Paylaş
Konumuz, adaylığı, siyasette ve bu ülkede kadın olmak, gençler ve gençlerin sorunları...
Ankaralılar sizi seviyor mu?
-Yürürken, özellikle kadınların ve gençlerin teveccüh gösterdiğini görüyorum. Sevdiklerini düşünüyorum.
Herkes, aday adaylığınız konusunda hemfikir mi?
-Demokrasinin olduğu yerde, herkesin hemfikir olması imkânsız. Ama şu ana kadar aday adaylığımla ilgili olumsuz yorum yapmış kimse yok. Gökçek hariç. Onun da kaygılanma nedenlerini anlıyorum tabii. Ben, kendi cebimi doldurmaya değil, halka hizmete odaklanmış biriyim. Yaptığımız araştırmalara göre, halk, kadın adaylardan çok şey bekliyor: Kadın belediye başkanı partizanlık yapmaz, çalmaz, çırpmaz, herkesi kucaklar, merhametlidir, birleştiricidir, kimseyi ötekileştirmez...
HER YER ERKEK!
Şehirlerde hiç olmadı mı kadın belediye başkanı?
-Hayır, bugüne kadar büyükşehirde hiç olmadı. Bir tek Aydın’da var, o da bizim partimizden ve medarıiftiharımız. Ankara’ya da 90 yıldır kadın eli değmedi. O erkek egemen kültürün Ankara sokaklarına da yansıdığını düşünüyorum...
Kadınlar, yerel yönetimlerde, karar mekanizmalarında, iş dünyasında, sivil toplum örgütlerinde yeterince temsil ediliyor mu?
-Tabii ki edilemiyorlar! Nüfusumuzun yarısını kadınlar oluştururken, mesela hiç sendika başkanı yok. 81 ilin sadece birinde, kadın vali var. Çok düşük oranlarımız. Özellikle içine girdiğimiz bu dönemde, kadınlarda da ciddi bir hareketlenme olduğunu gözlemliyorum. İşte o yüzden, artık bir kadın devrimi yakındır diye düşünüyorum.
HAYDİ GENÇLER
Peki gençler yeteri kadar temsil ediliyor mu?
-Hayır, parlamentoda gençlerin temsili de çok düşük. Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirdiğinde 38 yaşındaydı. Bülent Ecevit Çalışma Bakanı olduğunda 36 yaşındaydı. Ali Dinçel, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde 32 yaşındaydı. Onun için siyasette genç kadrolara daha fazla yer açmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Sadece siyasette değil, tüm karar mekanizmalarında. Belki de Gezi olaylarında kadınların ve gençlerin bu kadar önde olmasının sebebi, buna yönelik de bir isyandı...
Gece 12’den sonra ayyaşlara mı hizmet edeceğiz?!
Bu “ayyaşlık tartışması” nedir?
-Milli Görüş’ten genç bir arkadaşın bana aktardığı bir konu. Garson olarak çalıştığı için, işi gece geç saatte bitiyor ve eve gitmekte zorlanıyor. Çünkü gece 24.00’ten sonra toplu taşımacılık yok. Derdini anlatmak için belediyeyi arıyor, aldığı cevap: “O saatte ayyaş mı taşıyacağız!” Bu, aslında AKP zihniyetinin bir izdüşümü. Kendi gibi düşünmeyen, kendi gibi yaşamayan insanları “marjinal, çapulcu, ayyaş, kemirgen” gibi sıfatlarla tanımlıyorlar. “Ya bizden olursun ya da yok olursun!” gibi bir anlayış söz konusu maalesef.
Sizce vahim gelişmeler mi yaşanıyor bu ülkede?
-Hem de nasıl! Türkiye, önemli bir kırılma süreci yaşıyor. Gezi olaylarıyla birlikte yepyeni bir siyasi dönem başladı. “Yediğime, içtiğime, giydiğime, sürdüğüm rujun rengine, ne tip evlerde yaşayacağıma, ne tip dizileri seyredeceğime, dizilerin senaryosunun ne olacağına karışma! Ben kendi kararlarımı kendim vermek istiyorum” diyen birçok güzel insan sokaklara döküldü. AKP’nin Türkiye’ye getirmeye çalıştığı totaliter rejim nedeniyle, bu pasif direnişçiler müthiş bir şiddetle karşı karşıya kaldı. Bu yaşananlar Türkiye’de yepyeni bir sürecin de başlangıcı oldu. Bu direniş ve uyanış sürecinin, önümüzdeki dönemleri mutlaka etkileyeceğine inanıyorum. Gezi’nin gölgesinde gerçekleşecek yerel seçimlerde bize düşen, o sinerjiyi sandıklara taşımak...
Sizce, Ankara Belediyesi gençlere değer veriyor mu?
-Asla! Belediyenin gençlere hizmetleri çok sınırlı. Burada da bir “ötekileştirme” söz konusu. Metroda nasıl davranacaklarından tut da, ne yiyip ne içeceklerine kadar her şeye müdahale ediliyor. Tek tip bir yaşam biçimi dayatılmaya çalışılıyor. Bu yaşam biçiminde, genç kadınlar, adeta bir “kuluçka makinesi”. Evde otursun, çocuk doğursun. Bir birey olarak değil de, aile içinde eritilmiş bir varlık olarak değerlendirilsin...
Basılırsak, ‘Tecavüze uğradım’ derim, cezasız kurtuluruz!
İçinde yaşadığımız gergin dönem için ne düşünüyorsunuz?
