Alaçatı’da bir merkez kurmak istiyoruz. Sponsorlarımız olacak ve kuracağımız merkezde, kanserli kadınlardan hiçbir ücret alınmayacak. Sanatla rehabilite olmalarını amaçlıyoruz.
Yoksa ablanızın intikamını almak gibi bir niyetiniz var mı?
- Hayır. Bundan sonra ablama gönderebileceğim tek şey dua olabilir. İnancıma göre intikam almak doğru değil. Hayat, zaten kendi intikamını kendi alıyor. Her şey bu dünyada. Mükafat da, ceza da. Bir kadın orada ölürken, onun ölümünü hızlandıracak bir düğün yapamazsın. Yaparsan bedelini ödersin. Benim için Ali Taran ve Ayşe Özyılmazel’in evliliği bu.
Ablanızın ölümü çok acı ama ortada da bir aşk var...
- Aşk olduğuna inanmıyorum. Ayşe Özyılmazel için belki başka bir hayata geçişin hayaliydi, bir kurtuluştu. Büyülenmiş de olabilir. Çünkü Ali Taran büyülenilmeyecek adam değil. Ama aşk olmadığı kesin. Aşk, içinde merhamet de barındırır. Orada ölen biri varken nasıl bu kadar acımasız olabilirsin?
İyi de Ali Taran’ın hiç mi sorumluluğu yok? Ondan niye merhamet göstermesini beklemiyorsunuz da yeni eşten bekliyorsunuz?
- Ali Taran’ınki de kolay açıklanabilecek bir şey değil. Üç yıl boyunca ablama baktı. Elleriyle pansuman yaptı. Sonunda o da hastalandı bence. Hasta yakınları da rahatsızlanır.
Niyetiniz, ablanızı üzenleri unutulmasın diye tarihe kaydetmek mi?
- Bunu isteyen ablam. Onu üzenlere söyleyecek sözü vardı. O düğüne gidenler çok canını yakmış. Düğün için süslemeleri yapan kişi, eski eşin ablam olduğunu öğrenir öğrenmez, işi bırakıp gitmiş. Fatih Terim’in eşiyle kızı tamamlamış süslemeleri. Bu da ablamı çok acıtmış. Çünkü arkadaşlar. Semiramis Pekkan’a da kırılmış, çünkü komşular. İki üst katında oturuyor. Düğünün ev sahipliğini de o yapıyor.
Ama o düğüne gidenler sadece ablanızın değil, Ali Taran’ın da arkadaşı...
- Evet ama her şey bir tercih hayatta. Gitmeyenler de var Acun gibi, Cem Yılmaz gibi. Öyle davranan başkaları da var. Söz konusu olan, eski eş değil, ölümün pençesindeki kanserli bir eski eş. Hülya Avşar kırgın oldukları arasında. Ali’yle dedikoduları çıktığında neden beni arayıp da rahatlatmadı diye. Ablamın vefatından sonra beni delirten biri oldu, o ayrı…
Kim o?
- Oya Germen.
Ne yaptı ki?
- Televizyonda “Nasıl olsa ölecekti…” türünden bir cümle kurdu. Yani “Hastaydı, evlenmeselerdi de ölecekti” gibisinden. O da kendi kızına yanıyor, “Benim kızım kollarımda eriyor” diye. İyi de ablam daha henüz annemin kollarında yeni vefat etmişken, çıkıp böyle bir şey söylenir mi? Bu iki durum kıyas kabul eder mi? Hem kim kimin ölüm tarihini bilebilir? Ama işte hayat, kendi intikamını alıyor. Yaptıklarımız yanımıza kalmıyor. Bir kadın bir yerde ölürken, onu çok incitecek bir şekilde düğün, parti yaparsan, havuzlara atlarsan, o eğlencenin, o kahkahaların bir bedeli oluyor.
Bu kadar tantana yapılmasaydı sorun olmayacak mıydı?
- Sessiz sedasız evlenselerdi acısı daha az olurdu. Çok mu zordu bu yani? Tabii ki bir insan boşandıktan sonra dilediğini yapabilir ama 21 yıl boyunca bu kadar güçlü bir aşk yaşadıktan sonra yazık değil mi? Değer mi? Değdi mi? Ali Taran, kapının önüne çıkıp Ayşe’yi öptüğünde hiç mi empati yapamadı? Aynı şeyi ablam yapsaydı, bir erkekle öpüşseydi, aşklarının büyüklüğünü dünya âleme ilan etseydi ve Ali Taran o anda kemoterapi görüyor olsaydı...
Kim kimi incitmek istedi sizce burada?
