Yani İsmail Filiz’den... Gerçi bu, onun hayatında yeni bir şey değil, onu oldum olası “Miroğlu” diye çağırıyorlar. Benziyorlar gerçekten! Durduk yerde şöhret olmak böyle bir şey. Aynı boy pos, aynı gülünce kaybolan gözler... Aynı efendilik, aynı delikanlılık, aynı tevazu. Oyunculuk açısından aralarında önemli bir kıdem farkı var tabii... Ama o da dersler alıyor, kendini yetiştirmeye çalışıyor... Ben en çok İsmail Filiz’in utangaçlığını sevdim, hem de çok sevdim. Bu çağda mahcup bir adam inanılır gibi bir şey değil!
Ona şans diliyorum, yolu açık olsun...
Hayatınızı değiştiren olay nedir?- Kenan Abi’ye benziyorum diye Ezel projesinden teklif almam...
Şu işi bir baştan anlatsanıza, biz sizi Ezel’deki Ömer olarak biliyoruz ama orada burada hakkınızda çok da fazla şey okumuyoruz. Kimsiniz, kimlerdensiniz...- 1980 doğumluyum. Çankırılıyım. Klasik bir Anadolu ailesinin ilk çocuğuyum, ikiz erkek kardeşlerim var. Lise sona kadar Çankırı’daydım.
Çankırı’da büyümek, yaşamak nasıl bir şey? İyi ya da kötü yanları...- İyi yanı: Kendini güvende hissediyorsun. Büyük şehir zaman zaman korkutucu olabiliyor. Çankırı öyle değil, kimse gözünü oymuyor orada, iyi niyetliler, ihtiyacın olduğunda yardımına koşuyorlar. Ama tabii küçük yerde yaşamanın zorlukları da var; kendini sınırlandırılmış hissediyorsun, bir yere kadar gelebiliyorsun ama sonra daha uzağını göremiyorsun, önüne bir duvar çıkıyor. İşte orada bir tercih yapıyorsun, ya o duvarı aşıyorsun, büyük sulara ulaşıyorsun ama bu bir risk, boğulabilirsin, ya hiç riske girmiyorsun. Ben daha fazlasını istedim, duvardan atladım, hatta hızımı alamadım, büyük sulara da atladım!
Peki o küçük şehrin en varlıklı ailelerinden birinin oğlu olmak...- Öyle abartıldığı kadar bir zenginlik yok. Bir aile şirketimiz var, bir de akaryakıt istasyonumuz. Evet, babam Çankırı’nın sayılan, sevilen esnaflarından biri, evet zaman zaman bunun avantajlarını da gördüm ama babamım babası kamyoncu. Yani her şeyi babam ve kardeşleri yapmışlar. Onunla çok gurur duyuyorum. Ama kendime bakıyorum, ben hiçbir şey yapmış değilim, var olan bir aile şirketinde çalışıyorum. Yani asıl övgüyü hak eden, bana bugün sahip olduğum imkânları sağlayan, sıfırdan başlayıp, dişiyle tırnağıyla kazıyarak buralara gelen babam ve kardeşleri.
Ne hoş bunları söylemeniz. Bir sürü genç adam, sanki babaları onları desteklemek zorundaymış gibi davranıyor, bu gerçeğin farkında olmak bile bir şey... 3 erkek kardeş büyümek nasıldı? Nasıl tarif edersiniz ilişkinizi?- Ben çok bağlıyım onlara, iyidir de aramız. Tuhaf bir şey söyleyeyim, büyüdükçe onlarla ilgili endişelerim artıyor, askerlikleri yaklaşıyor, nereye gidecekler, nerede askerlik yapacaklar.. Bazan da onlarla gerektiği kadar ilgilenemediğimi ve onların hayatında daha fazla yer almam gerektiğini düşünüyorum.
