Sinsi sinsi gülüyorum. Saat sabahın üçü. Dubai’deyim. Son zamanlardaki en hınzır projemi hayata geçirmiş bulunuyorum.
Kendi evime, pembe panter adımlarıyla metres gibi giriyorum.
Hemen sinirlenmeyin, metres demedim, gibi dedim, benzetme yaptım.
Hoşumuza gitse de gitmese de, ikinci kadınlarla yaşananlar "yasak" olduğu için, gizli kapaklı olduğu için daha çok heyecan içerir, ben de benzer bir ruh halindeyim, bunu anlatmaya çalışıyorum.
Çünkü gizli bir iş çeviriyorum.
Onun haberi yok ve ben 24 saatliğine, Alya’yı Necla ile İstanbul’da bırakıp, Dubai’ye sevgilimin -kocam yani- yanına geliyorum.
Sadece öpüşüp koklaşmaya...
Onu etkilemek istiyorum.
"Sevişmek için, kalktı İstanbul’dan Dubai’ye yanıma geldi" desin istiyorum.
*
Sanki ben sevgilimin karısı değilim.
Onun başka bir karısı var, İstanbul’da çocuğuyla birlikte olan o ve ben değilim.
Onlar İstanbul’dayken, ben onun yanına gidenim.
Onu herkese, her şeye tercih edenim.
Sanki bilmem kaç yıldır yaşadığımız evimizde değil de, otelde buluşacağız. Yüreğim ağzımda, kalbim güm güm güm, bacaklarım titreye titreye, kimseye çaktırmadan, asansöre binip telefonda bana söylediği numaralı odaya çıkacağım...
Kapının önünde Alya’nın pembe bisikleti. Hiç oralı olmuyorum, şu anda anneye filan da benzemiyorum, kollarımda omuzlarımda Alya çantaları da taşımıyorum.
Hafifim, özgürüm, bakımlıyım, güzelim.
*
Anahtarı kapıya sokuyorum.
Sessizce içeri süzülüyorum.
Ev bambaşka görünüyor gözüme.
Fonda bilmediğim bir müzik çalıyor, televizyondan mı müzik setinden mi geliyor çıkaramıyorum.
Evin içindeyim şimdi, arkamdan kapıyı kapatıyorum, yüksek sesle sevgilimin adını söylüyorum.
Cevap yok.
Bir küçük panik anı.
Yoksa, evde yok mu?
Bir yere gitmiş olabilir mi?
Neredesin sevgilim?
Allah’tan kafamı çevirdiğim anda, onu görüyorum.
Televizyon izlerken uyuya kalmış, o yüzden beni duymuyor.
Hiç gözlerimi ayırmadan ona doğru yürüyorum.
İçimden "İşte bu adam... Bu adam benim sevgilim, aşkım..." diyorum.
Bir anda her şeye değiyor, yolculuğa, uykusuzluğa, yorgunluğa...
İçim sevinçle doluyor onu tekrar görünce...
Ve nasıl tuhaf bir şey!
İnsan, bir süre ayrı kaldığı sevgilisini görünce, birden fazla duygu ile karşı karşıya kalıyor. Hem şefkat hissediyorum, hem şehvet, hem sevgi ve aşk, ama aynı zamanda acıma ve koruma...
Hepsi bir arada.
Kocaman evde, öyle yapayalnız kanepeye uzanmış, yatıyor...
Alya da aynen onun gibi uyuyor...
Onun küçük modeli, bu kadar mı aynı olur, uyuma halleri...
*
Hayıflanıyorum.
Eğer uyanık olsaydı, onun için ne kadar hazırlık yaptığımı görmüş olacaktı.
Uçağa binmeden berbere gittim.
Saçlarım güzel.
Gecenin üçüolmasının önemi yok, havaalanının tuvaletinde hafif bir makyaj yaptım.
Her zaman yolculukta rahat edeyim diye eşofmanlarla uçağa binen ben, bu sefer sevgilime güzel görüneceğim diye, yola uygun olmayan kıyafetler giydim.
Dizimin üzerine kadar çizmeler vesaireler vesaireler.
Sırf biraz daha dişi durayım diye...
"İşte bu benim güzel karım!" desin diye...
Ama şansa bakar mısınız, uyuyor...
Bunların hiçbiri olamıyor...
Çok da hafiftir uykusu, biraz ses yapsam uyanır...
Ama kıyamıyorum.
Yanına sokuluyorum.
Birden gözünü açıyor.
İnsan gözünü açtığı anda gülümser mi?
Gülümsüyor.
Bu kadar güzel bakar mı?
Bakıyor.
Bekliyorum ağzından çıkan ilk sözcükler ne olacak diye.
"Rüyada mıyım?" diye soruyor.
Bana soruyor.
Cevap yerine sadece gülümsüyorum.
"Gözümü kapatıp yeniden açarsam sen olmayacak mısın?" diye soruyor.
"Dene ve gör" diyorum.
Kapatıp açıyor.
Ben yine varım.
En sevdiğim hali bu, yeni uyanmış hali...
Nasıl da güzel, öpülesi duruyor...
"Bu nasıl güzel bir sürpriz" diyor, "Nereden çıktın? Bu kadar işinin arasında nasıl geldin?.."
"Geldim işte..."
Belimden sarılıyor, öylece duruyoruz.
Bizim çocuklu evimizdeyiz, çocuksuz bir halde...
Şimdi ikimiz de gizlice buluşmuş sevgililer gibiyiz...
Okuldan kaçmış çocukların neşesi de var üzerimize...
Ve iştahı...
*
Ele ele tutuşup buzdolabına gidiyoruz.
Yumurtalar çıkıyor.
Göz göz sahanlara kırılıyor.
Buzluktan simit çıkarılıyor, arasına kaşar konuyor ve fırına sürülüyor.