İnsan şu listeye bakıp bu adam ‘yemek eleştirmeni’ diyebilir mi?
Oysa o, “İyi yemek eleştirisi yapabiliyorsam, bunu aldığım eğitime borçluyum” diyor.
Kim ne derse desin, o bir fenomen...
İnternette hakkında yazılmış yüzlerce yorum var.
Ama şarkıcı değil, topçu, popçu değil, siyasi tartışmalara giren bir köşe yazarı hiç değil.
Yemek ve şarap uzmanı... Milliyet’teki yazıları da, NTV’deki programı da inanılmaz ilgi görüyor.
Ama karşımdaki adam, bütün bunlardan habersiz duruyor çünkü beş hafta Türkiye’ye geliyor, çekimlerini yapıyor, sonra hop gidiyor.
Ününün farkında değil.
Ukala hiç değil. Hatta biraz çekingen.
İnsanı, kendisine hayran eden bir tevazuya sahip.
Pek çok insanı cebinden çıkarabilir ama öyle bir niyeti yok. Sadece sevdiği işi yapıyor ve çok dürüstçe yapıyor. Artık böyle insanlar azalıyor...
Nihayet yakaladım sizi. Çok merak ediyordum. Öncelikle soyadınız nedir: Milör mü, Milor mu?
- Milor! ‘O’ ile. NTV’de programa başladığımızda, yanlışlıkla ‘Milör’ yazıldı. Tabii kıyameti kopardım. Ama ne fayda. Ben düzeltmeye çalıştıkça, işler daha da karıştı. Şimdi, Milör aşağı, Milör yukarı?
Sizinle bugün yemekten çok, hikâyenizi konuşmak istiyorum. Nasıl bir çocukluk sizinki?
- Biraz hüzünlü?
Ooooo! Neden?
- Çünkü annemle babam, ben 5 yaşındayken boşanıyor. Babam, kadınları fazla seven biri. Sorun bu. Sonradan da zaten bir tiyatro sanatçısıyla evleniyor. Annem o zaman 26 yaşında, depresyona giriyor. Duygusal olarak bana bakabilecek durumda değil. E babam da Gül Gülgün Hanım’la yaşıyor. Ben ortada kalıyorum: Beni büyüten babaannem.
Annenizin eğitimi?
- Arnavutköy Kız Koleji’ni bitirmiş. Türkiye’de ilk devalüasyonu yapan Maliye Bakanı Halit Nazmi Keşmir’in kızı. Çok da güzel fakat hiçbir zaman güzelliğinin farkına varamamış. ABD’ye gidip doktor olmak istemiş, eğitimine devam etmesini uygun görmemişler. Kaybolur gider diye düşünmüşler, babamla evlendirmişler. Babam da iyi aile çocuğu, sarışın, mavi gözlü, seksapeli olan bir adam. Sorun da buydu zaten, babam çok çapkındı.
Hâlâ neden babaanneniz ve dedenizle yaşadığınız anlayamıyorum?
- Çünkü annem sorumluluğumu yüklenebilecek durumda değildi. Ayrılıktan sonra bir türlü kendine gelemedi. Ara sıra gidip kalıyordum onunla. Ama genel olarak babaannem ve dedemle büyüdüm.
Peki bu durum, insana koyuyor mu yoksa zamanla, “Bu da benim gerçeğim” deyip kabulleniyor mu?
- E biraz yıkım oluyor. Babamı da pek görmezdim. 16 yaşında fark etmeye başladım. Ama annemi çok severdim. O hep mutsuz olduğu için, ben de mutsuz bir çocukluk geçirdim.
Nerede yaşıyordunuz?
- Annem, Gümüşsuyu’nda Rota Apartmanı’nda otururdu. Ben de babaannem ve dedemle, Şişli’de Halaskârgazi Caddesi’nde Çiftçiler Apartmanı’nda. Dedem başarılı bir işadamıydı. İlk meyve sularını üreten insan: Meram Meyve Suları. Daha sonra Çatalca’da büyük bir çiftlik aldı. Ziraat mühendisiydi. Modern çiftçilik, tavukçuluk yaptı. Ama ne yazık ki ben 13 yaşındayken dedem, 16 yaşındayken de babaannem vefat etti.
Peki sonra size ne oldu?
- 16’dan sonra babam ve Gül Gülgün Hanım’la yaşamaya başladım. Galatasaray’da yatılı okuyordum o dönem.
Anneniz peki? Tekrar evlendi mi?