Evde, bir kadın dört erkek var, bu nasıl bir denge? Erkek egemen bir aile mi, yoksa tam tersine, bütün erkekler, o ana kraliçe etrafında pervane mi?- Biz tipik bir Türk ailesiyiz. Ve her Türk ailesinde olduğu gibi, evde babamın sözü geçer. Onun kararlarını kulak ardı edemeyiz. Ettiğimiz zamanlarda çok pişman olduğumuz olaylar olmuştur! Ama babam da önemli kararlarda, annemin düşüncesine saygı duymasını bilir. Evin bütün yükünü taşıyan, bizi çekip çeviren annem.
Ne tür hayaller kurardınız küçükken? - Çok büyük hayallerim yoktu. Ben kendi mutluluğumdan çok, sevdiğim insanların mutluluğuna önem veren biriyim.
Niye?- Bilmiyorum, öyleyim işte.
Verici, fedakâr, iyi kalpli...- Evet. Kötü bir şey mi bu?
Yok canım, şahane bir şey... Bir erkek bu kadar güzel olunca, manken olmak, model olmak filan istemez mi? - İnanır mısınız hiç alakam yoktu, birkaç kere katalog çekimi ve model yarışması için teklif geldi, “İşim olmaz” dedim. Ben utangaç ve mahcup biriyim, aslında oyuncu olmaya da niyetim yoktu.
Peki ne zaman yakışıklı bir adam olduğunuzun farkına vardınız?- Bir kere o kadar abartılacak derecede yakışıklı olduğumu da düşünmüyorum.
Rica ederim, hiç fena değilsiniz, boy pos şahane! Gülünce gözleriniz de kayboluyor. Bir de en önemlisi, bu arsızlaşmış dünyada, siz son utangaç erkeklerden birisiniz herhalde! Daha ne olsun... - Teşekkür ederim.
Kızların ilgisi hep üzerinizde miydi?- Benim öyle çok fazla kız arkadaşım olmadı. Uzun süren ilişkilerim oldu. Sadık biriyim.
Delilik, çılgınlık kitabınızda yazmaz mı? - Yazar, yazar. Ezel projesini zaten, “Bir çılgınlık yapmamın zamanı geldi” diye kabul ettim.
O iş tam olarak nasıl oldu?- İstanbul beni korkutan, aynı zamanda cezbeden çok farklı bir dünyaydı ve ben bu dünyayı yaşamadan ölmek istemedim.
Kim size Ezel denilen ve hepimizi ekranlara kilitleyen bu dizide rol teklif etti?- Ay Yapım, Kenan İmirzalıoğlu’na benzeyen birini arıyormuş, bir şekilde bana ulaştılar. Fotoğrafım ellerine geçmiş. Ama ben bu hikâyeyi, bütün üniversite hayatım boyunca dinledim, herkes bana “Miroğlu” derdi. Özellikle göz yapımız benziyormuş. Kenan Abi’yle, o yüzden sürekli “Gül” diyorlar bana. Onun da kayboluyor gülünce gözleri.
Peki sırf ona benziyorsunuz diye rol teklif edilmesine şaşırmadınız mı?Vallahi muhteşem bir kadroyla çalışacaktım. Kabul ettim.
“Önce senaryoyu okumam lazım” diye havalar atmadınız mı?- İlk görüşmeden sonra okudum. Okurken de bu projenin ne kadar muhteşem olduğunu her sayfada daha iyi anladım. Hele benim gibi ilk kez bir dizide oynayacak biri için çok büyük şans.
Peki esas olarak niye kabul ettiniz? Belli ki çok istekli olsaydınız, çok daha önceden bu işlere girebilirdiniz?
- Bilmiyorum bunun cevabını. Biraz kader galiba. Bir de demek ki daha önce zamanı değilmiş, hazır değilmişim.
Şart filan koştunuz mu?
- Yok canım, para bile konuşmadık, onlar bir şeyi uygun gördüler ben de “Tamam” dedim.