-Başbakan’ın toplumu yönetme biçimi, gerginlikten besleniyor. Birileri, onun sırtına bir “demokrat pelerini” giydirmeye çalışıyor, ama o pelerin onun sırtına oturmuyor. Kızılcahamam’da, “Ben kutuplaştırmaya karşıyım. Ben kimseyi ötekileştirmem” gibi cümleler kurdu. Hatta, “Kimseyi, dünya görüşüne, inançlarına, etnik kimliğine göre ayrıştırmıyorum” da dedi. Ben onu dinlerken daha önce ettiği şu lafları düşündüm: “Affedersiniz Rum!” dedi. “Benim 52 Sünni vatandaşım hayatını kaybetti” dedi. Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nu Alevi olduğu için mitinglerde yuhalattı. Hopa olaylarını protesto eden direnişçi bir kadın arkadaşımıza, “Kız mıdır, kadın mıdır” diye hitap etti. Bir çiftçi sorununu anlatmaya çalıştığında “Ananı da al git!” diye onu gönderdi. Cemevine “Cümbüş evi” dedi. Biz, kendisinin hangi demokrat kimliğinden bahsedeceğiz? İnsanın, özüyle sözü bir olmayınca, ortaya böyle bir tablo çıkıyor. Şimdi bir de “kızlı-erkekli” meselesi çıktı. AKP kendisini, “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlıyor ama bunun ne muhafazakârlıkla, ne de demokratlıkla alakası var. Bunun adı totalitarizm...
Sizce Başbakan bu söylediklerine gerçekten inanıyor mu?
-Başbakan, bu yaşam biçiminin en doğrusu olduğuna inanıyor ve herkesin de kendisi gibi düşünmesi gerektiğini, hatta düşünmeden bunu kabul etmesi gerektiğini varsayıyor. Bu açıklama, evli, üniversite öğrencilerine kredi açıklamasının hemen ardından geldi. Yani Başbakan diyor ki, “Evlenin, çocuk doğurun! Tekdüze bir yaşam sürün. Fazla da düşünmeyin, sorgulamayın. Kürtaj yaptırmayın, ertesi gün hapı kullanmayın, içki içmeyin, dekolte giymeyin, 1+1 evlerde oturmayın!”
Siz, bu konuda ne tür tepkiler aldınız?
-Mesela biri kız, biri erkek, ikiz kardeşler tweet attı, “Biz şimdi ayrı ayrı mı ev tutacağız!” diye. Başka genç bir kadın da şöyle yazmış. Bu aslında Türkiye gerçekliğini de bir tokat gibi yüzümüze indiriyor. Diyor ki, “Evimizi basacak olurlarsa, ‘Tecavüze uğradım’ derim. Her iki taraf da kurtulur!” Gerçekten de Türkiye’de, tecavüzcüler cezalandırılmıyor. Kadın katilleri, tecavüzcüler, ceza indiriminden faydalanarak hemen salıverildiği için, tecavüz etmenin cezası çok düşük. Acı ama gerçek!
LAİKLİK SUİKASTI
Bunların hepsinin altında bir laiklik suikastı yatıyor diye düşünüyorum. Siz, toplumda kadını esir almadan laikliği yok edemezsiniz. Bu AKP’nin laikliğe yönelik ne ilk ne de son saldırısı. Laiklikle dertleri var ama karşılarında her zaman bizi bulacaklar. Bu da böyle bilinsin...
Kadın devrimine ihtiyaç var
Trabzon İl Milli Eğitim Müdürü, “Kızlarla erkekler okulda aynı merdivenleri kullanıyor. Hiç içime sinmiyor” demişti. Ne oluyor, ufak ufak “harem-selamlık”a mı geçiyoruz?
-Bununla ilgili soru önergesi vermiştim. Bir sonuç alınamadı. Biliyorsunuz, Ulaştırma Bakanımız da, “Boğaziçi Üniversitesi’ne kaydolacaktım ama gittim baktım. Kızlı-erkekli banklarda oturuyorlar. Ben buraya kaydolursam, yoldan çıkarım dedim. Başka üniversiteye başvurumu yaptım” demişti. “Kızlı-erkekli” ifadesi son zamanlarda çokça kullanılmaya başladı. Bugün baktığımızda, yurtlar ayrılmış durumda, yemekhaneler ayrılıyor. Bana gelen mesajlarda, bazı şehirlerde, asansörlerde kadın-erkek ayrımı yapıldığını öğreniyorum. Anadolu’da bazı hastanelerde nöbet tutan doktorların, kadın ve erkek doktorlar olarak ayrı odalarda kaldığını öğreniyorum. Harem-selamlık uygulaması, giderek toplumun her kesiminde bir baskıya dönüşüyor. Mesela yoksul mahallelere gittiğimde, genç kızlarla karşılaşıyorum ve bana, “Ben çalışmak istiyorum. Ailem de çalışayım istiyor. Ama çalışamıyorum” diyorlar. Niye biliyor musunuz? “Evlilik değeri düşüyor!” diye...
Neymiş evlilik değeri?
-İşe giderse, eline erkek eli değermiş! O zaman da iyi bir eş bulamazmış! Böyle bir toplumsal baskı oluşmuş durumda. Aynı şekilde, erkek de karısını çalıştırmak istiyor, eve üç-beş kuruş da olsa katkısı olsun diye. Ama o da, “eşini çalıştıran koca” konumuna düşmemek için bunu yapamıyor. Yani aslında kadınlar, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak daha da güçlenmek istiyorlar. Ama AKP’nin oluşturduğu bu yaşam baskısı, insanları ve kadınları evlere hapsediyor. O yüzden de bir kadın devrimine ihtiyaç var...
Paylaş