- Ablam yazmayı düşündüğü kitapla Ali’yi incitmek istemiş olabilir. Sadece Ali’yi. Eşiyle ilgili bir derdi olduğunu sanmıyorum. Ayşe olur, Fatma olur, kim olduğu çok önemli değil.
Her şeyi anlıyorum da artık kapanmış bir meselenin tekrar deşilmesi değil mi bu? Kendi içinizde, “Yazmasam mı acaba?” diye hiç tereddüt etmediniz mi?
- Ben şarkıcı değilim, oyuncu değilim. Bu kitabı yazmış olmam bana hiçbir şey kazandırmıyor. Ünlü olmak için de fırlamış değilim ortalığa. Özellikle 8 Mart’ta çıkarıyoruz bu kitabı ki kanserli kadınlara hediye olsun. Kitabı alan herkes kanserli kadınların sanatla rehabilitasyonu tesisine katkıda bulunmuş olacak. Bir de bence ablamın hayatı gerçekten ilginç. Kişiliğimiz, yaşadığımız her şey, adım adım sonumuzu hazırlıyor. Ablamınki de öyle oldu.
Nasıl yani?
- Hayatı boyunca her şeyi kabullendi. Sessizce. İtiraz etmedi, isyan etmedi. Bir sürü hastalık geçirdi. Gözleri bozuldu, öyle herkesinki gibi bir buçuk iki filan değil ileri derecede, bütün dişleri çürüdü, sedef hastalığı geçirdi, mide kanaması geçirdi, 6 kere zona atlattı. Ama hep tepkisiz. Ne ağladı, ne sızladı. Acaba bütün her şeyi içine attı da o yüzden mi kanser oldu? Konuşmuyor, paylaşmıyor, bağırmıyor, çağırmıyor, kavga etmiyor, ne yaşıyorsa her şey içinde…
Kitabı okuyunca şu hisse kapıldım, sanki Ali Taran dışında kimse yeterince tanıyamamış ablanızı…
- Ben onu tanıdığımı düşünüyorum. Ama arada hep bir duvar var, ona kolay ulaşamıyorsun. Hepimizin bir 20-25 yıllık kankası, en yakın arkadaşı vardır, onun yoktu. Çünkü bağlanmayı sevmiyordu. Her şeyi Ali’ydi. Kocası, sevgilisi, arkadaşı...
Peki bu yazdıklarınızın dedikodu kitabı gibi algılanmasından korkmuyor musunuz?
- Herkes dilediği gibi düşünebilir. Ben süslemeden, püslemeden dümdüz yazdım.
Size, “Ablasının ölüsünden nemalanmaya çalışıyor” dahi diyecekler…
- Desinler. Ama söylüyorum işte, şarkıcı değilim, oyuncu değilim. Reklam olsun diye bir şey yapacak halim yok. Okuyanlar ablamı biraz daha iyi tanısınlar bana yeter!
Allah’ım ben bundan sonra nasıl yaşarım?
Peki para hadisesi, Selma’nın ilaç paralarını kestiği...
- Bakın işte onu yapabilecek bir adam değildir. Mümkün değil. Muhakkak şirkette bir yanlış anlama olmuştur. Ali Taran asla para yüzünden kimseyi incitmez. O kadar çok kişiye yardım etti ki, kanserli karısının ilacını mı ödemeyecek? O bir yanlış anlaşılma.
Siz bu kitabı yazarken “Ben ne kadar objektif oldum, haksızlık ettim mi, üzerime vazife olmayan şeylere karıştım mı?” diye hiç düşünmediniz mi?
- İnançlı biriyim. Şuradan çıktığımda ölebilirim. Bunun bilincindeyim. O yüzden kimsenin hakkını yiyemem. Evet son dönemde ablamı üzdü ama onca sene mutlu da etti, üç sene bebekler gibi baktı. Ablamı çok sevdiğine inanıyorum. Toprağa verirken yüzündeki o acıyı, o sevgiyi gördüm. “Allah’ım ben bundan sonra nasıl yaşarım?” dediğini duydum. Onun için çok üzülüyorum. Onun acısını alamayız. Ve Ali Abi’nin beni sevdiğini de biliyorum. Bana kızmaz. Çünkü ikimiz de, aynı insanı farklı biçimlerde sevdik. O bir kadın olarak, ben bir abla olarak.
Allah cezalandırmak istediği insanın aklını alırmış
Ali Taran’ın hiç kimseleri beğenmeyen, kendi ailesi ve kendi yaşantısı dışındaki şeyleri küçümseyen bir hali vardı. Aslında o düğün tantanası, havuza atmalar, zıplamalar filan Ali Taran’ın normalde “Ne bu ya!” diyeceği şeyler. Ama Allah, cezalandırmak istediği insanın aklını alırmış, galiba öyle bir şey oldu.