- Evet. Kendisinden genç bir üsteğmenle?
Sonunda mutlu oldu mu?
- Çok aşık oldu ama mutlu oldu mu bilmiyorum. Eşinin işi gereği devamlı Anadolu’da dolaşıyorlardı. Annem yine ortalıkta yoktu anlayacağınız.
Çocuk yaptı mı?
- Yapmadı.
KİMSE BENİ YÖNLENDİRMEDİ ÇOK YÖNLÜ BİR ADAM OLDUM
Çocukken neler hayal ederdiniz, geleceğe dair planlarınız neydi?
- Bundan bir ay önce, çok ilginç bir mektup buldum. Mektubu yazan Can İren. Türkiye’ye egzistansiyalizmi getirenlerden. Demir Özlü’nün ve Oğuz Atay’ın yakın arkadaşı. Dayımın ve annemin de. Sonra intihar etti. Mektubu yazdığı dönem, Almanya’da mitoloji master’ı yapıyor. Anneme “Bu çocuk, farklı bir çocuk, başkalarına benzemiyor” diye yazmış. Gerçekten de öyleydim, sosyal değildim, şiir yazardım, büyüklerle sohbet etmekten hoşlanırdım. Ve okurdum, çok okurdum.
Aynı zamanda çok yönlü birisiniz?
- Çünkü beni kimse bir yere kanalize etmedi. Belki de sebebi budur. Annem hep kendi derdindeydi. Evlenince de, bütün dikkatini eşinin kariyerine verdi. İkinci eşi, dört dönem milletvekilliği ve bakanlık yaptı. Siyasette başarılı oldu. Ama tabii annem yine yalnız kaldı. Babama gelince, dedem öldükten sonra her şeyi satmaya başladı. Dedem yaşasaydı belki beni bir yere kanalize ederdi ama yoktu öyle biri. Ben de ne yapacağımı bilemedim, sadece okudum. Ve tuhaftır, okullarda hep birinci oldum.
Nasıl oluyordu?
- Her halde iyi özetliyordum, okuduklarımı çabuk kavrıyordum, bilemiyorum. Fakat kimse bunu paraya çevirmeyi öğretmedi bana. Bir tek Vehbi Koç burs vermek istedi. Üvey babam da destekledi, “İşletme oku, sonra Koç Holding’e girersin” dedi. Ben istemedim çünkü kurumsal hayat bana sıkıcı geliyordu. Hâlâ geliyor. Bir de yapabileceğim bir şey değil, çok açık sözlüyüm. Diyeceğim kimse beni yönlendirmediği için, çok yönlü bir adam oldum çıktım ve sadece sevdiğim şeyleri yaptım. Parayı kazanmayı düşünmedim. Bir de şu var tabii: Baktım çok büyük bir servet 15 senede heba olup gitti, o zaman demek ki her şey boş dedim, hayatta en önemli şey, sevdiğin işi yapmak?
Gözünüzü kapatın ve bana çocukluğunuza dair mutlu olduğunuz bir kare söyleyin?
- Annemle Lamartin Caddesi’ndeki Çin lokantasındayız, baş başayız ve gülüyoruz. Annemi mutlu görüyorum?
Anneniz hayatta mı?
- Yok, 2002’de vefat etti.
Peki anne-oğul hikâyenizin sonu mutlu mu?
- Annem hiçbir zaman mutlu olamadı çünkü istediği aileyi kuramadı. Bunları anlatmam ne kadar doğru bilemiyorum ama üvey babam, politikaya atıldıktan sonra, annemin bir çocuğunun olduğunun bile bilinmesini istemedi. Beni Mesut Yılmaz’a ‘annemin yeğeni’ olarak takdim etti. Bu da beni çok yaraladı. Belki de yurtdışına kaçma nedenlerimden biri budur.
Peki insan annesiyle nasıl hesaplaşır?
- Sonuçta annemdi. Ne yapabilirim ki? Ve üvey babama aşıktı, çok aşık. Bir şey yapamıyordu, çaresiz kalıyordu. Hesaplaşamazdım çünkü o hesaplaşma annemi üzerdi, bunalıma sokardı. O yüzden hiçbir zaman tam bir hesaplaşma olamadı. Çocukluğumun en mutlu anları, ping pongda iyi oynayıp kazandığım zamanlar, bir de annemle birlikte yemek yediğimiz zamanlar. Ama tabii şimdi her şey geride kaldı, artık hayatta değil?