Annenizin babanızın tepkisi?- Önce olumsuzdu. “Nereden çıktı? Ne gereği var?” filan dediler. Ama şimdi hoşlarına gidiyor.
Öyle patdadanak mı daldınız oyunculuğa?- Yok İpek Hoca’yla çalıştık, İpek Bilgin...Tamam projeyi kabul etmiştim ama oyunculukla ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Profesyonel yardıma ihtiyacım var. Ay Yapım da bunun farkındaydı ve bu konuda sektörün en iyilerinden biri, İpek Hoca’yla çalışmamı uygun gördü. Onunla ilk karşılaşmamız da komik zaten, beni Kenan Abi zannedip sıkı sıkı sarıldı. Sonra fark etti, “Aaa sen Kenan değilsin!” dedi. Hoş bir anıydı benim için.
Ondan bir aylık hızlandırılmış oyunculuk kursu gördünüz yani...- Aynen öyle. İpek Hoca’nın yardımıyla, hiç oyunculuk deneyimi olmayan biri, bir ay içinde ne öğrenebilirse, öğrenmeye çalıştım. Halen zorlandığım yerlerde kendisinden yardım alıyorum. Müthiş biri.
Nasıl çalıştınız peki? Neler öğretti?- İlk iki hafta, temel oyunculuk eğitimiyle ilgili çalışmalar yaptık. Bir ara kaçıp gidesim geldi. “N’apıyorum burada? Ben ne işim var” dedim. Sonra yavaş yavaş, oyunculuğu sevmeye başladım. Kulaklarımı dört açıp bana söylediğini anlamaya, öğrenmeye gayret ettim. Onunla bir temel oluşturuyorduk. O temelin sağlam olması da, benim, onun anlattığı her şeyi doğru anlayıp, kavramama bağlıydı. Ben de en iyisini yaptığıma inanıyorum.Çekimlere iki hafta kala da, elimize senaryoyu alıp senaryo üzerinde çalışmaya başladık. Bana, “Sen aslında kendini oynayacaksın” dedi. Gerçekten de Ömer karakteriyle benzerliklerim var. Çok da kendime aykırı bir tipi oynamıyorum. O yüzden zor olmadı zaten...
Peki ilk defa bir sette çalışacaktınız, ilk defa rol yapacaktınız, üstelik çevrenizdeki herkes çok profesyonel... Korkmadınız mı?- Açıkçası biraz korktum. Şimdi onların burnu havadadır diye düşünüyordum. Ama acayip güler yüzlü ve iyi niyetli insanların arasına geldim.. Herkes bana çok yardım etti. Bu da işimi kolaylaştırdı. Bir de ben yapı olarak, soğukkanlı ve sakin bir tipim. İlk tamirhane sahnesinde, etrafımdaki insanların benden daha heyecanlı olduğunu görmek komik bir andı.
Evet yani, karşınızdaki adam Tuncel Kurtiz, boru değil...
- Hakikaten boru değil. Benim bir sürü arkadaşım, Tuncel Abi’yle yan yana olabilmek için elbiselerini taşımaya razı olduğunu söyledi. Ve düşünebiliyor musunuz, ben bu insanla karşılıklı oynuyorum. Ankara’daki hapishane sahnelerinde çok fazla beraber vakit geçirdik ve çok sohbet ettik. Bana inanılmaz güzel tavsiyelerde bulundu ve inanılmaz motive etti. Onlarla aynı ortamda bulunmak bile benim için çok büyük bir şans. Hele Tuncel Abi, o kesinlikle bir efsane!
Cansu Dere gibi bir kadının, ihanete uğramış sevgilisi olmak, sizce iyi mi, kötü mü? Ömer’e dışarıdan “Amma aptalmış!” mı dersiniz, “Amma iyi insanmış!” mı?- İyi insan olmak, biraz saflığı da barındırır içinde. Yani bana öyle geliyor. İyi insan olarak kalabilmek için de, bazen başınıza gelen şeylere katlanmanız gerekiyor. Ama Ömer’in başına gelenler biraz fazla! “Amma aptalmış” demiyorum ama onun için biraz üzülüyorum. Ona kötülük yapanlara kızıyorum, aynı zamanda “Hayat biraz da böyle” bir şey diyorum.
