Dubai’de o müthiş gece

Dubai’nin en sinir tarafı ne biliyor musunuz?

Ruhu yok. Sanki portatif maket evlerden ve gökdelenlerden kurulmuş gibi, isterlerse katlayıp, toplayıp gidecekler. Geriye çöl kalacak. Göz alabildiğine kum.
Dubai her an film seti gibi. O yüzden “suni” diyorlar. Bu şehrin sokaklarında gece kimse olmaz mesela. Sokaklar, meydanlar bomboştur. Evet, en modern ışıklandırmalar, en acayip aydınlatmalar var ama...
İnsan yok. Gece, bir tür hayalet şehir./images/100/0x0/55ea912df018fbb8f88869b9
Bir Taksim Meydanı yok. Times Square yok.
Hani insanlar, manalı manasız, amaçlı amaçsız sokaklarda dolaşsınlar... Gülüyor olsunlar, kavga ediyor olsunlar, sarhoş olsunlar, sızmış olsunlar, polisle kavga ediyor olsunlar...
Bir yaşam belirtisi... İnsan izi... Ih ıh...
Dubai’de bu yok. Gece olunca her yer kapı-duvar. 24 saat açık köfteci, kokoreççi? Dalga mı geçiyorsunuz!
Sokak satıcısı bile yok. O yüzden belli bir saatten sonra cup eve, ev partilerine ya da bir otel içindeki gece kulübüne...
Aslında gece hayat yok değil, var ama dışarıda değil, içeride... Sokağa taşmıyor. Yoksa en ala kulüpler, restoranlar, barlar, oteller burada...

Evet, bu memlekette daha çok evlerde yaşanıyor.
Kendi dünyalarımızda, duvarlarımızın arkasında... Ama bu da tabii ‘cocooning’ (kozaya çekilme) denen trendi yükseltiyor.
Bu şehirde, ailesel faaliyetler revaçta. Anne-baba-çocuk en azından İstanbul’dan daha fazla birbirini görüyor. İçe doğru büyüyorsun.
Ben “ev”i hiç bu kadar sevmedim hayatımda. Bu kadar sevdiğim bir evim de olmadı. Dubai işte böyle bir yer.
Bir taraftan da sürekli çok acayip binalar yapıyorlar, kendilerini dünyaya öyle kabul ettirmeye çalışıyorlar, bir kadının sürekli bedenini açması, bir adamın sürekli parasını başkalarının gözüne sokması gibi, onlar da yeni otellerle, en büyük, en şık binalarla, uzaydan görünen konutlarla, çölün ortasında kar pistiyle, suya en dik düşen kaydıraklarla hep kendilerini göstermeye çalışıyorlar.
Muazzam bir çaba aslında. Takdir etmemek imkansız. O gece olduğu gibi...

O gece...
Neydi o kalabalık... Neydi o sokakların hali...
O coşku... O haşmet... O şaşaa... 5 dakikalık yola 1.5 saatte gidemedim. Milim milim ilerleyen taksiden inerek topuklularla yürümeye koyuldum.
Neymiş, Burj Halife açılıyormuş! Dünyanın en yüksek binası... Gerçi Amerikalılar zamanında Empire State’le o kadar çok övündüler ki, artık herkesin hakkı oldu, en yüksek bina bende diye övünmek...
Binayı yapan firmanın (Emaar Properties) Türkiye CEO’su Ozan Balaban’ın olduğu yere ulaşmaya çalışıyorum. Açılışı birlikte izleyeceğiz. Oraya varabilirsem tabii... Ama ne mümkün...
Bir insan seli... Kafamı kaldırıp Burj’a bakıyorum.
Size bir şey söyleyeyim mi? Ben hayatımda bu kadar güzel bir şey görmedim. O gece bina, sanki uzaydan konmuş “bir şey” gibiydi. Herkes yüksekliğinden söz ediyor ama inanılmaz estetik. Bir uzay aracı, metal komplike bir silah gibi dikiliyor.
Ve işte havai fişekler başlıyor. Senkronize olarak binanın her tarafından gökyüzüne yükselen havai fişekler saçılıyor.
Offfffffffff, olağanüstü güzel.
Tarif edecek kelime bulamıyorum.
Binlerce insan cep telefonlarıyla fotoğraf çekiyor, arabalardan inenler, apartmanlardan sarkanlar, çığlık atanlar...
Ben de atıyorum.
“Aman Allah’ım, aman Allah’ım” diyorum.
Demek ki, benim şaşırma cümlem de bu.
Ağlamak filan istedim, o kadar güzeldi.
6 yıldır burada yaşayan biri olarak gurur duydum.
“Bir gün gelecek, bu şehir gece sokağa taşacak” diye ümide de kapıldım.