Ali Taran’a kızgın değilim, kırgınım
Ablanızın Ali Taran’la yaşadıklarını siz nasıl izah ediyorsunuz?
- Sanki iki kişi değil de tek kişilerdi, biri bir insanın huysuz tarafı, biri tatlı tarafı. Fonda hep mizah var. Espriler havada uçuşuyor. Bakışarak anlaşıyorlar, o kadar yakınlar. Ali Taran dünyanın en verici adamı. Hiç kavga ettiklerini görmedim mesela. Tabii ki bunda ablamın da payı büyük. Ama onun kadar da ablamı yoran kimse olmadı. Kalkması, giyinmesi, kahvaltısı, yemeği hep mesele. Her gün. Çok zor bir adam. Ve evhamlı. Hastalıktan hoşlanmıyor. Doktordan hoşlanmıyor. Ablamın hasta olma ihtimali bile onu rahatsız ediyordu. Mesela hiç unutmuyorum, Kuzey korkulu bir rüya gördü çocukken, bir daha görmesin diye onu uyuturken dua okudu, ağzına üfledi. Dört yıl her gece.
Bu kadar âşıklar birbirlerine ama bir gün küt diye boşanıveriyorlar. O nasıl oluyor?
- Çünkü ablam inatçı bir İrlandalı. Babası İrlandalı. Sessiz sedasız ama anlık kararlar veriyor. O ilk boşanmalarının sebebini de kimse anlayabilmiş değil. Anlatmıyor, paylaşmıyor. Birinden rahatsız oluyorsa, onu hayatından çıkarıyor. Bir daha onunla konuşmuyor. Her şeyi içine attı, bu da sonunda zehirledi. Annesinin babasının evliliğini bile sorgulamamış. Anneme hiçbir zaman “Neden boşandınız?” diye sormamış. Nişanlısından ayrıldı. Biz olsak anlatırız değil mi neden ayrıldığımızı, “Bana böyle yaptı, şöyle yaptı, şu yüzden ayrıldım.” Hayır. O ketumdu. Kendini bir tek Ali Taran’a teslim etti…
Kızgın mısınız Ali Taran’a?
- Kırgınım. Asla kızgınlığım yok. Ablamın son günlerini öyle geçirmesini istemezdim. Ali’yle olsa belki yine bu hastalığa yenilecekti ama bu kadar acı çekmeyecekti, belki üç yıl daha fazla yaşayacaktı kim bilir. İnanıyorum ki Ali onu yaşatırdı. Onun aşkı yaşatırdı. Tabii ki ölürken yanında olsun isterdim. Bizden daha çok Ali’nin olmasını isteyeceğini de biliyorum.
Söylediniz mi ona kırgın olduğunuzu…
- Hiçbir şey demedim. “Niye evlendiniz bu kadar uluorta demek?” isterdim. Ama bence o da sebebini bilmiyor. Keşke delirmiş olsaydı…
Belki Ayşe Özyılmazel’e o kadar âşık oldu ki, gözü karardı…
- Hiç zannetmiyorum. Ayşe Özyılmazel, Ali Taran’ın âşık olabileceği bir kadın değil.
Nereden biliyorsunuz?
- Çünkü ablamla yaşadığı o 21 yıla tanık oldum. Ali Taran için ev, bir sistem. Her şeyin bir düzeni olmalı. Ablam bir kere bile onun önünde ojesini çıkarmadı mesela. Yasaktı o evde. Ben bir kere yanlışlıkla yaptım, onu da kitapta yazdım. Tam ojemi çıkarıyordum, kapı çaldı, pamukları sakladım ama aseton kokusu aldı, “Kim yaptı?” dedi. Onun olduğu yerde, yüzüne maske sürüp gezemezsin, pijamayla dolaşamazsın, “Ne bu halin, git üstünü değiştir!” der. Saçın başın düzgün olacak. Ama onlar için bu bir sıkıntı değildi, birbirleri için dizayn edilmiş bir çiftti. O yüzden Ayşe uymuyor bu tarife. Tabii ki ona da âşık olan, olacak erkekler muhakkak vardır. Ama yüzde 100 eminim, o adam Ali değil. Ali Taran bir daha Selma’yla olduğu gibi bir ilişki yaşayamaz.
Peki o zaman ikinci kez boşanmalarını ve bir başkasıyla evlenmesini nasıl açıklıyorsunuz?