YEMEK KİTAPLARINI SIKICI BULUYORUM
Yemeklerin içinde tek tek ne olduğunu sayabiliyorsunuz. Yemek üzerine okuyor musunuz?
- Hayır. Yemek de yapmadığım için o kitapları çok sıkıcı buluyorum.
Yemek üzerine eğitim alsanız, daha iyi olmaz mıydı peki?
- Olmazdı. Zaten başarısız olurdum. Bir tek aşçılık okuyabilirdim. O da sevmediğim bir şey, aşçı olmak istemezdim.
Sucuk reklamında oynamanızı eleştirenler var? Para için mi yaptınız, canınız mı istedi?
- Birkaç şeyin bileşimi. Para tabii ki önemli motivasyon. Ama şunu da düşündüm, İtalyan bir yemek eleştirmeni prosciutto reklamında oynamak ister, çünkü milli bir şey. E sucuk da öyle. Bir de tabii, oynamadan önce fabrikaya gittim, inceledim, “Evet, bu adamlar ciddi” dedim. Lezzet olarak kavurmalarını da beğendim.
Kuzu takıntınızın sebebi?
- Benim kuzu takıntım yok! Türk insanının, et konusunda inanılmaz bir muhafazakârlığı var! Batı’da kuzu da yerim, av hayvanları da, kuş da, güvercin de, geyik de? Burada yok. Zaten pişirmeyi de bilmiyoruz. Dana da Türkiye’de kalitesiz. İtalya’da yediğim biftekler nerede? Bizde çoğu, kuru ve kötü. O yüzden yenecek et olarak kuzu çıkıyor öne.
“Birkaç haftalık kuzu daha lezzetli oluyor” gibi laflar ediyorsunuz?
- Ama doğru. İspanya’da en makbulü üç haftalık kuzu. Onları kesiyorlar. Fransa’da iyi lokantalarda ise iki-üç aylıkları. Ama arada lezzet farkı var.
Denizden çıkan en sıradan şey aslında balık, öyle mi?
- Aynen öyle. Bana “Şu hayatta ne yemeden yaşayamazsın?” diye sorun, denizden çıkan kabuklular derim.
Karizmatik bir adamsınız ve tabii inanılmaz bilgilisiniz? Kadınlarla aranız hep iyi miydi?
- Babama tepki olarak hiçbir zaman çapkın olmadım ama güzelliklere de kayıtsız kalmadım. İyidir kadınlarla aram. Benim için cinsel ilişki bile entelektüel birliktelik üzerine kuruludur. Belki babam kadar fazla kadınla ilişkim olmadı ama uzun sağlam ilişkilerim oldu. Bence de hayatta önemli olan bu.
Karınızla seyahat etmekten keyif alıyor musunuz?
- Çooook. Çocuk olduktan sonra özel yaşamınız zora giriyor, en çok da cinsel yaşamınız etkiliyor. Seyahat birbirini yeniden keşfetmek için çok iyi bir fırsat.
Emekliliğinizi nerede görüyorsunuz? Orada mı burada mı?
- Çok fazla uzun yaşayacağımı sanmıyorum. Bizim ailede kimse uzun yaşamıyor. Ama Allah’tan ciddi bir sağlık sorunum yok. İşimi çok sevdiğim için yapabildiğim kadar yapmak istiyorum, emekliliği düşünmüyorum.
Akademik hayatla ilişkinizin kalmaması korkutmadı mı sizi?
- Hayır hiç. Önce bir sene izin aldım. Sonra ikinci seneyi de aldım. Üçüncü sene, “Ya dön ya ayrıl” dediler. Orada, eşimin ciddi bir desteği oldu. Artık üniversiteden bir gelirim olamayacaktı, “Parayı boş ver, en son düşüneceğin şey olsun, seni mutlu görmek istiyorum, sana ne keyif veriyorsa onu yap” dedi ve bana destek oldu.
Sevdiğiniz kadını İstanbul’da yemeğe götüreceksiniz, nereye götürürsünüz?
- Kurtuluş’ta ocak başına. Küçücük, otantik bir yere. Gerçek bir ocakbaşı olacak ama. Bütün o kokularıyla, dumanlarıyla. Hiçbir zaman lüks yerleri düşünmem çünkü yeteri kadar lüks değiller.
YEMEK YERKEN LİBİDOM ORTAYA ÇIKIYOR
Bu yemek aşkı nasıl başladı sizde?