124. kattaki gözlem odası

Herkese açık. Dubai Mall’dan giriyorsunuz, biletinizi alıyorsunuz ve heyecanlı bir yolculuğa başlıyorsunuz. Dubaililer bir sürü yeniliğe imza atıyor, ne var ki organizasyon işlerinde pek becerikli değiller. Ben yukarı dünyanın her tarafından gelmiş basın mensuplarıyla çıktım, felaketti, kalabalığı nasıl idare edeceklerini bilmiyorlar, insanlar kapıya yığılıyor, zamanla bunu da öğrenecekler.
Metalik gri siyah koridorlardan ilerliyorsunuz, mis gibi kokuyor, çalan müzik müthiş, egzotik bir şey, hani Buddha Bar’ın CD’leri vardır ya öyle, o uzun koridor boyunca Burj’un yapılma aşaması kumaşlara basılıp sergilenmiş. Fotoğrafları perde gibi germişler, çok estetikti. Sonra o metalik koridorlardan, asansöre ulaşıyorsunuz.
İtiraf ediyorum biraz tedirgin oldum, o kadar yükseğe çıkınca insan elinde olmadan bir paranoyaya kapılıyor, baktım yanımdaki İngiliz gazeteci saatinin kronometresiyle asansörün hızını ölçüyor, 58 saniyede 124’üncü kata çıktık.
Her şey çok modern. Her şey ileri teknoloji. Uzay filmleri gibi. Hayal gücü geniş biri şahane oyunlar kurabilir. Ve işte gözlem odasındayız. Her taraf 360 derece cam. Sanki bütün Ortadoğu ayaklarınızın altında. Araçlar karınca kadar, sanki havaalanına inmekte olan uçaktan yere bakıyormuşsun gibi. Teleskop benzeri şeyler var, ben evimizi bile gördüm. Ortada bir butik var, hiç kaçmaz bir de çerçeve aldım...

