Paylaş
Sirkeci’de kalabalığın içinde yürüyoruz. El ele.
“Gel benimle.”
Benim için sihirli cümle.
10 yıl oldu, hâlâ bu cümleyi duyduğumda onun peşinden gidiyorum.
Oh be, He-Man gibiyim, hiçbir şey koymaz bana, beni aşk koruyor, sevgi koruyor. Sevdiğim adamla el ele olmak koruyor. Hayata dair yeni duygular, yeni yerler, yeni şeyler keşfetme duygusu koruyor. Bıkmışım sizin siyasetinizden, itiş kakışınızdan, güç oyunlarınızdan.
“Nereye?” diyorum.
“Seni şaşırtacak bir yere!” diyor.
Sevgilim beni, 10. evlilik yıldönümümüzün olduğu gün, öğle yemeği için Can Oba’ya götürüyor.
BİZ NEREYE GELDİK
Sirkeci yokuşundan tırmanıyoruz, sola Hocapaşa Hamamı Sokağı’na dönüyoruz, bir süre daha yürüyoruz...
Manavların, bol kepçe lokantalarının, fes-dansöz kıyafeti ve yastık kılıfı satan turistik dükkânların ve minik kırtasiyecilerin arasından...
Bildiğin Sirkeci dokusu.
“Geldik!” diyor.
“Bu ne ya!” oluyorum.
Salaş bir lokanta, 5 masalı.
Hayal kırıklığına uğramış gibiyim, evlilik yıldönümü için daha özel bir yere götürür zannediyordum.
Müthiş bir keşmekeş var karşıdaki lokantadan. “Pilav üstü kuru” diye bağırıyor bir garson, yandaki kahveden gürültü patırtı geliyor.
Veeeeee bir adam geliyor yanınıza, “Merhabalar ben Can Oba. Bir mönümüz yok. Ben bugün pişirdiklerimi sayayım, siz canınızın istediğini seçin” diyor. “Harika bir balık çorbam var. Karamelize soslu ciğer var. Ahtapotlu risotto, vişne sulu ördek, vejetaryen lazanya, portakal soslu somon. Ayrıca kuşkonmaz ve ıspanak yatağında deniz tarağı da verebilirim” diyor.
“Nasıl yani!!!!!” oluyorum.
Sevgilime bakıyorum.
Biz nereye geldik?
“Dur” diyor bana bakışlarıyla, “Bekle”...
Biraz sonra yemekler geliyor.
Kuşkonmaz ve tarak istiyoruz ortaya. Ben ahtapotlu risotto, sevgilim de karamelize soslu ciğer.
Aman Allah’ım, masada sanat eseri gibi duruyorlar.
Şu anda yazarken bile yutkunuyorum.
Tadı da nasıl güzel, önce kibarlık ediyoruz, sonra yumuluyoruz, bir tabakları yalamadığımız kalıyor.
Şaka gibi!
Sirkeci’nin ortasında, 5 masalı bir lokantada İstanbul’da yiyebileceğin en iyi yemeklerden birini yiyorsun. Meğer bilmeyen bir ben kalmışım.
ÖDÜLLÜ ŞEF
Meğer Vedat Milor da yazmış ne kadar iyi bir lokanta olduğunu, yere göğe koyamamış, bu kenti en iyi bilen adamlardan biri Saffet Emre Tonguç da yazmış, “Tripadvisor”da da geçiyormuş.
Can Oba, dünyada yılın şefi olarak seçilen Michelin yıldızlı Alfons Schuhbeck’in mutfağında uzun yıllar eğitim görüp çalıştıktan sonra 3 yıl süre ile ‘Schuhbeck’s Inn’ restoranında mutfak şefi olarak görev almış. Onun yönetiminde ‘Schuhbeck’s Inn’ Almanya Hessen eyaletinin en iyi mutfağı ödülünü almış.
Adam işi biliyor yani. Çekirdekten. Ve o şefle tüm dünyayı dolaşmış. Diyeceksiniz ki Türkiye’de ne işi var?
Çünkü annesi hastalanıyor, bakacak kimsesi yok. O yüzden bütün hayatını değiştirip, annesi için dönüyor.
Bir buçuk yıldır Türkiye’de yaşamadığı macera kalmıyor.
Duruma kendisi de gülüyor.
Gözlerinin içi gülen bir adam.
“Niye Sirkeci?” diyorsun.
Zannediyorsun ki, ben öyle zannettim yani, “Eksantrik olsun, orijinal olsun diye burada açtım lokantamı” diyecek, yoooo, “Param anca buna yetti!” diyor.