- Aslında önce içki aşkı başladı. Benim asıl konum şarap. Koklayarak başladım. Yemeğe gelince, nefret ederdim.
Nasıl yani?
- Evde iyi yemek piştiği için, okulda yemek yiyemezdim. Galatasaray’dan arkadaşlarım yemek programı yaptığımı öğrendiklerinde çok şaşırdılar. O kadar ilgisizdim yemeğe. Ama daha o yıllarda, şarapları koklayıp iyi bir şey bulmaya çalışırdım. İyi şarabı anlardım.
Nasıl oluyor bu? Çalışarak mı?
- Hayır, Allah vergisi. Kimsenin ne dediğini bilmiyorsun, o konuda hiç kitap okumamışsın. Sadece bir tanesi diğer şaraplardan daha çok hoşuna gidiyor çünkü daha derin, daha aromatik...
Galatasaray’da öğrendiğiniz en önemli şey?
- Kendimi korumak. Çünkü Saint Michel’den geldim. Klikler kurulmuş, çeteler oluşmuştu, üzerime çok saldırdılar. Dövüşmeyi öğrendim. Kırılmamayı. Savaşmayı. Direnmeyi?
Güzel bir yemek için okuldan kaçtığınız oldu mu?
- Annem gibi, anneannem de beni yemeğe çıkarırdı. İyi bir yemek, hele iyi bir şarapla eşleşirse çok büyük zevk. Kadın-erkek ilişkisi gibi. Bir kadını hemen anlayamazsın, tanıdıkça güzelleşir ilişki. Yemek de böyle benim için. Yemek benim için derine inmek. Elimi attığım her konuda, derine inmeyi severim.
PRATİK ZEKÂSI OLAN BİR İNSAN DEĞİLİM
Dünyanın en iyi okullarında eğitim gördünüz, hocalık yaptınız! Peki insan neden bu kadar uzun okur? Akademik hayat daha güvenli geldiği için mi? Yoksa hayattan kaçmak için mi?
- Doğru tespit. Büyürken gördüğüm iş dünyası kırıcıydı. Akademik bir kozanın içinde olmak bana daha az ürkütücü geldi. Özellikle de Berkeley yılları müthişti. Boğaziçi’nde ekonomi okuduktan sonra üzerine sosyoloji doktorası yaptım. ABD’de bir numaradır Berkeley. Düşünün, Foucault’dan, Habermas’a kadar herkes hoca. Bunlar yüzyılın en derin kafaları!
Peki tüm o okullara nasıl kabul edildiniz? Bu kadar akıllı mısınız?
- Yok canım. Pratik zekası olan bir insan değilim. Ama okumayı seviyorum ve sevdiğim şeyde başarılı oluyorum.
Kaç yıl okudunuz?
- Epey uzun. Ama sebepleri var. 1990’da doktoramı bitirdim, 1991’de de Dünya Bankası’nda çalışmaya başladım, ardından Brown’da hocalık yaptım. Eşim Linda’yla farklı şehirlerde hocaydık ve evliliğimiz zora girdi, birbirimizi göremez olmuştuk. Linda, Kaliforniya’ya gidip, high-tech endüstride çalışmak istedi. O zaman ben de, “Bari Stanford’da hukuk okuyayım” dedim. Biraz da aile birliğini bozmamak için oldu.
İşinize yaradı mı orada okumak?
- Çok. Oradan çıktım, biraz gerçek dünya gördüm, avukatlık filan yaptım?
Kaç yıl ABD’de yaşadınız?
- Hala orada yaşıyoruz. Ben gidip geliyorum ama esas olarak evimiz orada, Atlanta’da. Linda ve kızım Ceylan yazın üç ay geliyorlar. Kalan dokuz ay, ben Atlanta-İstanbul arası mekik dokuyorum. Beş hafta burada çekim yapıyorum sonra gidiyorum, beş hafta orada kalıyorum, sonra tekrar geliyorum. Şizofrenik bir hayat ama memnunum. Şimdi bir de burada, şarap ithali işine giriyorum.
Peki bu kadar sıkı bir akademik hayat sizi neden kesmedi? Neden o yönde ilerlemediniz?
- Brown’da mutluydum ama eşime özel sektör deneyimi çok yaradı. Kendi yaptığı işte birden bire adı duyuldu ve Georgia Tech’ten teklif aldı. Gitmek istedi. Ben de Georgia Tech’e girdim. Fakat alıştığım Berkeley ve Brown ortamından farklıydı. Entelektüel olarak beni açmadı.
