Paylaş
Antalya’daki “Al Yazma Anıtı”ndan söz ediyorum.
Mutlaka duymuşsunuzdur, haberlerini okumuşsunuzdur.
Ziyarete giden de çoktur.
Bence olağanüstü bir eser.
Bugün sizi yaratıcısıyla tanıştırmak istiyorum:
Profesör Meriç Hızal.
Çok değerli bir heykeltıraş.
Şahane bir kadın.
Yaptığı o muhteşem eser, hem kırmızı bir piramit gibi duruyor, hem de uçmaya hazır bir al yazma gibi.
Üzerinde de, erkekler tarafından öldüren 476 kadının adı var. Metale oyulmuş o isimler sayesinde, hava, güneş ışığı, yağmur ve rüzgâr piramidin içine giriyor.
Siz içine girdiğinizde ise...
O isimlerin izdüşümü, sizin üzerinize yansıyor.
Sizde can buluyor.
Yere bakıyorsunuz, o isimler, sizin üzerinizden toprağa karışıyor. İnanılmaz etkileyici.
Antalyalılar anıtlarıyla gurur duyuyor.
Çok da haklılar. Keşke böyle eserler bütün şehirlerimizde olsa... Her baktığımızda bizi ayıbımızı hatırlatsa!
Ve bu lanet olası kadın şiddeti bir gün son bulsa...
O kadar güzel bir eser yaratmışsınız ki... İnsan ağlamak istiyor! Nereden aklınıza geldi?
Bu ülkede kadınlara uygulanan şiddet, vahşet hepimizi kahrediyor. Her geçen gün gazetelerde, televizyonlarda yeni bir cinayete daha tanık oluyoruz. “Biz n’apabiliriz? Bu soruna nasıl bir katkımız olabilir” diye düşünüyoruz. Antalya’lı kadınlar da böyle düşünmüşler. Kent Konseyi ve üniversiteli kadınlar bir araya gelmiş. Farkındalık yaratmak için bir şey yapmak istemişler. Seminer meminer yapmak kesmemiş onları. Daha kalıcı bir şey yapmayı tercih etmişler...
Anıt fikri böyle mi doğmuş...
Evet. Bir şekilde bana ulaştılar. Dedim ki, “Bu tür kamuya mal olacak işler, yarışmaya tabidir. Yarışma açın...” Açtılar. Benimkiyle beraber, yedi proje katıldı. Benim projem seçildi. Çok severek yaptım. Çok inanarak. Çok hissederek.
Fikir muazzam ve çok yaratıcı. Form neden piramit, renk neden kırmızı?
Kırmızı çift anlamlı bir renk. Hem hayat, hem ölüm. Kan rengi. Piramit de çift taraflı bir form. Bir tarafıyla kalıcı, sağlam -ama burada önü açılmış, uçmak üzere olan bir piramit söz konusu, rüzgârla hemen şimdi kalkacakmış gibi- yani bir tarafıyla da sahipsiz. Tıpkı bu topraklarda yaşayan kadınlar gibi. Ben kadın gücüne inanıyorum. Ama sahipsiz bırakıldığına da...
Bu anıta aslında kadınlar sahip çıktı değil mi?
Hem de nasıl! Antalya Kent Konseyi’ndeki kadınlar gerçekten anıtsal bir davranış sergilediler. Benim işim görünüyor, onlarınki görünmüyor. Oysa deli bir emek verdiler, kentlerine böyle bir anıt hediye edebilmek için. Bu parayı toplayabilmek için neler neler yaptılar. Valilikten izin aldılar, üç kuruşla, beş kuruş için herkese yalvardılar, makbuz karşılığı para topladılar. Gerçekten canla başla uğraştılar. Bazı bankalar, önce yardım yapmayı vaat etti. Fakat sonra Kars’ta yıkılan anıt olayını düşünüp, ürküp çekildiler. Bu da yıkılırsa diye. Yani Antalyalı kadınlar ve Muratpaşa Belediyesi büyük bir alkışı hak ediyor. Keşke her şehrimizde bu kadar yürekli kadınlar olsa...
