Paylaş
Dinginlik filan gibi ruhuma yabancı sözcükler geliyor aklıma. Yol hiç bitmesin istiyorum. Ara ara yanımdaki adamla göz göze geliyoruz, birbirimize bakıp gülümsüyoruz. Sonra kafamızı çevirip, bebek koltuğunda uyumakta olan çocuğa bakıyoruz. Çocuğumuza. Bizim çocuğumuza... Fonda, Leonard Cohen çalıyor. Dance me to the end of the love...
Kişisel tarihimi düşünüp, hafifçe gülümsüyorum. Hayat boyu üzerime yapışmış bir yalnızlık vardı. Hiç kurtulamayacakmışım gibi gelirdi. Bir türlü bir yerlere ait hissedemezdim kendimi. Hiçbir puzzle'a sığmayan bir bulmaca parçası gibiydim. Öyle dururdum havada. Kendimi oraya buraya yerleştirmeye çalışırdım. Oysa şimdi, hayatımın bu döneminde ilk defa bir şeylere, birilerine, bir yerlere ait hissediyorum kendimi. Sebebi direksiyondaki adam ve bebek koltuğundaki çocuk...
Dubai'den arabayla Oman'a gidiyoruz... İstikamet başkent
Hayat boyu kurtulamıyorsun izlerinden. İyisinden de kötüsünden de. Kafayı bu kadar araba seyahatlerine takmamın sebebi kendi çocukluğum. Babamla birlikte maaile çıktığımız araba seyahatleri... "Bak Alya, Tankstelle" diyorum, "Şimdi duracağız orada, seninle biraz dolaşırız... N'apalım, benim annem seninki gibi Türk değildi, Alman'dı, benzin istasyonu yerine Tankstelle derdi. Çocukluğumdan kalma anı sözcükler bunlar...." "Tamam, bir Parkplatz'ta duracağız, piknik yapacağız..." "Bak Alya, Grenze'ye geldik... Toparlan hadi, sınırdan geçeceğiz..."
Nedense
Haaa zannediyorsanız ki, 6-7 saatlik yolculuk, kolay, sorunsuz, şahane, masalsı geçiyor... Yalan! Ama ben o yanlarını anlatmayı seçiyorum... Aslında Alya, imanımızı gevretiyor. Bütün çocuklar gibi. Bu anne-baba-çocuk seyahatinde, hayatımızı kurtaran mini minnacık bir cihaz oluyor. Bir DVD player. Hem pille çalışıyor hem arabanın çakmağına takılabiliyor. Arabanın ön koltuğunun arkasına yerleştiriliyor. Ekranı küçük, fonksiyonu kocaman. Arkada oturanlar, araba seyir halindeyken DVD izleyebiliyor. Arkada oturanlar mı dediniz? O ordunun bir tane adı var: Alya! Artık en tehlikeli yerlerde bile -mama sandalyesi gibi- kaşla göz arasında, düştü düşecek ayağa kalkıp, yüreğimizi hoplatıyor. Ama onun umurunda değil. O, bu hareketinden dolayı mağrur, "Bravo" diyor, kendi kendini alkışlıyor. Arabadaki bebek koltuğunda da aynısı yapmaya kalkıyor. Çarelerden biri bağlamak. Ama hiç hoşlanmıyor bağlanmaktan, bağlı kalmaktan. Ama mecburuz. Ve geriye bir tek şey kalıyor. Oyalamak. Yolculuk boyunca onu oyalayabilecek mucize bir icat bulmak. İşte o icadın adı: Sony Portable DVD Player. Bayıldığı DVD'ler var. Baby Einstein serisi. Onları takınca kendinden geçiyor: Vahşi Hayvanlar, Geometrik Şekiller, Doğadaki Renkler...
Sonunda Muscat'a varıyoruz. Birkaç ay evvel Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyetin konakladığı otelde kalıyoruz: Al Bustan. Güzel bir otel. Çok güzel bir plaj. Palmiyeler, çim, beyaz kum ve turkuvaz deniz... İlk gece çocuğumuzla birlikte restorana iniyoruz. Aman Allah'ım, bu ne! Biz bu ödülü hak edecek ne yaptık? Bizim beyaz peçeteli romantik masamıza iliştirilmiş mama sandalyesinde yemek yiyen, bir bebek değil, kanatsız bir melek... Herkes hayran hayran bakıyor. "Ne kadar da uslu!" diyor. Zannedersin ki, hayatı boyunca dil balığı yemiş. Çatalına takıyorum, elimden alıyor, normal büyük insan gibi yiyor. Aynı şekilde o haşlanmış brokolileri, havuçları, patatesleri. Resmen bizim gibi çiğniyor. Sonra da kumaş peçeteyle, minik parmaklarını ve ağzını siliyor. Vay be diyoruz. Ukalalıklar ediyoruz: "Bak, değişiklik ne kadar iyi geldi!" "Çok sevdi bu seyahati... Baba bir ara kalkıyor, orkestra çalarken kahkahalar atan kızıyla dans edip etrafa hava basıyor. Hafif şaşkın ama sıfır problem odamıza gidip, yatıyoruz. Alya o gece hiç uyanmıyor. Ertesi gün öğlene kadar mucize devam ediyor. Her şey tertemiz ve vukuatsız... Ama sıra öğle yemeğine gelince... O kanatsız melek, birdenbire karar değiştirip, 3 dişli çatalını eline alıyor. Ağzındaki yemekleri garsonların suratına püskürtüyor. Sebzeleri önce mıncıklıyor, sonra yere atıyor. Makarnaları saçlarına sürüyor. Masa örtüsünü çekiyor, her şey olduğu gibi yere düşüyor. Ketçapı yere atıyor ve kırıyor. Artık ne yapacağımız şaşırıyoruz. Utancımızdan ölüyoruz. İki büklüm, sağdan soldan özür dileyerek, çocuğumu kapıp kaçırıyoruz. Yalnızca otelden değil, Oman'dan da. Anne-baba-çocuk seyahati, bu defa böyle sonuçlanıyor...
Paylaş