İnadına Alya Yer cücesi denizde

Gülmekten ölüyorum...

Alya’nın denize girmek için hazırlanmış haline bakarken.../images/100/0x0/55ea13b0f018fbb8f869e306

Üzerinde önden fermuarlı, vücuda yapışan tek parça bir giysi var.

Mayo demeye dilim varmıyor, tuhaf bir şey.

Güneşin Dubai’deki kadar etkili olduğu yerlerde, çocukları korumak için özel üretilmiş bir şey.

Bununla Alya, balık adamlara benziyor, çok komik.

Ama fosforlu ve pembe.

Ya da şöyle diyebiliriz:

Küçük şeker bir penguen.

Sadece dizlerinin ve dirseklerinin altı açıkta.

Onlar da 50 koruma faktörlü güneş kremi ile sıvanmış durumda.

Gözlerini nasıl koruyoruz?

Ultraviole ışıklarına dayanıklı güneş gözlükleriyle.

Onlar da pembe, kıyafetini tamamlıyor.

Ve son olarak, kafasında pembe puanlı bir şapka.

Bu asorti kıyafetiyle, kıvırcık saçlı yer cücesi, istediğini yapabilir.

Paldır küldür denize koşuyor.

Hey kolluklarını unuttuuuuun!

Burası Dubai, havalar ısındı, deniz mevsimi başladı.

Sabahları plaja gidiyoruz, yüzüyoruz, sahil boyunca yürüyüş yapıyoruz, deniz kabuğu topluyoruz, top oynuyoruz ve kumdan kaleler yapıyoruz.

Benim yaptığım kalenin surları -ıslak kumla kuru kumu karıştırdığım için- kovanın içinden jilet gibi çıkıyor, Alya’nınkiler kırık dökük, yamru yumru, her seferinde yüzüme hayranlıkla bakıyor, "Sen nasıl bu kadar düzgün yapabiliyorsun?" diye, "Sen ne kadar büyük mimarsın!" diye.

Ben de ona anlayışla gülümsüyorum.

Bu günlerin kalıcı olmadığını biliyorum, o yüzden tüm yaşadıklarımın tadını çocuğumla birlikte çıkarmaya çalışıyorum.
/images/100/0x0/55ea13b0f018fbb8f869e308
KULAKTAN KULAĞA

Bu aralar en favori oyunumuz, kulaktan kulağa.

Genellikle arabada oynuyoruz.

Arabada giderken, aile olma hali çok hoşuma gidiyor, birden görüntüler karışıyor, ben Alya oluyorum, çocukluğuma dönüyorum.

O kadar eski, o kadar klasik bir oyun bu.

Bir aile oyunu.

Ben de oynamıştım, çocuğum da oynuyor.

Sevgilim arabayı kullanıyor, ben yanında oturuyorum, Alya ve Necla arkada. Alya, küçük elleriyle omzumu tutup öne eğiliyor, kulağıma kelimeyi fısıldıyor, "ahtapot" diyor mesela. Bu sefer, ben eğiliyorum, sevgilimin kulağına fısıldıyorum: "Ahtapot."

Sevgilim, sırtını koltuğa yaslıyor, Necla öne doğru eğilip ondan kelimeyi alıyor ve birden kendini tuhaf bir şekle sokup, arabanın içinde hazır ola geçip yüksek sesle ahtapot diye bağırıyor.

Alya nasıl şaşırıyor anlatamam.

Aaaaaaaaaaaaaaaaaa!

Evet o kelimeydi!

Ahtapottu!

Nasıl bildiniz!

Yüzünde sen büyüksün Necla bakışı!

Dünyanın en basit en masum oyunu, onun aklını başından alıyor.

AÇIK HAVA ANAOKULU

Küçük bir ön bahçemiz var. Üç tarafı begonvillerle kaplı, mini minnacık bir şey. Ben oraya L şeklinde marangoza bir divan yaptırmıştım. Üzerine de yastıklar ayarlayıp, yere de beyaz çakıl taşı serpmiştim. Taş deyip geçmeyin, ben onları çuvallarla ta nerelerden toplayıp getirmiştim.

Ne var ki tutmadı.

Ev halkı sevmedi.

Bir Allah’ın kulu gidip oturmadı.

Sinir oldum.

En bayıldığım şeydir, evin her köşesi ile oynamak.

Bir sabah bir şimşek çaktı beynimde, o bahçeyi nasıl fonksiyonel hale getireceğimi buldum.

Sevgilime ne zaman "Çok iyi bir fikrim var" desem, "Aman Allah’ım yandık!" bakışıyla bakar.

Zaten biz de onu işlere pek karıştırmıyoruz, her şeyi Necla ile ikimiz hallediyoruz.

Allah için ikimizin de gücü kuvveti yerinde, erkek gücüne muhtaç değiliz.

Necla, bir de ekstradan acayip becerikli.

İkea’dan aldığımız monte edilmesi en komplike şeyi bile, 15 dakikada yapabiliyor, "En büyük hayalim de marangoz olmaktı" diyor.

Neyse kurtulduk, benim istenmeyen, ailenin dışlanan divanını söktük, götürdük, karşıdaki çöpe bıraktık. Çakıllar da çuvalları boyladı, divanın yanına...

Gittik çim aldık, rulo çim, bahçıvanımız Çaça’dan ekmesini rica ettik, bir saat sonra bahçenin zemini olduğu gibi yemyeşil çimdi.

Necla sordu: "N’apıyoruz?"

"Alya’ya açık hava anaokulu" dedim, "Madem kızımız, anaokuluna gitmiyor, biz de anaokulu, ona, buraya getiririz."

Hemen atladık Dragon Market’e gittik, rengarenk bir masalı bank aldık, nasıl şeker bir şey, çimlerin ortasına koyduk. Orada açık havada resim dersi yapacağız. Renkli kağıtlar, makaslar, yapıştırıcılar, yüz boyaları, sulu boyalar aldık. Alya ile aramızdaki en büyük çekişme boyama kitapları yüzünden, onları ben boyamak istiyorum, çünkü bana çok iyi geliyor, terapi gibi, o da asla izin vermiyor, "Anne bırak!" diye elimden kapıyor, akşam da babasına beni şikayet ediyor.

Necla zaten anaokulu öğretmeni, bu işleri biliyor, kartonları kesiyor, yapıştırıyor, kağıttan kuşlar, atlar yapıyor, Alya’ya da yaptırıyor.

Bir de silgili, tebeşirli kara tahtamız var.

Toys R Us’tan da indirimden plastik bir ev satın aldık. Alya’nın içine girip oynayabileceği bir ev, köşeye de onu koyduk. İkimiz birlikte içine girip oturabiliyoruz. Evin duvarına anne, baba ve Ayla resmi astık, bir de saat.

Şimdi evin yanına tahtadan minik çitler yapmak istiyoruz ki, tam masal evi gibi olsun.

Ve dayalı olduğu duvara da Necla ağaçlar çizecek, dağlar, bulutlar, kuşlar yapacak, Seramik Cafe’de Alya ile birlikte boyadığımız güneşle ayı da oraya asacağız.

Alya, açık hava anaokulu güzelleştikçe, ellerini birbirine çırpıyor.

Sanırım, dünyada bir çocuğu mutlu görmekten daha hoş ve daha anlamlı hiç bir şey yok.
Yazarın Tüm Yazıları