Mısır piramitleri taş taş üzerine konularak yapıldı. Siz de, şiddete kurban edilmiş kadınların bedenleri üzerine kurulan bir piramit yarattınız. Peki, insanların tepkisi ne oluyor?
70 küsur yaşındayım. Pek çok işimden etkilenen, hoşlanan oldu. Fakat bu eser farklı, neredeyse gören herkes duygulandı. İçine girip o derinliği hissedince ürperenler, ışık oyunları sayesinde yere yansıyan isimler “Basamıyorum” diyenler çok oldu. Tabii ki kadınlar biraz daha fazla etkileniyorlar ama etkilenen erkek de çok oldu...
Piramiti, cinayete kurban giden kadınların isimlerinden oluşturmak aklınıza nasıl geldi?
E çünkü bu memleketimizin bir gerçeği! Zaten kadınlarla ilgili başka projeler de yaptığım için kafam onlarla meşguldü. İnternette girdim ve tek tek cinayete kurban giden kadınları araştırmaya başladım. Yıl yıl. Tabii ki sadece isimlerini öğrenmek yetmiyor, hikâyelerini de öğrenmek istiyorsunuz. Çok çok üzücü, sarsıcı hikâyeler. Bir hiç uğruna hayatlarından olmuş kadınlar...
Kaç yıl öncesine döndünüz?
Çok eskiler yok. Çünkü basında yer almamış, utanılmış ya da saklanmış. Zaten öyle bir cümleyle bitirdim anıtı, “Unutulanlar, adı bilinmeyenler, yok sayılanlar, hatırlamak istemediklerimiz... Hepsini zikretmem mümkün değildi ama bu anıt hepsini temsil ediyor...” 1956’dan bir tane buldum ve giderek sayı çoğalmaya başladı. Özellikle son dört-beş yılda çok artmış. Son iki yılda da yüzde 1400. Ne demekse bu? Korkunç bir istatistik...
OKUMAK İSTİYOR DİYE ÇEKMİŞ VURMUŞ!
Kadına şiddet konusunda bir farkındalık yarattığınızı düşünüyor musunuz?
Ben oradayken bir kadın geldi, benim o anıtı yapana heykeltıraş olduğumu bilmiyordu. “Bunu buraya yapmışlar ama biz dayak yemeye devam ediyoruz!” dedi, “Ben kaçtım, eşim beni ölesiye dövüyor, bir apartmanın bodrumunda gizleniyorum. Beni koruyabiliyor mu bu anıt?” dedi. İşin bu kısmı da var tabii. Sonra bir başka kadın geldi, “Ablamın ismi de burada yazılı” dedi. Biri ablasıyla evlenmek istemiş, o da “Hayır, ben üniversiteye devam etmek istiyorum. Okumak istiyorum” demiş. Vay sen misin karşı çıkan, çekmiş vurmuş kızı! O kızcağız mesela, ellerimi tutup ağladı. Duygulanmamak mümkün değil. Şu anda pek çok kadın kolu açılış törenlerini ya da deklarasyonlarını bu anıtın önünde ya da içinde yapıyor...
SANATTA SAMİMİYETE İNANIRIM
Siz bir hocasınız aynı zamanda. Sanat, mesaj vermeli mi, vermemeli mi konusunda ne öğüt veriyorsunuz öğrencilerinize?
Ben samimiyete inanırım. Sanatta modaya inanmam. İçtenlikle bir şey yaptıysanız, bu duygu geçer. Ama mesaj olsun diye sanat yapılmaz. Mesaj kendiliğinden gelir. Mesela bu anıta girdiğinizde, bastığınız zeminde tedirginlik hissediyorsanız, o bile yeter bana, mesaj yerine gitmiştir...
Kadın olmanın savaşını veren şehitler
Cinayet kurban gider bütün bu kadınlar, kadın olmanın savaşını veren şehitler gibiler.
Tabii ki anıtı, metali delerek
yapmalıydım ki yağmur damlaları içeri gözyaşı gibi düşsün...
Paylaş