“Ara ara Karaköy’de, orda burada yer bakıyorum ama kiralar çok yüksek” diyor.
Size mutfağının küçüklüğünü ve ocağının saçmalığını anlatamam ama ona rağmen bu adam orada harikalar yaratıyor.
Tuvaleti bile yok bu restoranın, hanın içine giriyorsun, 3 kat merdiven çıkıyorsun.
O kadar sevdim ki onu, yemin ederim, bir yerim olsa, “Al kardeşim, bir süreliğine senin olsun, para mara da istemiyorum, aç lokantanı” derim.
Kafası ticarete basmıyor, tek amacı para kazanmak değil, o yüzden kimseyle ortak filan olmak istemiyor, kimse onu yutsun istemiyor, Doğuş Grubu da iki kere teklifle gelmiş, kabul etmemiş.
O, küçük kalmak istiyor.
TORPİL SÖKMÜYOR
Herkese zaman ayırmak istiyor, mesela “7’de gelen misafirim 12’ye kadar oturabilir tabii ki” diyor, “Sadece yemek yemeyecek ki, sohbet de edecek...”
Hani iki saatte bir satarım bu masayı kafası yok.
Biz oradayken 5 kişiyi çevirdi, “Neden?” diyorsun, “Mutfağımda ancak akşam için rezervasyon yaptıran misafirlerime yetecek kadar yemeğim var. Onlara özen göstermek istiyorum, her geleni alırsam kalite düşer” diyor.
Farklı bir kafa.
Ve yemekleri harika!
“Gidin” diyeceğim ama yer bulamayacaksınız. Rezervasyon yaptırmanız gerekecek kim bilir ne zamana. Bir de güzel olanı torpil işlemiyor onda. “Bilmem ne kanalının CEO’sunun asistanıyım, patronum gelmek istiyor” diye aramış bir kadın, “Kusura bakmayın yer yok!” demiş bizimki. Telefondaki, “Nasıl olur böyle bir şey!” diyerek neredeyse küçük dilini yutacakmış!
Ama adam böyle bir adam.
Tatlılar da muhteşemdi.
Ayıptır söylemesi, üç tane yedik.
Tüy gibiydi.
Baştan çıkaran sevgili gibi.
Benim sevgilim gibi.
Bir ara, “Burası böyle kalsın ki özelliğini yitirmesin!” diye bir sohbet geçti aramızda sevgilimle. “Evet ama bu biraz bencilce değil mi?” diyorum, “Biz bu atmosferi orijinal ve farklı buluyoruz. Ama bu kadar bilgili, yetenekli birine yazık değil mi? Sen dünyanın en güzel yemeklerini yap, ama hâlâ Akbil’le işe gel, sabahları da sebzeleri, meyveleri filelerde lokantana taşı. Her ay da bütçeni zor denkleştir. Ben de zincir haline gelsin demiyorum, ama bu adama hak ettiği değer verilmeli!”
Nasıl, inanın bilmiyorum, ama düşünüyorum...
CASUS MUSUN NESİN
Ve en kısa zamanda oraya yeniden gitmek istiyorum.
Huzurlarınızdan ayrılmadan en komik öyküyü anlatacağım: Çırağan’dan gelen havalı, varlıklı ve meraklı bir Amerikalı turist, Tripadvisor’da Can Oba’nın methini duyuyor ve geliyor. Ve o “yeme yanında yat pirzola”lardan birini ısmarlıyor. Kadıncağız tam yerken, tinercinin biri geliyor pirzolasını çalıyor. Can Oba ne yapacağını şaşırıyor, çünkü fark ediyor ki, tinerci kadının pırlanta yüzüğüne de dikmiş gözünü.
Bir an evvel tinerciden kurtulmak için ona para veriyor, “Hadi git” diyor.
Tinerce ne derse beğenirsiniz, “O eti de istiyorum!” diyor.
İşte o kadar iyi yemek yapıyor!
Bu arada çevredeki esnaf, geyik eti, deniz tarağı, ahtapot, kuşkonmaz filan yapıyor olmasına tabii ki alışamıyor başta.
“Yeme bizi! İyi yemek yapıyorsun ama sen aslında casussun değil mi?” diyorlar.
Önce MİT zannediyorlar, sonra da CIA olduğundan şüpheleniyorlar.
Ama galiba Can Oba’yı seviyorlar.
Sevilmeyecek gibi değil çünkü.
Yemeğimizi yedikten sonra, geldiğimiz gibi, yine el ele ayrılıyoruz oradan...
HAMİŞ: Bu arada önemli detay, camiye yakın diye, içki yok. Risotto’yu şarapla yapmasına da izin yok!
Paylaş