Sonra?
- 2005’te Koç’ta uluslararası ilişkiler dersi verdim. Aynı anda da BUMED’de iki yazım çıktı. Sedat Ergin de beni Dünya Bankası’ndan tanıyordu. Milliyet eklerde yazmaya başladım. Sonra da gerisi geldi, NTV’de program filan?
Herkes televizyonda nasıl şehvetle yemek yediğinizi görüyor, kimi seviyor, kimi dalgasını geçiyor, kimi sizi izlerken gaza gelip acıkıyor, buzdolabına saldırıyor? Nedir bu?
- Yemek yerken, libidom ortaya çıkıyor. Çok güzel bir şey yediğim zaman, inanılmaz zevk alıyorum ve galiba dünyanın geri kalanını unutuyorum, kamerayı filan da?
BAZEN ÇENEMDEN BİR ŞEYLER AKIYORMUŞ
Ya ağzınızı şapırdatmak?
- Ya öyle bir şey de var değil mi? Mikrofon çok yakın ondan. Bazen de çenemden bir şeyler akıyormuş?
Ekmeği banarak yiyorsunuz ya, o doğallınız benim hoşuma gidiyor.
- Bunları bilerek yapmıyorum. Hayat boyu sevdiğim şeyleri kimseye aldırmadan yaptım.
Tamam çok ince değilsiniz ama şişman da değilsiniz. Nasıl oluyor bu?
- Tenisle. Bir de, burada çok yediğim zaman, Amerika’da dengeliyorum.
Siz mesela yediğiniz etin, Kaçkarlar’da dolaşan bir kuzu olduğunu söyleyebiliyorsunuz. Ya da “Deniz kenarında otlamış, tuzun tadını alıyorum” diyebiliyorsunuz. Bunları nasıl biliyorsunuz? Sallıyor musunuz?
- Yok, yok. Aldığım eğitim işte burada işe yarıyor. Benim uzman olduğum alanım, mukayese etmek. Doktora tezim de o konudaydı.
Kaçkarlar’daki kuzuyla, deniz kenarında yetişmiş kuzuyu mu kıyaslıyorsunuz?
- Evet, öyle de diyebiliriz. Birçok şeyi kafamda öyle oturtabiliyorum. O yüzden gençler bana, “Sizin gibi olmak istiyorum” diye yazdıklarında, “Aman okulunuzu bırakmayın, en iyi yerde, en iyi eğitimi alın. Öteki tecrübe işi, yedikçe oluyor” diyorum. “Yemekte kariyer yapacağım” diye saçma bir şey olamaz. Aşçılık var ama yemek eleştirmenliği diye bir kariyer yok. Şarap eleştirmenleri de ABD’de ya avukattır ya da ciddi akademik formasyonu olan insanlar. Eğer damak tatları da iyiyse, bunun üstüne de ciddi tecrübe binerse ne ala?
Yemeye bu kadar meraklısınız, hiç kendiniz yapmaya ilgi duymanız mı?
- Hiç. Ayrıca ben beceriksizim. Tenis hariç, el koordinasyonum yok. Ve sabırsızım. Yemek yapmak sabır işi.
Evde de devamlı gurme mi takılırsınız?
- Valla evde devamlı perhizdeyiz ve kalori sayıyoruz. İşin gerçeği bu!
Evde kalori sayıp, seyahatlerde mi cılkını çıkarıyorsunuz?
- Aynen! Hafta sonu da iyi şeyler yiyoruz. Mesela kum midyeli spagetti ya da kalın bir biftek, rokfor soslu, yanında da bir roka salatası?
Bir yerlerde, “Yemek yemek seks yapmak gibidir. İkisinin de doygunluğu işkence gibidir” demişsiniz?
- O hikaye şöyle, NTV’de bir programda yemek ikram ettiler, ben de GS’lı bir abimle yemekten gelmiştim. “Hayatta yiyemem tokum” dedim, sonra da o cümleyi söyledim, gerçekten de inanıyorum söylediğime.
Normal insanlar utanırlar böyle şeyleri söylemeye?
- Ben de pek utangaçlık duygusu yoktur.
Ukala mısınız?
- Değilim aslında. Çocukluğumdan beri, bir insanın sosyal konumuna, şöhretine, maddi gücüne bakmadan çok rahat konuşmuşumdur. Ukalalık farklı bir şey, bana ahkam kesmek gibi geliyor, ben kesmem, bilmediğimi sorarım, ondan da utanmam.