- İnanın, kelimesiz kalıyorum. Bana göre Ali hastalandı. Ruhu kanser oldu. Her gün ablama bir şey olacak endişesi onu mahvetti. Kolu uyuşsa, fenalık geçiren bir adam zaten. Ve onu ancak ve ancak Selma yatıştırırdı. O kadar sakin bir kadındı ki, ses tonuyla onu iyi ediyordu. Bundan sonra Ali’yi kim sakinleştirebilir, kim ikna edebilir? Şu dünyada yaşayan öyle bir canlı yok. Şu an tutunacak bir dalı olduğunu düşünmüyorum. Onun için hayat, kökten koptu. Acı çekiyordur. 21 yıllık birlikteliğin üzerine böyle bir çizik atmak acı veren bir şey olsa gerek. Ayşe için bile üzülüyorum. O da travma yaşadı, ona karşı hiçbir kinim yok. Eminim, o da çok acı çekmiştir. Ama biraz merhamet beklerdim.
Şimdi bütün bunları anlatıyorsunuz ama onlara da söz hakkı doğacak…
- Konuşsunlar. Çok isterim. Diyeceklerini merak ediyorum. Ali Abi’nin ağzından bir kelime çıksa, belki çok rahatlar. Ama konuşacağını zannetmiyorum. Bu kitap için de kendisine haber yolladım. Cevap gelmedi. Ben bunları anlattığım için rahatsızlık duymuyorum. Ablamdan söz ediyoruz. Aynı karında büyüdük. Kanım o benim.
Selma ve Ali’ninki gibi bir aşka hiç tanık olmadım
10 buçukta yatan bir adam Ali Taran. Hiçbir zaman Selma’sız uyumazdı. Beraber uyuyorlar, beraber kalkıyorlar. 20 sene boyunca. Annem ve ben yatıya gitmiş olsak dahi fark etmezdi, Ali “Hadi Selma uyuyoruz” derdi ki kalkar giderlerdi. Selma ve Ali’ninki gibi bir aşka hiç tanık olmadım.
Ofiste huysuzluk çıkmasın diye her şeyi Selma idare ederdi. Personel ne yiyecek, yemek nereden gelecek o karar verirdi. Yeter ki Ali huysuzlanmasın, problem çıkmasın.
Bütün seyahatleri Selma organize ederdi, nereye gidilecek, neyle gidilecek, hangi otelde kalınacak, neler yenecek Selma karar verirdi. Ali’nin sevmeyeceği şeyler elenir, her şey ona isteyeceği şekilde dizayn edilirdi. Bar yok. Sigara yok. İçki yok. Dans etmeyi sevmez. Kimse dans etsin istemez. 50’nci doğum gününde uyardı, “Aman dans etmeyin!” diye Ajda da şarkı söylüyor. Sonunda biz ablamla dayanamadık, dans etmeye başladık.
Nasıl olur da bu kadar şeyi sevmeyen adam, düğününde havuzlara atlar, ben orasını çözemiyorum. O sahneleri aklım almıyor. Rüya gibi. Paralel evrene geçmiş gibi. Başka bir Ali Taran o. Benim tanıdığım değil. Size ablam, “Ali’nin beni aldatacağına gözümle görsem inanmam” demiş ya röportajda, öyle bir bağlılıktı, ben de havuza atlamalı bir evlilik yapabileceğine inanmazdım.
Son üç ayı yalnız ve hüzünlüydü
Selma son günlerini Levent Loft’ta yalnız geçiriyor…
- Evet. Kuzey, Amerika’da okuyordu, arada oğlunun yanına gidip geliyordu. Ali evlenmişti. Ama hayat genelde Levent Loft’ta geçiyordu. Bir gece kalkmış burnundan kan geliyor. Biz olsak yedi düveli çağırırız, zor durumumuzda elimizi tutsun diye. O, öyle değildi. Kimseden yardım istemedi. Son üç-dört ayı orada geçti...
İyi de kadın hasta, neden kimse yanında değil…
- Hayatına kimseyi karıştırmak istemeyen bir yapısı var. Bazen teyzem gidiyordu.
Müthiş bir hüzün ve yalnızlık yok mu bu hikâyede?
- Olmaz olur mu? Dibine kadar var.
İrlandalı babası peki?
- Kuzey’e “Söyle beni arasın” deyip geçmiş. Tabii ki Selma da hiçbir şekilde aramadı.
Kuzey’le aranız nasıl?
- Her şeyin farkında. Ama hiçbir şeye dahil olmak istemiyor. Cenaze günü, beni kapıda ilk o karşıladı. Hepimizden daha metindi. O da annesi gibi. Tutuyor kendini.
Belki size de kızacak bu kitap için, bunları yazdığınız, anlattığınız için.
- Haberdar bu kitaptan. Anneannesi söyledi. Bu kitap için kızmaya hakkı yok ki. Onun annesiyse, benim de ablam…
Paylaş