PATATES KIZARTMASINA KETÇAP SIKMAYAN FANATİK FENERLİ CEO

Ve işte Emaar Properties’in Türkiye CEO’su Ozan Balaban.../images/100/0x0/55ea912df018fbb8f88869bb
İlk izlenimim: Çok genç, çok sempatik ve çok enerjik. Ve fanatik Fenerli. Eşi Başak izah ediyor: “Sarı kırmızı olacak diye patates kızartmasına ketçap bile sıkmaz, o kadar!”
Komik ve eğlenceli bir çift onlar.
İkizleri var, biri kız biri erkek. Balaban ikisine de bayılıyor ama aralarındaki farkı şöyle anlatıyor: “Geçenlerde İngiltere’ye gidiyordum. ‘Benden ne istersin oğlum?’ dedim, ‘Araba’ dedi.
Kızıma sordum, ‘Burada benimle kalmanı babacığım’ dedi.” Balaban İzmirli, ortaokulu İzmir Saint Joseph’de okuyor, liseyi İsviçre’de, üniversiteyi de İtalya’da (Floransa Mimarlık Fakültesi). Diyor ki: “Ben sanat okudum ama babam köprüler, barajlar yapmamı istiyordu. Bari gidip master’ımı inşaat mühendisi olarak yapayım dedim.” Okul arkadaşı Ürdün Kralı’nın yeğeni o sırada Güney Carolina’ya gitmek üzere, peyzaj mimarlık okuyacak ve sonra ülkesine dönüp parklardan ve bahçelerden sorumlu bakan olacak. Balaban’a onunla birlikte okulu gezmesini öneriyor. Okulda gezerken arkasında bir ses duyuyor, “Türk müsün?” “Evet.” Soruyu soran İTÜ’nün eski dekanı Profesör Teoman Doruk, 12 Eylül’den sonra Amerika’ya göç edenlerden, “Gel sen burada hastane mimarisi oku” diyor. “Olur mu hocam” diyor, “Babamın isteği ne olacak? Köprüler, barajlar...” Ama Profesör Doruk, “Baban gibi müteahhit Türkiye’de çok, yeni olan bu” diye onu bir şekilde ikna ediyor.
Balaban, hastane mimarisiyle inşaat mühendisliğini aynı anda okuyor. Daha okurken İngiltere’de iş buluyor, bir süre sonra çalıştığı şirket İtalya’ya yollayacağı birini arıyor, İtalyanca bilen kim var, Ozan Balaban. Hastaneden sonra otel işlerini de almaya başlıyor, çünkü aslında otel, medikal gazı verilmeyen hastane. İkisi de birbirine çok benziyor.
Ve sonra Emaar Properties, ona müşteri olarak geliyor, Milano’daki Armani Oteli’ni yapıyorlar. O dönem Milano’da yaşıyor. O evin devamlı sakinleri futbolcular Emre Belözoğlu ve Okan Buruk, Seda Sayan...
Ve bir gün Emaar Properties, ona Türkiye CEO’luğunu teklif ediyor. Milano’dan İstanbul’a taşınıyor. O günden beri de Emaar Properties’in en genç CEO’su.

TOSCANA PROJESİ

Türkiye’deki ilk projemiz Toscana Vadisi. Herkes diyor ki: “Niye Toscana’yla girdiniz?” Biz Emaar Properties olarak devletle, hükümetle iş yapmayı seven bir firma değiliz. Toscana da imarı hazır, ertesi gün inşaata başlayabileceğimiz bir araziydi. Bir de büyük projeydi, Emaar Properties 500 milyon doların altındaki projelere pek girmiyor. Toscana’nın ilk fazı satıldı, şimdi ikinci faz başladı. 10 yıllık dev bir proje, içinde alışveriş merkezi var, Houston Methodist Hastanesi ile anlaşma imzaladık. Şimdi de Çamlıca’da Address Hotel’i yapacağız...

BENİMLE KOŞMAYA HAZIR MISIN?

Şu an bulunduğumuz yer, eskiden çöldü. Yönetim kurulu başkanımız Mohamed Ali Alabbar, avucuna biraz çöl kumu almış ve gülümsemiş: “Buraya dünyanın en büyük gökdelenini inşa edeceğim!” Ertesi gün ofisteki herkese birer kutu hediye gitmiş, açmışlar, içinden lastik ayakkabı çıkmış, yanında bir not varmış, “Benimle koşmaya hazır mısın?” Gerçekten de müthiş etkileyici bir insan. İşe ilk girdiğimde dediler ki: “Chairman’imiz bütün CEO’larla görüşüyor, sizinle de görüşecek.” “Hay hay” dedim, atladım Dubai’ye geldim. Çok kibardı. “Sana nesin, ne değilsin diye sormayacağım, karşımda oturduğuna göre, işinde başarılı bir adamsın. Ben sana sadece şunu sormak istiyorum, koşmayı becerebiliyor musun” dedi. “Koşarım tabii” dedim. “O zaman sen benim için yeterli değilsin, uçacaksın!” dedi. “Bir çift kanat verirseniz, onu da yaparım” dedim, gülümsedi, “Hoş geldin Emaar Properties’e” dedi.
Yazarın Tüm Yazıları