Aşk için İstanbul, sevgi için Ankara
Ne zaman meşhur olduğunuzu fark ettiniz?- Dizinin ilk bölümü yayınlanırken telefonun sesini kısmıştım, dizi bittiğinde 83 cevapsız vardı, o zaman.
Kendi hakkınızda duyduğunuz en saçma dedikodu...- Bir ara 74 Diyarbakır doğumlu olduğum ve Ay Yapım’ın avukatı olduğum söylenmişti, çok gülmüştüm.
Hiç manikür yaptırdınız mı?- Evet. Sadece bir kez, mecburiyetten...
Hayatınızın herhangi bir döneminde estetik yaptırabilir misiniz?- Allah korusun bir kaza filan olmadığı müddetçe istemem. Ben doğal olanın güzel olduğuna inananlardanım.
İstanbul mu, Ankara mı? Neden?- Aşk için İstanbul, sevgi için Ankara...
Bir arkadaşta ne ararsınız?- Güven. İhtiyacım olduğumda yanımda olabileceğini bilmem çok önemli.
Bir kadında ne ararsınız?- Huzur. Huzur versin bana.
Tahammül edemediğiniz kadın tipi?- Elinde sürekli makyaj aynasıyla dolaşan, sadece fiziğiyle, güzelliğiyle meşgul kadın...
Hayattaki kahramanınız...
- Babam.
Birine vereceğiniz en önemli öğüt ne olurdu...- Kendi kabuğuna çekilmemesi, sürekli kendini geliştirecek yeni arayışlar içinde olması...
En son ne zaman ağladınız?- Duygusal bir insanım, küçük şeylerde bile gözlerimin dolduğu oluyor. Her şeyden etkilenebiliyorum. Bazen sinemadaki bir sahne, bazen televizyondaki bir haber.
Ölmeden önce mutlaka yapmak istediğiniz bir şey...- Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırdığında orada olmak! Sanırım o zaman da mutluluktan ağlarım...
Onu taklit edersem, kendi farkımı ortaya koyamam
Siz kendinizi Kenan İmirzalıoğlu’na benzetiyor musunuz?- Benzer bir havamız var. Bence sadece fiziksel bir şey değil bu, aile yapılarımız da benziyor. Yıllarca “O senin neyin oluyor?” soruları duydum, hatta ikizim olduğunu zannedenler bile çıktı. Yani sırf ona benzediğim için oyunculuk kapılarının açılması beni hem şaşırttı hem de hiç şaşırtmadı.
Peki Kenan İmirzalıoğlu’na benzemek avantaj mı, dezavantaj mı?- Bu, bana bağlı. Sabrıma bağlı, göstereceğim performansa bağlı...
İnsanlar sizi beğeniyor ama bir başkası olarak. Bunun yarattığı bir sıkıntı yok mu?- Gerçeği kabul etmek gerekirse, şu an buradaysam Kenan Abi’ye benzerliğim sayesinde. Sizin benimle röportaj yapma sebebiniz bile bu... Oyunculuğa devam etmek istiyorsam, farklı bir şeyler yapmak zorunda olduğumun farkındayım. O benim çok sevdiğim, saydığım bir abim. Konuşmalarımızda bana çok yardımcı oluyor. Ama onun izinden gidersem, onu taklit edersem, kendi farkımı ortaya koyamam, bunun da bilincindeyim. İnsanlara farklı bir şeyler gösterebilmek için, sürekli yeni şeyler öğreniyorum. Kendime bir şeyler katmaya çalışıyorum. Bakalım belki de başarırım ama bu konuda daha yolun çoook başında olduğumun farkındayım.